Buradasınız
SAYIN CUMHURBAŞKANI'na, T.B.M.M'ne, HÜKÜMET'e, ANAYASA MAHKEMESİ'ne, ve KAMUOYUNA Açık Mektup
Prof. Dr. Şarman Gençay'ın Türk Nükleer Enerji Forumu'nun 18 Ocak 2008 târihinde Basın Toplantısı'nda açıklanan konuşması
Medyamızın Değerli Mensupları,
Türk Nükleer Enerji Forumu adına sizleri saygıyla selâmlıyorum.
Mesleği gereği nükleer enerjinin çeşitli alanlarında uzmanlık kazanmış olanlar bir süredir çok tedirginler. Hükûmetin ülkemizde nükleer güç reaktörleri kurma kararını içtenlikle desteklemekte ve uygulamayı umutla beklemekteydik. 9 Kasım 2007'de 5710 sayılı Yasa'nın kabûlü ve daha sonra yayınlanan TAEK Ölçütleri bizde tam bir hayal kırıklığı yarattı. Meslekdaşlarımız arasında telefon ve elektronik posta trafiği çok yoğunlaştı. En kıdemli hocamız ve bir diğer arkadaşımız Ocak ayı başında uzun eleştirel makaleler yayınladılar. Ancak, kişisel eleştirilerin yanında bir meslek topluluğu olarak da görüşlerimizi duyurmamız gerektiği fikri giderek ağırlık kazandı. Bu sabah sizlere sunduğumuz AÇIK MEKTUP böyle ortaya çıktı. Elektronik haberleşmenin sağladığı hız ve kolaylık sâyesinde günümüzde, klâsik örgütlenme biçimlerine ihtiyaç duyulmadan da bir meslek grubu eşgüdüm içinde görüşlerini duyurabiliyor. Ortak paydası nükleer alanda uzmanlık olan bu gayrı resmî oluşuma, çalışmalarımız sırasında Türk Nükleer Enerji Forumu adını verdik.
Pek çok arkadaşımızın fikir ve katkılarıyla oluşan açık mektubumuzun hacimli ve teknik içerikli olduğunun bilincindeyiz. Bu nedenle, ben sizlere mektupta imzâsı olan olmayan tüm Forum mensubu meslekdaşlarımızın üzerinde mutabık olduğu hususları kısaca sunmaya çalışacağım.
- Mevcut Yasa ve Ölçüt’lerde pek çok teknik yanlış, eksik ve boşluklar var. Ayrıntılarını AÇIK MEKTUP'da özetlediğimiz teknik hususları bir yana bırakalım, en temel mesele yâni nükleer santral teknolojisinin ülkeye kazandırılmasının "amaç" olduğunun Yasa metnine konulması dahî unutulmuş.
- Türkiye 40 yıl içinde üç kere nükleer güç santralları almayı denedi. Her seferinde ciddî bir ön hazırlık yapıldı; kalifiye eleman yetiştirildi, kamuoyu desteği arandı ve binlerce sayfalık teknik şartnâmeler hazırlandı. Bu defa Hükûmet'in dört küsur yıl önce aldığı bir kararın uygulanması için TAEK ancak dört sayfalık bir metin üretti. Böyle bir hazırlıkla reaktör değil ancak başınıza dert alırsınız.
- Bu eksik hazırlığın dayandırıldığı temel konsept de çok yanlış. Öncülük özel teşebbüste olacak iddiasıyla, sanki bürokratik engeller kaldırılırsa reaktör üreticileri koşa koşa Türkiye’ye gelip yatırım yapacaklarmış gibi bir hava yaratılıyor. Biz santral kurulduktan sonra yapımcı şirkete 15 yıl elektrik alım garantisi vereceğimiz vaadiyle ihâleye çıkmayıp, bir "yarışma" açacakmışız. Bir bilim adamı olarak bu kadar çok yanlışın neresini düzelteyim bilemiyorum:
Bir defa nükleer reaktörlerin ilk yatırım mâliyetleri çok yüksektir. Bu yüzden aşmak zorunda olduğunuz ilk ve en önemli darboğaz finansmandır. Evet, elektriği daha ucuza üretirsiniz ama yatırdığınız paranın karşılığını yıllar sonra almaya başlarsınız. Özel sektörün Türkiye koşullarında bu uzun erimli riskleri yüklenerek öncülük edebileceğini varsaymak saflıktan değilse, derin bir bilgisizlikten olmalı. ABD’de Bush yönetimi pek çok malî teşvik sağladığı halde yatırımcılar bu yüzden hâlâ tereddüt ediyorlar.
