Buradasınız
SAYIN EBUBEKİR SİFİL'E AÇIK MEKTUP
SAYIN EBÛBEKİR
SİFİL'E
AÇIK
MEKTUP
Ahmed Yüksel
ÖZEMRE
Muhterem Kardeşim Ebûbekir
beyefendi,
"Millî Gazete"nin 11, 12, 15, 18 ve
20 Ocak 2005 târihlerinde, bendenizin: Ocak 2002'de yayınlanmış olan Din,
İlim, Medeniyet (Düşünceler) başlıklı kitabımdaki 1) "Hadîslerin Sıhhati Meselesine Objektif Bir
Metodoloji Çerçevesinde Bakış" bölümü ile Umran dergisinde Haziran 2004'de
yayınlanmış olan 2) "Taklidî Îmândan Tahkikî Îmâna Geçişin Dramı" başlıklı
yazımı eleştiren "Yeni Hadîs Metodolojisi Arayışlarına Tâze Bir Katkı Denemesi Üzerine"
başlıklı seri hâlindeki 5 yazınıza biraz geç muttâlî oldum. Mâşâallāh! Ne kadar
da emek vermişsiniz! Bunları ve sayın Abdullah Feyzi Kocaer'in yazısını ilgiyle
ve dikkatle tetkik ederken hâfızam bendenizi doğup büyüdüğüm Münip Paşa
Konağı'nda dinî terbiyemin nasıl verildiğine götürdü.
Konakta din konusunda, Şerîat'ın temel
kāideleri yanında, ön plânda tutulan Peygamber ve Allāh (korkusu değil) sevgisi idi. Hâfız-ı Kur'ân olan
pederim ve bizi ziyârete gelen arkadaşları dâimâ, "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen
anla!" misâli, sözü Hz Peygamber'in ve O'nun hakikî ashâbının îmânlarına,
doğruluklarına, adâletlerine, sadâkatlerine, sehâvetlerine, sabırlarına,
tahammüllerine, cesâretlerine, şecaatlerine, kahramanlıklarına getirir ve
mâneviyâtımı kuvvetlendiren menkabeler anlatırlardı. Bunlar daha o günlerden
i'tibâren hayâlimdeki "İnsân" idealinin (İnsân-ı Kâmil'in) nasıl olması
gerektiğini bana idrâk ettirdiydi.
Bunun etkisi altında, diğer çocuklar
kovboyculuk oynar iken bendeniz kendi kendime, konağın üçüncü katında kimseye
duyurmadan, "Bedir-cilik" ve "Uhud-cu-luk" oynardım.
Bu terbiye bendenize Kur'ân ile Hz
Muhammed'in: 1) biribirinden ayrılması ve 2) aralarında en küçük bir çelişki
gölgesinin dahî olması mümkün olmayan bir bütün olduklarını idrâk
ettirdiği gibi O'nun ahlâk-ı hamîdesinin de eksiksiz ve ekmel olduğunu
fehmettirdi. Ayrıca, O'na şüpheli hiçbir şeyin izâfe edilmemesinin
edebini de öğretti. Zâten her tefekkür ve iz'an sâhibi
mü'minin "Muhakkak ki Sen en yüce
ahlâk üzeresin" (LXVIII/4) ve "Biz
Seni ancak âlemlere rahmet olarak irsâl ettik" (XXI/107) âyetlerinin
medlûlünden aynı neticeye vâsıl olması gerekmez mi? Yâni her
mü'min Hz Peygamber'in ahlâkından ve salâbetinden şüphe ettirecek her beyânı,
O'na duyduğu muhabbete binâen, vicdânî huzur ve kanaat-i kâmileyle tereddütsüz
reddetmek, O'na izâfe etmemek mecbûriyetindedir.
