Buradasınız

YÖK BAŞKANI SAYIN PROF.DR. ERDOĞAN TEZİÇ'E AÇIK MEKTUP

YÖK BAŞKANI Sayın Prof.Dr. ERDOĞAN TEZİÇ'e

AÇIK MEKTUP

Azîz ve muhterem kardeşim Erdoğan bey,

    1. Cumhuriyet gazetesinin 21 Şubat 2007 günlü nüshasında, Aykut Küçükkaya'nın "İÜ'de Fethullah İncelemesi" başlıklı haberinde, sizin YÖK Başkanı sıfatınızla İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mesut Parlak'a hitâben 25.07.2006 târih ve 016472 sayı ile yazmış olduğunuz savunulan bir yazının aşağıdaki bölümü de yayınlanmış bulunmaktadır. Bu bölümde, ezcümle:

"İslâmî Araştırmalar Vakfı tarafından yayınlanan, Acar Matbaacılık Tesisleri'nde basılan ve Üniversiteniz Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Şafak Ural'ın editörlüğünü yaptığı Bilgi, Bilim ve İslâm adlı kitabın Fethullah'cı editör ve yazar kadrosu içinde yer aldığı , kitabı bastıran kuruluşun özelliği ve kitabın baştan sona içeriği nedeniyle bu yer alışın mâsum bir faaliyet olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, kitabın önsözünde yazarların "İlmin menşei Allāh'tır" tarzındaki ifâdelerin vurgulandığı ve "Periyodik cetvelin Ebced hesâbıyla yeniden adlandırılmasının" teklif edildiği, söz konusu kitapta adı geçen rektör yardımcısının sorumluluğunun hukukî açıdan değerlendirilmesinde; kitaptaki görüşlerin bir toplantıda ele alınması ve kitap hâline getirilerek yayın yoluyla duyurulmasının Anayasa'nın başlangıç bölümündeki lâiklikle ilgili vurguya aykırı olduğu; adı geçen rektör yardımcısının müsbet bilim anlayışına aykırı olan kitabın yazılmasında etken olan kişilerle berâber böyle bir kitapta editör olarak yer almasının ve kitapta diğer yazarlarca geçirilen ifâdelere editör olarak itirazlarını belirtmemiş olmasının, Anayasa'nın çağdaş eğitim-öğretim esaslarını öngören yüksek öğretim kurumları ile ilgili bölümler ters düştüğü…"

ifâdesi yer almaktadır.

    2. Gazetenin sizin şahsınıza atfetmekte olduğu bu pasajı okuduğumda ilk düşüncem: "Bu yazının densiz mi densiz bir bürokrat tarafından kaleme alınıp da yorgun bir ânınızda size imzâlattırılmış olduğu" oldu. Zirâ Galatasarayı Mekteb-i Sultânisi'nden benden yalnızca bir yıl sonra 1955'de mezun olmuş, dolayısıyla aynı Türk ve Fransız hocalardan feyz alarak aynı eğitimden geçmiş olan Anayasa Profesörü 496 Erdoğan Teziç'in böylesine mesnedsiz, mantıksız, mugalâta ve suizan dolu, şahısları tezyif etme şehvetiyle müteharrik, hukuk ve adâlet hissinden uzak, nifak ve şikak tesisine yatkın, sübjektif ve de aşırı jakoben bir yazı yazabileceği benim zihnimin asla kabûl edebileceği bir şey değildir; beni bunun aksine iknâ etmeye çalışacak bir başka densizin de alnını karışlarım!

Bu hissiyâtımı kuvvetle tahkîm eden etkenler: 1) Galatasarayı Mekteb-i Sultânisi'nin şahsiyetlerimizi geliştiren eğitiminin bizlere bahşetmiş olduğu ortak hasletler, 2) Ailelerimizin benzer bir islâmî yapıya sâhip olması, ve 3) Gençliğimizde sâhib olduğumuz bâzı ortak yanlarımızdır. Gerçekten de Galatasarayı Mekteb-i Sultânîsi mezunları bizler, biribirimizi iyi tanırız: 1) Siz de hâfız ve hacı bir babanın, merhûm ârif Teziç beyin oğlusunuz; ben de hâfız ve hacı bir babanın, merhûm Nûrullah Özemre'nin oğluyum. 2) Ben de Üsküdar'da bâzı yaşıtlarımla birlikte bir hoca hanımdan merhûm Ulviye hanımdan, İsmet İnönü'nün baskı döneminde bu gibi faaliyetler için alınması gereken tedbirlere ve gizliliğe titizlikle riâyet ederek, eski yazı ve Kur'ân öğrenirken siz de gene aynı dönemde bâzı yaşıtlarınızla birlikte Fâtih'de Mesihpaşa Câmii1 imâmı merhûm Mehmet Selim Eryavuz Hocaefendiden (1881-17 Mayıs 1960) eski yazı ve Kur'ân öğrenmekteydiniz2. 3) Siz Fâtih'de Mesihpaşa Câmii'nde [merhûm Prof.Dr. Târık Zafer Tunaya'dan (1916-1991) erişen ama doğruluğunu maalesef tesbit edememiş olduğum bir rivâyete göre] ezan okurken benim de Üsküdar'da Ayazma Câmii'nde birkaç kere ezan okumuşluğum vardır. 4) Ben de sporcuydum, atletizm yapardım; siz de sporcuydunuz, voleybol oynardınız. 5) Siz Voleybol Millî Takımı'na pekçok kere seçildiniz; ben ise Yugoslavya'da yapılacak uluslararası bir müsâbaka için Genç Millî Atletizm Takımı'na seçildim, ama son anda Atletizm Federasyonu bu müsâbakaya katılmaktan vaz geçtiydi.