Reaktör ayrıca, fiyatları serbest piyasada oluşan bir nesne değil ki, Şehir Hal’inde müzâyede düzenler gibi yarışma açasınız. Sonuçta kamu kaynaklarından önemli harcamalar yapmanız gerekecektir. Hareket noktası yanlış olduğu için bütün bu sorular mevcut yasal ve idarî yapı içinde boşlukta kalmaktadır. Buraya kadar ayrıntıları AÇIK MEKTUP'da yer alan eleştirilerimizden söz ettim. Şimdi de kısaca ne yapılması gerektiğine değinmek isterim.
Enerji sorunu ile Türkiye'nin başı büyük derttedir. Türkiye, yıllık yaklaşık % 8.5 artış ile elektrik enerjisi artışı en yüksek olan ülkelerden biridir. Böyle bir ülkenin, 21. yüzyılın başında, yakın, orta ve uzun vadeleri kapsayan bir enerji politikasının olmayışı kabûl edilemez. Enerji politikalarında orta vâde 10-15, uzun vâde ise artık 20- 30 ve hatta bazı konularda 50 yılı öngörmelidir. Özellikle de çevreyi koruyan bir yapıya sâhip olmalıdır. Bu, iktidarların sürelerini aşan bir zaman aralığıdır. Türkiye'nin bu tür devlet projeleri hazırlamak alışkanlığı yoktur, fakat edinilmesi artık zorunludur. Nükleer elektrik üretimi ve nükleer teknoloji transferi, öncelikle böyle sağlam ve uzun vâdeli bir enerji politikasının sonuçları olmalıdır.
Nükleer politikalar, ulusal stratejik tercihlerdir. Bu tercihin önemli bir bileşeni de santral tipinin seçimidir. Santral tipi nükleer teknolojinizi etkiler, şekillendirir. Bu konu şirketlerin isteğine bırakılamayacak kadar önemlidir. ABD de bile Enerji Dairesi verdiği araştırma destekleri ve gereğinde koyduğu yasaklamalar ile teknolojinin yönlendiricisi ve karar vericisi rolünü etkin bir şekilde yerine getirmektedir.
Anahtar teslim bir nükleer santral almak teknoloji transferinin ilk adımı olarak görülebilir. Bu durumda, kadrolarınızın tüm güvenilirlik analizlerini ve nükleer mühendislik hesaplarını, güvenlik sistemlerinin ayrıntılarını kavramaları, bu yetkinliğe sahip olmaları gerekir. Kısaca nükleer enerji, devletin sahip çıkacağı ve yönlendireceği önemli bir stratejik proje olup, sadece üretilen enerjinin serbest piyasa ticarî değerinin ötesinde bir anlam ifâde eder. Nükleer teknoloji ileri endüstri ülkesi olmanın bir göstergesi olup, bunu sağlıyacak plânlama ve yetişmiş insan gücünü gerektirir. Bu bilince sahip olmamak uzun gecikmeler, para kayıpları ve teknolojik hedefe ulaşamama ile sonuçlanır.
"Türk Tipi Nükleer Yatırım Modeli "adı verilen yukardaki yaklaşımın kaynağında yerli-yabancı herhangi bir ön çalışma var mı? Bilmiyoruz. Üniversitelere, uzmanlarımıza danışan olmadı. Kendi içimizdeki tartışmalarda maalesef, üzülerek şu sonuca vardık: Dünyanın başka hiç bir ülkesinde örneği olmayan bu modelle sağlıklı bir teknoloji transferine de, ciddi bir nükleer güce de kavuşabilmemiz mümkün değildir.
Kaygılarımızı, ülkemizin en yüksek organları ve halkımızın bilgisine sunmak istedik. Henüz çok geç değil. Ülke içinde ve dışında yetişmiş kadrolarımız, üç sonuçsuz girişimden kazandığımız değerli bir tecrübe birikimi ve gerekli beyin sermâyemiz mevcuttur. İstenirse bu potansiyel güç harekete geçirilip, ülkemizin nükleer teknolojiye sorunsuz geçmesinin şartları süratle hazırlanabilir. Son söz olarak bir noktayı vurgulamak isterim. Nükleer teknolojiye ilk geçen beş büyük devlet bir yana, Türkiye’nin boy ölçüşebileceği devletler arasında nükleer teknolojiye serbest piyasa koşullarında sâhip olanı yok ama yanlış yolları deneyip, zarara uğrayan çok var. Arkadaşlarım ve ben sorularınız yanıtlamaktan büyük mutluluk duyacağız.