Yaklaşık bir 30 yıllık tetebbu'un sonucu olarak bendenizin hadîs
rivâyetleri konusunda ittihâz etmiş ve açıklamaktan aslā ve kat'a çekinmediğim
husûs da işte budur. Hangi hadîs rivâyeti metni:
- Kur'ân'a muhâlif ise, ya da
- Cenâb-ı Peygamber'in bizzât Kur'ân tarafından övülmüş olan
yüce ahlâkına muhâlif unsurlar ihtivâ ediyor ise, ya da
- Anakronik (zamanın
akış yönüne aykırı) unsurlar ihtivâ ediyor ise, ya da
- Fizikî olarak Allāh'ın mîzân üzere koruduğu kevnî düzene
muhâlif unsurlar ihtivâ ediyor ise, ya da
- Müşâhedeye, sübût etmiş olan ilme ve sağduyuya muhâlif
unsurlar ihtivâ ediyor ise, ya da
- Çözümü olmayan
meseleler vaz ediyor ise
bendeniz: 1) bu metni vicdânî huzur ve
kanaat-i kâmileyle derhâl reddederim; 2) bu rivâyet metniyle aslā
amel etmem; ve 3) bu rivâyet metnini Cenâb-ı Resûl'e aslā izâfe etmem;
çünkü bu izâfet bendenizde Cenâb-ı Peygamber ile ilgili olarak çocukluğumdanberi
teessüs etmiş olan "edeb"e göre, o mâsum Resûl'e, bizzât sizin tâbirinizle bir
"iftirâ" olurdu.
Râvilerinin kim
ya da kimler olduğu nasıl rivâyet ve de iddia edilirse edilsin, bu kusurlu rivâyet metinlerini zırva diye tavsif etmekten de
aslā çekinmem. Ve bu zırvaların şu ya da bu şekilde zorâki
te'vîlinin de: 1) iz'anla ve ilimle alâkası olmayan
fuzûlî bir "kendi kendini aldatmaca" ve
"kitabına uydurma" gayretkeşliği, ve de 2) bir
başka zırva olduğuna inanırım.
Bu tutumun, îmâ ve izâfe edilmeye çalışıldığı
gibi, 1) "Sünnet"i ya da "hadîslerin tümünü"
red ile de, 2) "Arapça'ya vâkıf olamamak" ile de, 3) "ihtisâs" ile de, 4) "ilmî
kifâyetsizlik" ile de, 5) "avamlık" ile de, 6) "uçukluk" ile de, 7)
makālelerimde bulunmayan ama benim adıma sarf ve izâfe edilmiş olan kelâmlar ile
de; ve bunun ötesinde, 8) dinî bir sapıklık ile de bir hiç alâkası yoktur [yalnızca Cenâb-ı Peygamber'e hörmet ve
muhabbetle ilgisi vardır, vesselâm!]. Yıllardır özenle seçmiş olduğum ve hayatıma
yön vermiş ve vermekte olan 1500 kadar hadîsi de göstermelik koleksiyon olarak
kitapların içinde saklamamakta, vicdânî huzur ve kanaat-i kâmileyle,
Elhamdülillāh bunların direktifleri doğrultusunda her an amel ve de cihâd
etmekteyim.
Muhterem
Kardeşim Ebûbekir beyefendi,
Muhakkak ki zât-ı âlîniz ve sayın Abdullah
Feyzi Kocaer beyefendi hem çok âlim ve hem de bendenizden mutlakā kat be kat
daha fazla takvâ ve cidâl sâhibisinizdir. Bu
vasıflarınızı, makālelerinizde ittihâz etmiş olduğunuz gibi, ne kadar ayrıntılı
izhâr etseniz ve bunlarla zımnen ya da âşikâre ne kadar tekebbür etseniz
yeridir. Bunu çok iyi anlıyorum. Bununla beraber "Hadîs İlmi" denilen konuda bu
denli mütebahhir olan sizlerin, özellikle ayrıntılarda göstermekte olduğunuz
hassasiyetin nezdinizdeki değeri kadar bendenizin
Cenâb-ı Peygamber'i idrâk ediş tarzımdaki bu: 1) hassasiyetimi de 2) edebimi de, munsifâne, en azından
teslim etmenizi beklerdim. Eninde sonunda üçümüz de: "Lâ İlâhe İllallāh,
Muhammedün Resûlullāh" kelâmında şeksiz şüphesiz birleşmekte değil
miyiz? Bendeniz cidâl konusunda Cenâb-ı Peygamber Efendimizin,
kendisiyle amel ettiğim bir diğer hadîsine ittiba' ederek sözü uzatmadan burada
kesiyorum.
Cenâb-ı Hakk hepimizin idrâkini ref, fehâmet ve
iz'anını tahkîm, ilmini tezyid, (XLIX/12) âyetine uymasını nasîb, zanlarını hüsn ile tezyin,
umûrlarını hayra tebdîl, sa'ylerini meşkûr, îmânını da selîm etsin! Âmin.
Muhabbetlerim, hayr u dualarım ve tezyid-i
ömür niyâzımla…