    Bundan sonraki hayatımda da, [Allah setredip affetsin!] bütün beşerî hatâ ve kusurlarıma rağmen, benim hayat tarzımın temelinde Kur'ân Ahlâkı'nın bulunduğunu hiç ama hiçbir zaman gizlemeye tenezzül etmedim. Bunun için de Medya'da, Internet'te ve Ankara bürokrasisinde vehmini gerçek sanan bir sürü echelin bana lâyık gördükleri, çoğu kez çelişkili: yobaz, MSP'ci, Fethullah'cı, kripto komünist, Nûr'cu, Kadirî, Rufaî gibi izâfetlerin hepsine de boş verdim; çünkü hepsi de kasıtlı dezinformasyonlara dayanmakta ve hiçbiri de asla ve kat'a gerçeği yansıtmamaktaydı3; zirâ, 8 yıl boyunca Galatasarayı Mekteb-i Sultânîsi'nden almış olduğum eğitim bana:

1. Kendimi acımasız bir şekilde tenkid etmeyi,

2. Okuduklarımı ve duyduklarımı ancak sıkı bir tenkid süzgecinden geçirip elenmesi gerekli olanları eledikten sonra özümlemeyi, ve dolayısıyla da önyar­gılı olmamayı,

3. Hiç bir topluluğun, hiç bir ideolojinin kurukuruya tâkipçisi ve taklitçisi olmamayı, bilâkis bunları sıkı bir kritikten geçirerek gerçek yüzlerini ve izafî değerlerini teşhis ve tesbit etmeyi,

4. Kendime güvenmeyi,

5. Kitlelere sıkılmadan hitâb etmeyi,

6. Konuşurken kelimelerin nüanslarını iyi seçmeyi,

7. Gerek Türkçe'de gerekse Fransızca'da geniş bir kelime hazînesine dayanarak konuşmayı,

8. Herkese sabır ve müsâmaha ile yaklaşıp dinlemeyi

9. Konuştuğum kimselerin anlayış seviyelerine göre hitâb etmeyi,

10. Mücâdele etmek gerekiyorsa hiç korkmadan hak bildiğimi sonuna kadar savunmayı,

11. En büyük fazîletin gerçeğe ulaşmağa çalışmak olduğunu

12. Hatâlı olduğumu anladığımda da, bunu bir izzet-i nefis meselesi yapmadan, hatâlarımdan derhâl geri dönmeyi,

13. Her zaman temkin ve teenni ile hareket etmeyi, ve bilhassa

14. İnsanlara karşı âdil ve muhsin olmayı

telkin etmiştir. Bu eğitim mutlaka size de aynı hasletleri telkin etmiş olmalıdır. Bununla beraber sizin gençliğinizden itibâren uyguladığınız takiyyenin de her zaman hayrânı olduğuma ve bu tavrınıza gıbta ettiğime emîn olmanızı istirhâm ederim. Kaç kere "Keşke ben de Erdoğan Teziç'inki gibi bir takiyye uygulayabilmiş olsaydım da başıma böyle münâsebetsiz ve de düzmece izâfetler gelmeseydi!" diye hayıflanmışımdır.

Bununla beraber, affınıza sığınarak şu husûsu dikkatinize takdîm etmeme müsaade ediniz ki, nasıl bir oyuna getirilmiş olursanız olunuz, İstanbul üniversitesi Rektörlüğü'ne gönderdiğiniz söylenen yazının altında sizin imzânız varsa bütün bu asılsız ithamlardan ve iftirâlardan, Allah indinde de kamu indinde de, doğacak olan maddî ve mânevî sorumluluk gene de, maalesef, size râcîdir.

