Buradasınız

ISSIZLAŞMIŞ ÜSKÜDAR - Necmettin Şahinler

Issızlaşmış Üsküdar

Issızlaşmış Üsküdar, martılar daha sessiz,
Doğancılar'ı sorma, artık geçilmez sensiz.
Olmasaydı sırtımda, görünmez emânetin,
Bil ki adım atmazdım, bu semte rahat emin.

Bazen erken gelirdik, ne mümkün basmak zile,
Dakikalar sayardık, kapında bile bile.
Nasıl da heyecanla, çıkardık merdivenden,
Ruhumuz kanatlanır, coşardık muhabbetten.

Geçen odana girdim, herşey yerli yerinde,
Ama ne anlamı var, sen yoksan minberinde.
Bir kez daha anladım, “şeref’ül mekân” neymiş?
Oturan kimse yoksa, kupkuru bir nesneymiş.

Şimdi keşke demenin, bir anlamı var mıdır?
Yokluğunda bu âlem, ihvanına yar mıdır?
Tutuldu dillerimiz, kilitlendi bâsiret,
Kayboldu aramızda, sehâvet ve zerâfet.

İmameden ayrılmış, ipi kopmuş bir tespih,
Dağılmış tane tane, acı ama bu teşbih.
Aman gayret edelim, bu vahdet bozulmasın.
Kenetlensin tüm canlar, emekler yok olmasın.

Gün geçtikçe hasretin, demlendi gönlümüzde,
Köz köz oldu yürekler, dağlandı içimizde.
Biliyoruz dönüşü, yok bu acı gidişin,
Telâfisi imkânsız, var olanı yitişin.

Kanaat’in tadı yok, enginarın da öyle,
kaymağımı bozulmuş, nasıl tatlı bu böyle?.
olsaydın ilk olarak, yaprak sarması yerdik,
üstüne de dondurma, limon çilekli derdik.

Kadrini bilmek muhal, sırrına ulaşmak zor,
Varlığına kurbiyet, elde tutulmaz bir kor.
Dilerim himmetinle, açık olur yolumuz,
Helâl et hakkını da, felâh bulsun sonumuz.

Dostlar toplandık yine, nişansız dergâhında.
Cûşa geldi besteler, ıtrî’nin segâhında.
Devran oldu tevhidler, yollandı makamına,
Kavuştu derya gibi, âşıklar maşuğuna.

Bir “alâ balâ” vardı, bir de “hattâ müstesnâ”,
Hoşnutluğuna delil, bu tek terkib-i hüsnâ.
Ama bazen duymuşşan, yakışıksız bir kelâm,
“Hayret ki hayret” derdin, sonra şahsına selâm.

Hastahane günlerin, zor bir süreçti kesin,
Ama biz senin kadar, asla değildik metin.
Perdelendi aklımız, gelgitleri oynadık.
Herşey eski günlere, birden dönecek sandık.

Sabırla seyran ettin, yeri geldi rol kestin,
Celâllenip ansızın, fırtına gibi estin.
Ne şifreler söyledin, saatlerce uğraştık,
Çözmek için dostlarla, köşe bucak kollaştık.

Aslında kararını, vermiştin çok önceden,
Senin ki alıştırmak, bizi vakit geçmeden.
“Özledim” dediğinde, belli olmuştu neden,
Çaresiz uyacaktık, bu hükme istemeden.

Gülnuş Valide Sultan, dolmuştu tekbirlerle,
Naaşın uçar gibi, geziyordu ellerde.
Bu ne sevgi bu ne aşk, minareler titredi,
Gözler hep şerefede, nazarını bekledi.

Birkaç çatlak ses oldu, o da işin doğası,
Hüdai Dergâhında, var mı bunun molası.
Bilmez mi evlâtların, edeb usûl vasiyet,
“Uyuyanımız” yoktu, ama gel de izah et.

Telefon numaranın, kaydı hâlâ elimde,
Son kez çalar mı bilmem, düştüğüm şu vehimde.
Silindin şahâdet’ten, çıktın beden kınından,
Kesilmesin feyzimiz, aksın ikiz kabından.

Şimdi yürüyoruz biz, himmetinle dört koldan,
Nefesimiz oldukça, ayrılmayız bu yoldan.
İlminin ahlâkının, varisiyiz hepimiz.
Dünyada ahirette, senin yanın yerimiz.

Necmettin Şahinler
14 Şubat 2009 10:30
Trabzon

Tasarım & Geliştirme | kerataif