* * *
SAYIN CUMHURBAŞKANI'na,
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'ne,
HÜKÜMET'e,
ANAYASA MAHKEMESİ'ne,
ve
KAMUOYUNA
Açık Mektup
Türk Nükleer Enerji Forumu
18 Ocak 2008
Ankara
BASIN İÇİN BİLGİ NOTU
1. Biz, bu “Açık Mektup”u imzalayanlar ve destek verenler Türkiye’mizin nükleer teknolojiye terfiini bir ulusal hedef olarak görmekteyiz. Dolayısıyla, iç politika çekişmelerine konu edilmemesi gerektiğine inanıyoruz.
2. Bu nedenle, çıkışımız hiç bir şekilde herhangi bir siyasî hareketin doğrultusunda veya Hükümetin aleyhinde bir girişim olarak yorumlanamaz. Yalnızca, Hükümetin desteklediğimiz “Türkiye'nin nükleer enerjiye geçmesi” konusundaki ilke kararının mevcut hukuksal altyapı ve yetersiz bürokrasiyle uygulamaya aktarılamayacağı gerçeğini tarihsel ve bilimsel temelde kamuoyuna ve yetkililere açıklamak istedik. Uyarımız yankı bulmaz ve girilen yolda israr edilirse, ilk nükleer güç santralını kurmamız kesinlikle çok gecikecek veya geciktirilebilecek ve bunun kamuya maliyeti yüksek olacaktır.
3. Tarihsel gelişmelerin anlatıldığı ve güncel yanlışların eleştirildiği uzun bölümdeki ifadelerin hiç biri, biz imzacıların herhangi bir teknolojiyi ya da ülkeyi öne çıkarmak veya yermek istediğimiz şeklinde yorumlanamaz. Hangi seçeneğin ya da seçeneklerin ulusal çıkarlarımıza daha uygun olduğu, bugünkü yanlışlar düzeltildikten sonra bilimsel temelde uzun çalışma ve tartışmalar sonucunda belirlenebilecektir.
5710 sayılı "Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun" incelendiğinde, bu yasanın, nükleer konuların asla uzmanı olmayan kişilerin eseri olduğu derhal anlaşılmaktadır.
Bu yasa, nükleer santrallerin kurulmasını: 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 4964 sayılı Kamu İhale Kanununda Değişiklikleri İçeren Kanun'un kapsamlarının dışında, yani Devlet'in sıkı denetiminin dışında tutmayı öngörmekte (ki, özel teşebbüsün önaldığı ABD’de bile bu alanda Devlet denetim ve gözetimi çok sıkıdır); nükleer santral yapımcısının hem inşaat süresini uzatacak ve hem de hızını kesecek hantal, karmaşık ve yolsuzluğa elverişli bir bürokratik süreç tesis etmektedir.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından bu konuyla ilgili olarak açıklanmış olan "ölçütler" ise, esefle belirtmek gerekir ki: Türkiye'nin bu alanda daha önceki deneyimlerinden hiç ders alınmamış olduğuna işaret eden çelişkiler, ve işleticiler tarafından gerçekleştirilmesi olanaksız hükümlerle doludur.
Devletimizin cÖmertçe sağlamış olduğu yurt içi ve yurt dışı olanaklarının ve bunların sonucu olarak nükleer konularda kazanmış olduğumuz bilgi ve deneyimimizin omuzlarımıza yüklemiş olduğu minnet ve sorumluluk duygularının bilincine sahip ve Türkiye'nin nükleer enerjiye sorunsuz geçmesine gönül koymuş, emek vermiş olan aşağıda imzaları bulunan bizler1, yukarda andığımız mevzuatı [Yasa'yı ve ölçütler'i]:
1. Sorun çözmekden çok, çözümü olanaksız bir sürü soruna gebe, ve
2. Türkiye'yi içinden çıkılmaz bir batağa sürükleme potansiyeline sahip
Sayın Cumhurbaşkanı'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, Hükümet'in ve Anayasa Mahkemesi'nin bu konuyu:
1. Bilimin, ve
2. Teknolojinin gereklerine, ve de
Türkiye'nin çıkarlarına uygun olarak bir kere daha gözden geçirmelerine olanak sağlamak üzere ekteki açıklayıcı bilgileri ve eleştirilerimizi bu makamların dikkatlerine ve kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunuyoruz.