    3. Sizin de benim de Galatasarayı Mekteb-i Sultânîsi'nde en az sekiz yıl aynı sıralardan geçmiş olmamızın hörmetine, yukarıda size izâfe edilen yazıda sırıtmakta olan nâkısaların, ithamların ve iftirâların mesnedsizliğini dikkatinize takdîm etmek: 1) hem boynumun borcudur; ve 2) hem de feyz almış olduğumuz bu mubârek eğitim kurumunun bizlerde ihdâs etmiş olduğu birâderâne sadâkate karşı da bir vefâ borcudur. Size izâfe edilmekte olan söz konusu yazı, Bilgi, Bilim ve İslâm başlıklı kitap üstünkörü dahî tetkik edilmeden yazılmıştır:

    1) Bu kitap İslâmî İlimler Araştırma Vakfı'nın ihdâs ettiği ve günümüze kadar kesintisiz sürmüş olan "Tartışmalı İlmî Toplantılar" çerçevesinde 1983 yılı toplantısında, yâni tam 24 yıl önce, ilim adamlarının huzurunda takdîm edilmiş olan tebliğleri ve bu tebliğler etrâfında zuhur eden tartışmaları ihtivâ etmektedir. Bugüne kadar, "Tartışmalı İlmî Toplantılar"ın tebliğlerini ve bu tebliğlerin tartışmalarını içeren 37 cild kitap yayınlanmıştır. Vakfın, ayrıca, bir başka faaliyeti olan "Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantılar"da sunulmuş olan tebliğler de 12 cild hâlinde yayınlamış bulunmaktadır.

    2) Sözü edilen toplantıdan 4 yıl sonra 1987 yılında basılan bu kitabın editörü iddia edildiği gibi İstanbul üniversitesi'nin şimdiki Rektör Yardımcısı [ve Epistemoloji alanında, Bilimde Basitlik İlkesi başlıklı doktora tezini nezdimde tamamlamış] olan Prof.Dr. Şafak Ural ya da 1983 târihindeki Doç.Dr. Şafak Ural değil, kitabın 2. sayfasında sarâhaten belirtilmiş olduğu gibi Doç.Dr. Sabri Orman4 ile İsmail Kurt'tur5. Bu ayrıntıyı dahi görmekten âciz ya da hınzırlığına görmek istemeyen zihniyete ancak "Allah ıslah etsin! Umurlarını hayra tebdil etsin!" diye dua edilebilir.

    3) Bu toplantıdaki tebliğ sâhipleri: 1) "Bilim Dünyâsından Bilgi Dünyâsına" başlıklı tebliğiyle İsmet özel; 2) "Bilim Felsefesi" başlıklı tebliğiyle Doç.Dr. Şafak Ural; 3) İslâmiyet'te İlim" başlıklı tebliğiyle Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre; 4) İlim-İslâm Münâsebeti" başlıklı tebliğiyle Prof.Dr. Mehmet Aydın; 5) "Kur'ân-ı Kerîm'in İlâhî Kaynaklı Olduğunun Müsbet İlimlerle Tesbiti" başlıklı tebliğiyle Süleyman Karagülle idi.

    4) Her bir tebliğin takdîminden sonra açılan tartışmalara ise: Ali Say, Ali Bulaç, Prof.Dr. Nihat Keklik, (merhûm) Prof.Dr. Kâzım çeçen (1919-1997), İlhan Kutluer6, Hüner Şencan7, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof.Dr. Mehmet Aydın, (merhûm) Prof.Dr. Mustafa Köseoğlu (1926-10 Ekim 2004), Yusuf Balcı8, Prof.Dr. Sabahattin Zaim ve Yard.Doç.Dr. Sadrettin Gümüş9 ve, ayrıca, tebliğ vermiş olanlar da katılmışlardır.

    5) Bu beş tebliğden en sert eleştirilere mârûz kalanı, kitaptaki zabıtlardan da sarâhaten anlaşılacağı vechile, Süleyman Karagülle'nin "Periyodik cetvelin ebced hesabıyla yeniden adlandırılması" teklifini içeren tebliği olmuştur.

    Şimdi gelelim, size izâfe edilmekte olan yazının arka plânındaki âşikâr strateji hatâlarına, suizanlarına, ithamlarına, iftirâlarına ve diğer saçmalıklarına:

    6) Bugüne kadar söz konusu vakfın "Tartışmalı İlmî Toplantılar"ına ben dâhil binlerce akademisyen iştirâk etmiştir. Bunların bu toplantılara iştirâk özgürlüğünü yasaklayan hiçbir kanûnî hüküm ya da mahkeme kararı yoktur. O hâlde bu binlerce kişi arasından niçin özellikle Prof.Dr. Şafak Ural, cımbızla seçilmiş hissini veren sapık bir hassasiyetle suçlu olarak telâkki edilmiştir? Hukuk'ta müseccel bir suç için bile: 1) bir mürûr-i zaman, ve de 2) mâkabline şâmil cezaî bir hüküm vaz edilemeyeceğine dair temel iki prensip yok muydu? Prof.Dr. Şafak Ural'ın söz konusu toplantıya katılmış olması bir suç olsaydı bile 24 sene önceki bir hâdise için neden bu kadar aklı, mantığı, sağduyuyu, vicdânı ve hukuku hiçe sayan ve hakkında idârî tahkîkat açılmasını taleb eden suizan yüklü bir yazı kaleme alınmıştır? Bu: sağduyu açısından da, hukuk açısından da anlaşılır iş değildir! Yoksa bu, YÖK'deki bâzı zevâtın: 1) İstanbul üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mesut Parlak'ı dolaylı olarak yıpratmaya, ya da 2) Prof.Dr. Şafak Ural'ın muhtemel bir terfiini önlemeye yönelik acemice bir stratejilerinin gereği midir? [Fesubhânallah! Şeytan bana da mı bir takım suizanlar telkin etmeye başladı? Tövbe, Tövbe!]

Ve de neden Prof.Dr. Şafak Ural ile söz konusu toplantıya iştirâk eden ben dâhil diğer bilim adamları, hiç utanmadan sıkılmadan, bedâvadan töhmet altında bırakılmış ve hattâ iftirâlara mâruz kalmışlardır? Bunun, iftihâr ettiğim üstâdı olduğunuz, anayasal hak ve özgürlüklerle ve de adâlet kavramıyla bağdaşan hangi tarafı vardır?

Yoksa, acabâ YÖK'de, akademisyenlerin hazırladıkları ilmî tebliğler hususunda bu kurumun peşinen tasvibinin alınmasının zorunluluğuna inanıp özlemini çekmekte ve Katolik Kilisesi'ndeki gibi bir "Nihil obstat" ve "Imprimatur" sürecinin YÖK'de hâlâ teessüs edememiş olmasının yokluğundan şikâyet etmekte olan bir hizib mi var?

    Ah Erdoğan'cığım, ah! Bir densiz ve de dangalak bürokratın kaleme alıp da herhâlde yorgun bir ânınızda size imzâlattığı yazı sizi nasıl bir müşkil duruma sokuyor? Bilmem; fehm, idrâk ve temyîz edebiliyor musunuz? YÖK'ü bu densiz ve de dangalak bürokrattan mutlaka halâs etmelisiniz, sevgili kardeşim!

    7) Galatasarayı Mekteb-i Sultânîsi'nde siz de, benim gibi, dört yıl Biyoloji ve Jeoloji derslerinde müşterek hocamız olan Mr Bernard Charézieux'den feyz aldınız. Bana kelimelerin etimolojisini araştırmak zevkini aşılamış olan da bu zâttır. Mr Charézieux'nün diline pelesenk etmiş olduğu bir sürü atasözü, tekerleme ve vecîzeler arasında biri benim daha 9. sınıftan itibâren Epistemoloji'ye yönelmeme sebeb olmuştur ki o da şudur: "Pour qu'on puisse parler d'une science, chaque concept doit avoir une définition scientifique, exacte, rigoureuse, claire et distincte" yâni "Bir ilimden söz edebilmek için her kavramın ilmî, kesin, dakîk, açık ve seçik bir tanımı olmalıdır". Yâni kavramlar eksiksiz ifâde edilebilmeli, yorumlara açık olmamalıdır. Bu Epistemoloji'nin temelindeki ilkelerden de biridir.

Bu şart ilimlerin uygulamalarına erzel bir nefsâniyetin karışmaması ve her kavramın herkes tarafından aynı şekilde fehm, idrâk ve temyiz edilmesi için "sine qua non" yâni "olmazsa olmaz" şarttır; ve bu şart her pozitif ve her sosyal ilim için geçerlidir. Eğer buna riâyet edilmez de bir kavram ilmî, kesin, dakîk, açık ve seçik bir tanıma sâhip olacak yerde sınırları belli olmayan bulutumsu bir muğlâklıkla sunulursa yapılan iş ilme değil, fakat çoğu kez farklı yorumlara yâni dedikodulara ve bunlarla birlikte nifâka ve şikaka da yol açar. Ülkemizden iki misâl vermek gerekirse: 1) "lâiklik" kavramı ile 2) "kamusal alan" kavramının ilmî, kesin, dakîk, açık ve seçik tanımlara kavuşturulamamış olmalarının yol açmış oldukları: A) anlaşmazlıkları, B) nifâk ve şikakı, ve de C) kişilerin râm oldukları nefsâniyetleri gereği bu kavramları ideolojik baskı aracı olarak bigayrıhakkın kullanmaya hevesli olmalarını zikretmek gerekir.

Türkiye'de vahdet değil şikak unsuru olmuş olan "kamusal alan" kavramına sizin ilmî, kesin, dakîk, açık ve seçik bir tanım bulmaktaki başarısızlığınız ve Medya'nın da sizi, bu münâsebetle ve tâbir-i âmiyânesiyle, tî'ye ve gırgıra alması sizi ne kadar üzmüşse Mekteb-i Sultânî'li bir ağabeyiniz olmam hasebiyle beni de, bir başka açıdan, o kadar üzmüştür.