İMZA LİSTESİ
2. Yar. Doç. Dr. Oğuz AKALIN [ÇNAEM eski araştırıcısı, Kanada OntarioHydro firması nükleer güç santralleri eski güvenlik uzmanı, İstanbul Kültür üniversitesi öğretim üyesi]
3. Prof. Dr. Sezgin ALSAN [ÇNAEM'deki TR1 reaktörünün güncelleştirilmesinden sorumlu ekibin eski elemanı, İstanbul Ticaret üniversitesi Mühendislik ve Tasarım Fakültesi Dekanı]
4. Prof. Dr. Namık Kemal ARAS [Türkiye Bilimler Akademisi Şeref üyesi, Asya Bilimler Akademileri Birliği Genel Sekreteri]
5. Ünal AZAKLIOĞULLARI [ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski elemanı]
6. Nük. Y. Müh. Kürşat B. BEKAR [Mechanical and Nuclear Engineering Dept. Penn State, ABD]
7. Doç. Dr. Haluk BERKMEN [ODTÜ eski öğretim üyesi, Uluslar arası Nükleer Enerji Ajansı (IAEA) Nükleer Tesisler Müfettişliği'nden emekli]
8. Nük. Y. Müh. Sacit M. ÇETİNER [Mechanical and Nuclear Enginering Dept. Penn State, Doktor öğrencisi, ABD]
9. Dr. Necmi DAYDAY [ÇNAEM'deki TR1 reaktörünün güncelleştirilmesinden sorumlu ekibin eski elemanı, IAEA Nükleer Tesisler Müfettişliği'nden emekli, Galatasaray üniversitesi öğretim üyesi]
10. Nük. Müh., M.B.A. Cemil DİREKCİ [Termopet]
11. Büyükelçi Ömer ERSUN
12. Doç. Dr. Çetin ERTEK [IAEA Nükleer Tesisler Müfettişliği'nden emekli, ÇNAEM eski araştırıcısı]
13. Prof. Dr. Şarman GENÇAY [İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü, Nükleer Bilimler ve Nükleer Uygulamalar Anabilim Dalları eski başkanı, ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski üyesi]
14. Nük. Y. Müh. Cenk GÜLER [Senior Engineer, Westinghouse Electric Co., ABD]
15. Prof. Dr. Osman Kemal KADİROĞLU [Hacettepe üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü eski Başkanı]
16. Nük. Y. Müh. Aydın KARAHAN [MIT Nuclear Science and Engineeering Dept. Doktora öğrencisi, ABD]
17. Dr. Ahmet KÜTÜÇÜOĞLU [TEK Nükleer Santraller Dairesi eski Başkanı]
18. Prof. Dr. Servet MUTLU [İktisat Bölümü Başkanı, Başkent üniveristesi]
19. Prof. Dr. Ahmed Yüksel ÖZEMRE [İstanbul üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsü ile Matematiksel Fizik Anabilimdalı eski Başkanı, İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski öğretim üyesi, TAEK İlmi İstişare Kurulu ve Atom Enerjisi Komisyonları eski üyesi, ÇNAEM eski Müdürü, TAEK eski Başkanı, Akkuyu Nükleer Santral İhalesi'nde TEAŞ Genel Müdürü Baş Danışmanı]
20. Prof. Dr. Yalçın SANALAN [TEAK eski Başkanı, Hacettepe üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü kurucusu ve eski Başkanı]
21. Prof. Dr. Adnan ŞAPLAKOĞLU [ODTÜ eski öğretim üyesi, Ankara Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi eski Müdürü]
22. Nük. Y. Müh. Sonat ŞEN [PBMR, Centurion, Güney Afrika Cumhuriyeti]
23. Büyükelçi Pulat TACAR
24. Prof. Dr. Altan TAPUCU [İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski öğretim üyesi, ÇNAEM TR1 reaktörü eski işletme sefi, École Polytechnique de Montréal Institut de Génie Nucléaire'in eski direktörlerinden ve emekli öğretim üyesi]
25. Dr. Kahraman TUNABOYLU [Türkiye Elektrik Kurumu Nükleer Yakıt Şubesi eski Başkanı, İsviçre "Motor Colombus" ve "Colenco Power Engineering and Consulting" Firmalarında Nükleer Güvenlik, Nükleer Yakıt çevrimi ve Radioaktif Atıklar konusunda Uzman ve Proje Başyöneticisi (Chief Project Manager), emekli]
26. Elek. Y. Müh. Tamer TÜRKALP [GATE Elektronik A.Ş.]
27. Dr. Erdinç TÜRKCAN [Energie Centrum Nederland (ECN) eski Nükleer Bölüm Başkanı, Borssele nükleer santralinin eski denetçisi, IAEA Uzman Sistemler ve Nükleer Güvenlik eski Uzmanı]
28. Prof. Dr. Yusuf VARDAR [Atom Enerjisi Komisyonu eski üyesi, TÜBİTAK Bilim Kurulu eski Başkanı, Ege üniversitesi eski Rektörü]
29. Doç. Dr. Serhat YEŞİLYURT [Sabancı üniversitesi]
30. Nük. Müh. Ümit YILDIRIM
31. Assis. Prof. Bilge YILDIZ [MIT Nuclear Science and Engineering, ABD]
32. Nük. Y. Müh. Fatma YILMAZ [Entergy Nuclear South, Corporate Engineer, ABD]
33. Dr. Yüksel PARLATAN [Teknik Danışman, Ontario Power Generation, Kanada]
TÜRKİYE'NİN NÜKLEER KÖKENLİ
ELEKTRİK ÜRETME GİRİŞİMLERİ
18 Ocak 2008
Ankara
1. 5710 sayılı yasanın ve TAEK'in ölçütlerinin arz ettiği tehlikeleri ve ülkeyi nasıl bir batağa sürükleyeceklerini algılayabilmek için Türkiye'nin nükleer santral tesis etmek konusunda yaşamış olduğu evrelere kritik bir göz atmak yeterlidir.