Bu kötü tecrübenin bir daha yaşanmaması için sizin daha temkinli ve bilimsel bir tarz ve tavır ittihaz edeceğinize, ve YÖK'de de oldum olası yaygın olan "ilmî, kesin, dakîk, açık ve seçik bir tanıma dayanmayan kavramlar"ın zırt pırt piyasaya sürülmesine mutlaka ama mutlaka dirâyetle engel olmanız gerektiğine inanmaktayım. Bu her iki gayretinizde, size üstün başarılar lûtfetmesini Cenâb-ı Hakk'dan niyâz ediyorum, azîz kardeşim.

Cumhuriyet gazetesinin söz konusu nüshasındaki "İü'de Fethullah İncelemesi" haberine kaynak olarak gösterilen ve size atfedilmekte olan yazıdaki "Prof.Dr. Şafak Ural'ın editörlüğünü yaptığı "Bilgi, Bilim ve İslâm" adlı kitabın editör ve yazar kadrosu içinde yer aldığı" ibâresinde önce uslûb ve mantık zâfiyetine dikkati çekmek istiyorum. Kitap, cansız bir nesne olmak hasebiyle, asla "Fethullah'cı editör ve yazar kadrosu" içinde yer alamaz, olsa olsa "Fethullah'cı editör ve yazarların ortak gayretiyle hazırlanmış" olabilir. Yazıdaki bu saçmalığın YÖK'e hiç mi hiç yakışmadığını kabûl etmelisiniz.

Söz konusu yazıda ithâmkâr ve pejoratif bir içerik yüklenerek bir baskı aracı gibi kullanılmakta olan (her ne menem şeyse) "Fethullah'cı" kavramının bana ilmî, kesin, dakîk, açık ve seçik bir tanımını verebilir misiniz, sevgili kardeşim? Bu kabil bir tanım şimdiye kadar yapılamamıştır. Ve siz de eğer bunun tanımını vermeğe kalkışırsanız tıpkı "kamusal alan" misâlinde olduğu gibi Medya'nın sizi bir kere daha, ve belki de daha büyük bir coşkuyla, tî'ye ve gırgıra almasından, doğrusu, endîşe ederim.

Ah Erdoğan'cığım, ah! O densiz ve de dangalak bürokrat, herhâlde yorgun bir ânınızda imzâlattığı bu yazıyla sizi nasıl da bir ketenpereye getirmiş! Bilmem; farkında mısınız? Müsaade buyurun da, Mekteb-i Sultânî'li bir ağabeyiniz olarak, sizi azıcık da tenkid edeyim: YÖK Başkanı'nın fehm, idrâk ve temyizi yorgun anlarında bile zinde olmalı ve başkalarının nezdinde sanki ideolojik kökenli siyâsî bir savaş veriyormuş görüntüsünü telkin etmekden de sakınmalıdır! Sizi bu duruma itekleyen kim ise, YÖK'ü o densiz dangalakdan mutlaka halâs etmelisiniz, azîz kardeşim!

Ayrıca şunu da dikkatinize arz etmeme müsaadenizi istirhâm ederim. Söz konusu toplantının yapıldığı 1983 yılında Fethullah Gülen henüz ortalıkta gözüken biri değildi. "Fethullah'cı" ya da "Fethullah'cılık" diye içi boş, yapay kavramlar da henüz icâd edilmemiş ve bunlara insanları haksız yere ithâm edecek enfüsî değerler de henüz yüklenmemişti. Söz konusu toplantıyı tertib eden ve kitabını bastıran Vakıf üyelerinin de, toplantıya katılmış olanların da söz konusu zât ile ortak yanları Kur'ân'a ve Sünnet'e tıpkı sizin gibi ve benim gibi saygı göstermeleridir, o kadar! Bu durumda, sizin de bunlara saygınız müsellem olduğundan, acabâ size de artık pejoratif anlamlı "Fethullah'cı" etiketi yapıştırılabilir mi? Bundan mutluluk duyar mıydınız?

Sevgili kardeşim; YÖK'ü artık bu usanç veren ilkel ithâmcılıkdan da, mesnedsiz evhamlardan da, insanlara "tanımı mevcûd olmayan suç isnad etmek" hatâsından da, jakobenliğinden de arındırmalısınız!

8) Size izâfe edilen söz konusu yazıda yer almış olan "… kitabı bastıran kuruluşun özelliği ve kitabın baştan sona içeriği nedeniyle bu yer alışın mâsum bir faaliyet olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı" ibâresindeki tekebbür, itirâf etmeliyim ki, samimî bir mümin için, haşyet vericidir: 1) İslâmî Araştırmalar Vakfı'nın özelliği hakkında menfî bir mahkeme kararı mı vardır? 2) Söz konusu kitabın içeriği hakkında mahkemelerin tâyin ettiği bir bilirkişinin bu konuda bir raporu mu vardır? 3) Bu bilirkişi raporuna dayanan, kitabın içeriğini tel'in eden bir mahkeme kararı mı vardır? 4) Bu vakfın ve söz konusu toplantıya katılmış olan 60 kadar zevâtın ve tebliğ vermiş olan 5 kişi ve tartışmalara katılmış olan diğer 12 kişi aleyhinde mahkemelerce, onların 1983 yılındaki bu faaliyetlerinin mâsum faaliyet olmadığı hakkında alınmış herhangi bir karar ve uygulanmış cezâî bir müeyyide mi vardır?

Bunların hiç ama hiç birine müsbet cevap veremezsiniz! Pekiyi de bütün bunlara rağmen, size izâfe edilen yazı: sanki mahkeme kararı olsun ya da olmasın, bilirkişi raporu olsun ya da olmasın sizi hem savcı hem yargıç yerine koyan, bu konuda mahkemelerin ve bilirkişilerin, yâni kısacası Hukuk'un ve hukukî usûllerin üstünde, tek hüküm merciinin siz ve dolayısıyla da YÖK olduğunu telkin eder bir görünüm arz etmiyor mu? Kıymetli, çok kıymetli bir hukukçu olmanıza rağmen, bunun dahî farkında değil misiniz?

Bu durum sizi ve YÖK'ü, sizin de pek iyi bildiğiniz islâmî terimiyle, "lâyuhtî" [yâni, her türlü hatâdan berî] ve "lâyüs'el" [yâni, ef'alinden ötürü kendisine asla soru sorulamaz, ve kendisi kimseye hesap vermekle de yükümlü olmayan] bir konumda göstermiyor mu? Lâyuhtî ve lâyüs'el'in ancak Cenâb-ı Hakk olduğunu eski yazı ve Kur'ân hocanız merhûm Mehmet Selim Eryavuz Hocaefendi mutlaka ama mutlaka size öğretmiştir. Şimdi, hangi densiz dangalak ise, bir yorgunluk ânında size imzâlatmış olduğu bu "tâlihsiz(!)" yazının sizi ne kadar mütekebbir göstermekte olduğunu acabâ idrâk edebiliyor musunuz? Bu durumu vicdânî huzur ve kanaat-i kâmileyle içinize sindirebiliyor musunuz?

Vah Erdoğan'cığım vah! İçeriğinin hiçbir hukukî mesnedi olmayan ve sizi lâyuhtî ve lâyüs'el vasıflarıyla neredeyse âdetâ Cenâb-ı Hakk'ın şeriki kılıyor intibaını veren bu yazıyı nasıl oldu da imzâladınız? Bu size bir şeref ya da itibâr kazandırdıracak bir yazı mı ki? Bu yazıdaki hukuk dışılığın, saçmalıkların, insanları töhmet altında bırakma şehvetinin, çok mu yorgundunuz da, hiç farkına varamadınız? İmajınızı bir hayli zedeleyen bu yazı yüzünden sizinle Medya'da gene dalga geçerlerse hiç şaşmam; ama çok, çok üzülürüm. Bunu size imzâlatan kim ise, onu lûtfen artık YÖK'de barındırmayınız!

9) İslâmî İlimler Araştırma Vakfı'nın "Tartışmalı İlmî Toplantılar" çerçevesinde 1983 yılında yapılan toplantısında takdîm ettiğim "İslâmiyet'te İlim" başlıklı tebliğ ile bunu izleyen tartışmaların zabıtları Bilgi, Bilim ve İslâm başlıklı kitabın 39-64. sayfalarında yer almaktadır10. "İlmi Allah'ın yarattığını, insanın ise kendisine verilen imkân içinde bunu keşf ettiğini ve geliştirdiğini" işleyen bu tebliğin 5 alt bölümü ise: 1) "İslâmiyet'te İlmin Menşei Allah'dır", 2) "İslâm âlemi'nde İlimlerin Tekâmülü", 3) "İslâm âlemi'nde İlme Karşı İlgisizleşmenin Sebepleri", 4) "İslâm âlemi'nde İlim ve Teknolojiye Karşı İlginin Yeniden Canlanması", ve 5) "İlim-îman İlişkisi" başlıklarını taşımaktadır. İz'an ve insaf sâhipleri için, bu tebliğ analitik bir içeriğe sâhiptir.