Türkiye'nin elektrik üreten nükleer santrallere sahip olması gerektiği düşüncesi Atom Enerjisi Komisyonu'nun 1958 yılındaki ilk toplantılarında bile apaçık bir biçimde oluşmuş bulunmaktaydı. Fakat çeşitli nedenlerden ötürü bu yöndeki ilk çalışmalar Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİEİ) bünyesinde oluşturulan bir çalışma grubu tarafından ancak 1965 yılından başlayarak yürütüldü.
Biri ABD'den, biri İsviçre'den, diğeri de İspanya'dan üç firmanın oluşturduğu bir konsorsiyum bu konuda EİEİ'ye danışmanlık hizmeti vererek 1969'da sonuç raporunda, nükleer enerji kökenli elektrik üretiminin ilk adımında, ve ülkenin olanak ve koşullarına daha çok uyduğu gerekçesiyle, Türkiye'nin 400 MWe'lik doğal uranyum ve basınçlı ağırsulu PHWR tipi bir reaktörle işe başlamasını önermişti.
Ancak 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) kurulduktan sonra bu proje yeterince siyasal bir destek bulamadığından kadük kalmıştır.
2. 1972'de TEK'de Nükleer Santraller Dairesi kurulmuş, 1974 yılında bir nükleer santral kurulması kararı alınmış ve yer seçimi için çalışmalar başlatılmıştır. Bu çalışmaların sonunda Silifke'nin 80 km kadar batısında deniz kıyısında Eceli Belediyesi'ne bağlı olan Akkuyu mevkii, nükleer santral sit alanı olarak uygun görülmüş ve sonradan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na (TAEK'e) dönüşecek olan o zamanki Atom Enerjisi Komisyonu Teşkilatı 1976'da buraya, elindeki: 1) sismik etüt sonuçlarını, 2) zemin mekaniği araştırmalarını, 3) meteorolojik ve 4) oseanografik değerlendirme sonuçları ile 5) flora ve fauna incelemelerini göz önünde tutarak, "nükleer santral sit alanı" olarak lisans vermiştir.
Ancak sit alanıyla ilgili çalışmalar 40 kadar yerli ve yabancı bilimsel kuruluşun katkısıyla 1982 yılına kadar sürmüştür. Bu çalışmalardan sonra TAEK, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na (IAEA'ya) başvurarak uzman bir heyeti Türkiye'ye davet etmiştir. Bu heyet 1983 yılında Akkuyu'nun nükleer sit alanı olarak seçilmesinin isabetli olduğunu onaylayan bir raporu TAEK'e vermiştir.
1976 yılında üçü İsviçre'den ve biri de Fransa'dan 4 firmanın oluşturduğu bir konsorsiyum danışman olarak tutularak hazırlatılan teknik şartnâme dosyaları ışığında nükleer santral için çeşitli firmalardan tek tek teklif alınmıştır. Tekliflerin değerlendirilmesi sonucunda da 1977 yılında İsveç kökenli ASEAATOM / STALLAVAL konsorsiyumu ile sözleşme öncesi görüşmelere başlanmıştır. Ancak 12 Eylül 1980'deki askeri darbeden sonra İsveç Hükümeti "demokratik olmayan bir ülkeyi muhatap almama" kararı aldığından görüşmeler kesilmiştir.
3. 1982 yılında nükleer santral için TEK aracılığıyla: AECL (Atomic Energy of Canada Limited), SiemensKWU ve GE (General Electric) firmalarından teklifler toplanmıştır. 1983'de 7405 sayılı "Nükleer Tesislere Lisans Verilmesine Dair Tüzük" yürürlüğe girmiş, 2 Kasım 1983 de yasa kuvvetinde kararname ile NELSAK (Nükleer Elektrik Santralleri Kurumu) kurulmuşsa da hiçbir zaman işlerlik kazandırılmamış olan bu kurum 1993 yılında 3743 sayılı yasayla kaldırılmıştır.