Kur'ân'da Allah, ilmin menşeinin kendi Zâtı olduğunu: "Rabbim her şeyi ilimle kaplamıştır" (En'âm, 80), "Ve muhakkak ki Allah her şeyi ilim ile kuşatmıştır" (Talâk, 12) ve "Ve insanlar Allah'ın ilminden ancak O'nun istediği kadarını kavrarlar" (Bakara, 255) âyetleriyle beyân etmiştir. Söz konusu toplantıda, mâlûmu hâzırûna hatırlatarak ilân etmek [size izâfe edilen yazıda savunulduğu gibi] lâiklikle neden çelişik olsun? Bu ne biçim bir zihniyettir?! Eğer bu da bir özel "takiyye" kapsamındaysa, ziyâde olsun! Bu kabil bir takiyyeye gıbta edemem. Yoksa, YÖK Kur'ân'ı da mı lâiklik karşıtı olarak algılamak ve icbâr etmek istiyor? Hâl böyle ise buna fransızcasıyla söylenecek tek bir veciz söz vardır: "Merde alors!"

10) Söz konusu yazıda bir de "Bilgi, Bilim ve İslâm adlı kitabın müsbet bilim anlayışına aykırı olduğu" iddia edilmektedir. İlimler yalnızca müsbet ya da pozitif ilimlerden ibâret değildir. Lâtince kökenli pozitif kelimesinin etimolojik anlamı: "kesin, değişime uğramaz"dır. Müsbet kelimesi ise Arapça'da sübût etmiş yâni "delillere dayandırılarak kesinlik kazandırılmış" anlamındadır. Görülüyor ki gerek Arapça müsbet kelimesi gerekse Lâtince kökenli pozitif kelimesi aynı anlama sâhiptirler. Bu, bir bakıma: 1) herhangi bir kimsenin kendi Muhayyele'sinin telkin edebileceği yanıltıcı ilhâmın, içeriğini asla değiştiremeyeceği; 2) bu bilgileri tesbit ve idrâk edenden de, tesbit ve idrâk için yararlanılan (hisler, gözlem ve ölçü âletleri, akılyürütme kuralları... gibi) araçların tümünden de bağımsız; 3) kişilerin nefislerinin hevâ ve hevesiyle uydurulmuş değil, nefislerinin dışında var olan objeler ile kaim olan objektif bilgilere dayanan ilim demektir. Buna göre "İlim Felsefesi"nde Pozitif ya da Müsbet İlimler deyimi delillere dayandırılarak, aksinin doğru olduğu gösterilinceye kadar, kesinlik kazandırılmış bilgiler içeren ilimler hakkında kullanılmaktadır.

Bütün ilimler arasında Pozitif İlimler'in özel bir yeri vardır. Pozitif İlimler: ya 1) Matematik ve Rasyonal Mekanik gibi sâdece istidlâlî [yâni gözlem ve deneylere baş vurmaksızın bunlardan tamâmen bağımsız bir biçimde: 1) ilmî, kesin, dakîk, açık ve seçik tanımlanmış kavramlardan, ve 2) temel bir takım varsayımlardan (aksiyom'lardan) yalnızca mantık kurallarına uygun ve çelişkisiz sonuçlar çıkarmağa dayanan türden] ilim olur; ya da 2) Fizik, Kimya, Astronomi, Moleküler Biyoloji, Jeofizik ... gibi gözlem, deney ve ölçümlere dayanan Tabîat İlimleri olur.

Buna göre: Hukuk, Psikiyatri, İktisat, İlâhiyat, Epistemoloji, Sosyoloji, Türkoloji, Arap-Fars Filolojisi.. ilh pozitif ilim kapsamında değildirler. Bu itibârla konuları Felsefe, Târih, Sosyoloji ve İlâhiyât olan söz konusu kitabı "müsbet bilim anlayışına aykırıdır" diye aşağılayan kimse kulaktan dolma bilgi ve kendi vehmiyle müsbet ilime gerçeğinden farklı bir içerik atfetmekle yalnızca bu konudaki cehâletini sergiliyor demektir. [Bu konuda bilgi sâhibi olmak için benim: 1) Kur'ân-ı Kerîm ve Tabîat İlimleri (Tenkidî Bir Yaklaşım), 2) Fiziksel Realite Meselesine Giriş, 3) çağdaş İlmî Tefsirde Vehmin Egemenliği başlıklı kitaplarıma müracaat edilebilir.]

4. Azîz ve muhterem kardeşim Erdoğan bey,

Size imzâlatılmış ve aşırı bir jakoben zihniyetle kaleme alınmış olan bu yazı, ihtivâ ettiği: 1) uslûb, 2) mantık, 3) adâlet, 4) hukuk, 5) kişisel hak ve özgürlüklere hörmet, 6) nezâket, 7) temkin, 8) teenni, ve 9) vehim açılarından fâhiş hatâları ve kusurlarıyla imajınızı fenâ hâlde çizen tam bir rezâlettir. Eğer sizi bu kadar yakından tanımasaydım ve Galatasaray Mekteb-i Sultânisi'nde beraber okumuş olmasaydık, pekçok kişinin işin kolayına kaçarak yaptığı gibi, doğrusu, ben de bu yazının müellifinin siz olduğunuza kolaylıkla inanırdım. Ama sizde müşâhede etmiş olduğum müstesnâ hasletler dolayısıyla bu yazıyı yazan dangalak asla siz olamazsınız. Bundan kendim kadar eminim.