30 Ağustos 1984'de pazarlık görüşmelerinde anlaşma sağlanmış ise de Hükümet anahtar teslimi esasına göre başlamış olan nükleer santral ihalesinin temel koşulunu Yap-İşlet-Devret koşuluna dönüştürdüğünü açıklayınca KWU; kendisine hazır Akkuyu nükleer sitinin aksine 1981-84 yılları arasında yapılan çalışmalarda kesin sonuçlara varılamadığı için yer lisansı verilemeyen Sinop önerildiği için de GE ihaleden çekilmişlerdir. KWU ile görüşmeler 1985 yılına kadar sürdürülmüşse de Şirket kredilerde Türk devletinin garantör olmasında ısrar ettiği ve bu şart tarafımızdan kabul edilmediği için sonuç alınamamıştır.
AECL ile 1985 yılında Yap-İşlet-Devret modeline göre bir ön anlaşma imzalanmış olmasına karşın: bir yandan (Hamitabat ve Ambarlı) gibi termik santrallerin daha elverişli olduğu hakkında Hükümet'in kimi üyelerinde beliren yanlış bir kanı dolayısıyla oluşan siyasal irade eksikliği, diğer yandan da Kanada Hükümeti'nin, üretilen elektriğin Devlet tarafından satın alınacağına dair istediği garantiyi Türk Hükümeti'nin vermek istememesi dolayısıyla, Yap-İşlet-Devret modelini fazla riskli bulmasından ötürü 1986'da bu girişim de sonuçsuz kalmıştır.
Bu girişimin başarısız olmasının başlıca nedeni anahtar teslimi şartıyla başlatılan görüşmelerin ileri bir safhasında tarafımızdan “yap-işlet-devret” modelinin şart koşulabilmesi, diğer bir ifadeyle nükleer santral yapımcılarıyla yapılan teke tek pazarlıkların sağlam bir hukuksal temele, yani tarafları hukuken sıkıca bağlayan bir İhale Şartnamesi metnine dayanmamakta oluşudur.
Nükleer santral yapımcılarının çok istekli olmalarına karşın işin hukuksal değil teknik ve ekonomik zeminde yürütülmesi, finansman sorunlarında çıkan güçlükler ve Devletimizin şirketlerin talep ettiği ucu açık malî garantileri vermemesi onların, bir macera olarak gördükleri bu ihaleden vaz geçmelerine neden olmuştur.
Nükleer santral kurma girişimlerinin sonuçsuz kalması karşısında, 1957-1987 arasında yurt içinde ve yurt dışında yetişmiş olan nükleer mühendis, nükleer uzman, nükleer fizikçi, nükleer teknisyen gibi yaklaşık bin kadar uzman potansiyelimizin önemli bir bölümü, yavaş yavaş ya yurt dışına ya da Türkiye'de uzmanlıklarıyla ilgili olmayan başka işlere kaymışlar ve hatta Ocak 1988'de TEK'in "Nükleer Santraller Dairesi" bile kapatılmış, bu dairenin deneyimli kadrosu da dağılmıştır.
Oysa gerek 1976 gerek 1982 girişimlerinde, TEK'in Nükleer Santraller Dairesi'nin deneyimli kadrosu binlerce sayfa müzâkere dokümanı hazırlamış ve nükleer santral işinin doyurucu bir sonuca ulaşması için olağanüstü bir ekip çalışması sergilemişti.
Türkiye'nin, bir yandan resmi açıklamalara göre % 1,47 olan oldukça yüksek nüfus artışı ve diğer yandan da hızlı sanayileşmesi dolayısıyla, enerji gereksinimi her yıl bir öncekine oranla, ortalama % 8,5 dolayında artmaktadır. Bu ise hemen hemen her 10 yılda bir, ülkenin enerji gereksiniminin ikiye katlanması demektir.
Türkiye'nin geleceğe yönelik enerji gereksinimini irdeleyen ciddi incelemeler 1972'den beri: bağımsız akademisyenler, TEK, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı'nın organları, Devlet Planlama Teşkilatı ve üniversiteler tarafından yapılagelmiştir. 1972'de türünün ilki olan bir incelemede3 Türkiye'nin XXI. yüzyılın başlarında büyük bir kurulu güç açığı bulunacağı hesaplanmış ve bu açığın kapanabilmesinin de ancak nükleer enerjiden yararlanmakla mümkün olacağı vurgulanmıştı. Bugüne kadar geçen zaman zarfında resmi makamlar tarafından yapılan benzeri değerlendirmeler 1972 tarihli bu raporun sonucunu kalitatif olarak hep doğrulamış bulunmaktadır.
Doğalgaz faktörünün devreye girmesiyle yapılan son ve iyimser değerlendirmelerde bile kömür, doğalgaz ve hidrolik potansiyele dayanılarak yapılan talep tahminlerinde 2020 yılı için ortaya çıkan enerji açığının nükleer enerjiden yararlanarak kapatılması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu durumda 2020 yılına kadar en az 10.000 MWe'lik bir nükleer gücün kurulmuş olması gerekecektir4.
Güneş ve rüzgar enerjisi5 ya da biyomas gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının hiçbiri bu büyüklükteki bir enerji açığını kapatmak için, ne yazık ki, yeterli değildir. 2020 yılı için öngörülen bu açığın: ekonomik olduğu, sürekli enerji üretim güvencesi sağladığı, ve diğer alternatiflere oranla, büyük güçlerde kurulabildiği için nükleer enerjiden yararlanarak kademeli kapatılması tek çözüm olarak gözükmektedir. Bu çerçevede, fosil yakıtların sorumlu tutulduğu küresel ısınmadan duyulan endişenin sanayileşmiş ülkeleri de iklim ve doğa şartlarına bağımlı olmayan yegane güç kaynağı olan nükleer santrallere yönelttiği, bu konuda örneğin Avrupa Birliği içinde halen ciddi bir çalışma yürütüldüğü dikkate alınmalıdır.
ülkede nükleer santrallerin kurulmasının, nükleer santral teknolojisinin bir bölümüne egemen olmamızı da mümkün kılması gereklidir. Nükleer santral teknolojisine egemen olabilmek gibi ulusal bir hedef ise: önce bir ya da birkaç teknoloji seçimine, ve sonra da bu yönde sağlam ve sürekli bir siyasal iradenin oluşmasına bağlıdır. Bu konu: 1) bilimsel yeterliğe sahip yerli-yabancı danışma mekanizmalarından mahrum bürokrasinin, ve 2) özel firmaların çıkar hesaplarına "bırakılmayacak kadar önemli ve stratejik" bir konudur.
Nükleer santral teknolojisinin ya da teknolojilerinin seçimi yalnızca İşletici'nin ekonomik tercihlerine de bağlı olamaz, olmaması gerekir. Böyle bir seçimin, ulusal çıkarları göz önünde tutan "ulusal bir strateji çerçevesi içinde", ekonomik endişelerin yanında:
2. Ulusal iletim ağının (enterkonnekte şebekenin): kapasitesini ve stabilitesini koruyacak, voltaj ve frekans pertürbasyonlarını ise minimum düzeyde tutacak niteliklere sahip olmasını,
3. Ulusal ham madde kaynaklarının değerlendirilmesi olanağını,
4. Güney Kore örneğinde olduğu gibi, kısa zamanda, kendi nükleer santrallerimizi yüksek bir gerçekleştirme oranında bizzat kendimizin inşa etmemizi sağlamaya olanak sağlamasını da
1970-1982 yılları arasında Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu Nükleer Güvenlik Komitesi başkanı iken, nükleer konularda, nükleer enerjiye geçme konusundaki başarısız 1976 ve 1982 deneyimlerindeki hataları analiz edip bunlardan ders alarak Türkiye'nin "Nükleer Santralleri Lisanslama İlkeleri"nin temellerini saptamış olan, rahmetli Prof. Nejat Aybers ve ekibidir.
2690 sayılı yasaya göre TAEK ülkedeki nükleer tesislere lisans vermekle yükümlü tek yetkili kurumdur. Fakat gerçekçi olmak gerekirse, TAEK'in orijinal bir nükleer santral tasarımını sıfırdan başlayıp inceleyerek lisans vermek konusunda, geçmişte olduğu gibi bugün de:
- örneğin Alman Lisanslama Kurumu Gesellschaft für Anlagen und Reaktorsicherheit (GRS) ya da Amerikan Nuclear Regulatory Commission (NRC) gibi, etken ve de bağımsız bir örgütü,
- Bu konuda yetişmiş yeterli sayıda elemanı,
- Eksiksiz bir mevzuatı,
- Yeterli donanımı, ve
- Yeterli bilgi ve deneyim düzeyi
2. Yapımcının ülkesindeki lisanslama prosedürüne uyup uymadığının,
3. Bu lisanslama prosedürünün komponent bazında değil de santralin tümünü kapsayıp kapsamadığının,
4. Yapımcının kendi ülkesinde referans olarak gösterdiği lisanslanmış santralin aynını teklif edecek yerde, fiyatını düşük gösterebilmek için: farklı, daha az güvenli ve daha az güvenilir bir santral sunmuş olup olmadığının,
5. Eğer farklı bir santral sunulmuşsa bunun lisanslanmış santralden hangi noktalarda saptığının,
6. Bu sapmaların TAEK açısından kabul edilebilir olup olmadıklarının incelenip lisansın buna göre verilmesini vazgeçilmez ilkeler olarak kabul etmiş; ve bu kısıtlı olanakların maksimum etkenlikte kullanabilmesi için de:
7. Türkiye'de kurulacak olan bir nükleer santral örneği için, yapımcının ülkesindeki ulusal lisans verme otoritesi tarafından verilmiş lisansının bulunmasını şart koşmuştur.