Bununla beraber, yukarıda da belirtmek zorunda kalmış olduğum gibi, nasıl bir oyuna getirilmiş olursanız olunuz, İstanbul üniversitesi Rektörlüğü'ne gönderdiğiniz söylenen yazının altında sizin imzânız varsa bütün bu asılsız ithamlardan ve iftirâlardan, Allah indinde de kamu indinde de, doğacak olan maddî ve mânevî sorumluluk gene de, maalesef, size râcîdir. Bu bakımdan büyük vebal altındasınız, muhterem kardeşim.

Bana kalırsa bu vebalden kurtulmanın, aynı zamanda sizi yüceltecek de olan tek yolu: yazılı bir açıklamayla, söz konusu yazınızın töhmet altında bırakmış olduğu: 1) başta Prof.Dr. Şafak Ural olmak üzere herkesden, ve 2) İslâmî Araştırmalar Vakfı'ndan alenen özür dilemenizdir. Bu Galatasarayı Mekteb-i Sultânîsi'nde almış olduğumuz ortak eğitimin bende ihdâs ettiği gibi sizde de ihdâs etmiş olması gereken "hatâlı olduğumuzu anladığımızda, bunu bir izzet-i nefis meselesi yapma­dan, hatâlarımızdan derhâl geri dönme" hasletinin de iyi bir tecellîsi olacaktır.

Bu yazıda bana atılmış olan iftirâlar ve aşağılamalardan dolayı benden özür dilemenize ise gerek yoktur. Galatasarayı Mekteb-i Sultânîsi'nde okumuş olmanın ihdâs ettiği birâderâne sadâkatim dolayısıyla: 1) size bütün şahsî haklarımı helâl, 2) umûrunuzun hayra tebdilini ve mahzâ hayr olmasını niyâz, ve 3) vatana, millete, devlete uzun yıllar olumlu hizmetlerde bulunmanızı da temennî ediyorum, vesselâm!

Muhabbetlerimle ve hayr dualarımla..


1326 Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre


* * *


[1] Halk arasında Mesihpaşa Câmii adıyla bilinen bu câmi aslında Hadım Mesih Mehmed Paşa tarafından 1586'da inşâ ettirilmiştir. Kayıtlarda Mesih Mehmed Paşa Câmii diye de, câmii çevreleyen bâzı vakıf binâlarının Ali Paşa'ya ait olmasından ötürü de bâzen Mesih Ali Paşa Câmii ya da Eski Ali Paşa Câmii diye de geçmektedir.
[2] Erdoğan'cığım; herhâlde eski yazı ve Kur'ân hocanız merhûm Mehmet Selim Eryavuz Hocaefendi'nin Mesihpaşa Câmii'nden sonra Hırka-i Şerif Câmii'ne ve, daha sonra da, Yavuz Sultan Selim Câmii'ne imâm tâyin edilmiş olduğunu da, vefâtında Reisülkurrâ makamında bulunduğunu da, kabrinin şâhidesinin, Muallim Nâcî'nin (1850-1893) bir beyitiyle:
Hüvelbâkıy


Hak bilir, haksın îtikadımca, ey Kureyşî Resûl-i Rabb-i Alîm!

Etse bilfarz Kâinat seni inkâr, seni tasdîk eder bu kalb-i selîm.



Yavuz Sultan Selim Camii imâmı ve Reisülkurrâ


Mehmet Selim Eryavuz rûhuna Fâtiha

şeklinde olduğunu da biliyorsunuzdur.

[3] Kanaatimce bir ilim adamı kendisini siyâsî ve ideolojik yobazlıklarla rezil etmemelidir.

[4] Şimdilerde Prof.Dr.

[5] Şimdilerde Dr.

[6] Şimdilerde Prof.Dr.

[7] Şimdilerde Prof.Dr.

[8] Şimdilerde Doç.Dr.

[9] Şimdilerde Prof.Dr.

[10] Aynı vakfın 9-10 Ekim 1999 târihinde "Tartışmalı İlmî Toplantılar" çerçevesinde icrâ edilmiş olan Kur'ân ve Tefsir Araştırmaları-II başlıklı toplantının 2001 yılında yayınlanmış olan aynı başlık altındaki kitabının 295-338. sayfalarında "Kur'ân ve Astrofizik" başlıklı tebliğim ile bunu izleyen münâkaşaların zabıtları yer almaktadır.

Tasarım & Geliştirme | kerataif