Nükleer santral kurmak gibi maliyeti milyarlarca dolara erişen bir konuda kendi ulusal lisans otoritesinden lisans almamış ya da türünün tek örneği ve de en az son 5 yıl boyunca güvenli ve güvenilir bir şekilde işletilmiş olduğu kanıtlanması mümkün olmayan nükleer santral tasarımları için Türkiye'nin:
2. Sonundan emin olunmayan bir maceraya sürüklenmesine,
3. Durmuş-oturmuş-denenmiş bir santral yerine cevaplandırılamayan sorularla dolu müphem bir prototip tasarımıyla zaman ve üretim olanağı kaybetmesine
ve Sağlam bir Hukuksal Temel Gereksinimi
1976 ve 1983'deki bu sonuçsuz kalan girişimler 1996'daki ihalenin temelinin sıkı tutulmasının gerekliliği hakkında yeterince öğretici olmuştur. Bu ihalenin: olabildiğince kontrollu bir biçimde sürdürülmesi de, siyasetçilerin daha öncekilerde olduğu gibi ihale yöntemine yerli yersiz karışmalarının önüne geçilmesi de, ancak, kurumları ve şahısları hukuksal zeminde sıkı sıkıya bağlayıcı bir ihale şartnamesi çerçevesinde hareket edilmesiyle mümkün olabilmiştir.
Aralık 1992'de Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Ersin Faralyalı'nın Bakanlar Kurulu'na sunduğu bir raporda, başka enerji kaynakları ihdas edilmediği takdirde, ülkenin 2010 yılında büyük bir enerji krizi içine düşeceğine ve bunun için de mutlaka nükleer enerjiden yararlanılması gerektiğine dikkat çekilmekteydi.
Bunun üzerine 1993 başında toplanan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu nükleer enerjiden elektrik üretimini ülkenin öncelikli sorunları arasında 3. sıraya koymuştur.
1995 yılında TEAŞ, nükleer santral ihalesinin ön incelemelerini yapmak üzere danışman olarak, Güney Kore'nin Korean Atomic Energy Research Institute (KAERI) firmasıyla anlaşmıştır. 1996'da Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı'nın görevlendirdiği 3 danışman6 ile daha sonra bunlara katılan TEAŞ Nükleer Santraller Dairesi'nden 2 elemandan7 oluşan bir komisyon KAERI'nin tek cildlik ihale şartnamesi taslağını Türkiye koşullarına uyarlayıp genişleterek buna 5 cildlik8 son şeklini vermiştir. Bunun üzerine 17 Ekim 1996 günlü Resmi Gazete'de "Akkuyu Nükleer Santrali" için ihale açılmış olduğu ilan edilmiştir.
Bu arada TBBM'de bütçe görüşmeleri sırasında Meclis'deki bütün partilerin ülkenin nükleer enerjiden yararlanması konusunda hemfikir oldukları ve dolayısıyla siyasal bir uzlaşma ile siyasal iradenin de artık oluşmuş olduğu ortaya çıkmıştır.
15 Ekim 1997 de AECL (Atomic Energy of Canada Limited), NPI (Nuclear Power International / Siemens ve Framatome konsorsiyumu) ve Westinghouse (Mitsubishi ile birlikte) tekliflerini sunmuşlardır. Bu tekliflerin: 1) ciddilik derecesi, 2) avantajları, 3) eksiklikleri ve 4) gizlenmesine çalışılan hiyleleri 221 sayfalık analitik ve kritik bir raporda o zamanki TEAŞ Genel Müdürü Zeki Köseoğlu'nun talebi üzerine Enerji Bakanlığı Danışmanı Prof. Dr. Ahmet Bayülken ile TEAŞ Genel Müdür Danışmanı Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre tarafından incelenmiştir9.
Bu süreçte NPI konsorsiyumunun teklifinde:
2. Teklif etmiş olduğu nükleer santralin benzeri bir referans santralinin mevcud olmayışı bir yana,
3. Teklifinin projelendirilme evresinin bile tamamlanmamış olduğu, dolayısıyla,
4. Almanya'da ve Fransa'da lisans alamamış olduğu,
5. İhale Şartnamesi'nin "anahtar teslim" koşuluna uymadığı,
6. Bir başka olmazsa olmaz koşul olan "santralin nükleer yakıtının temini"ni de üstlenmediği,
7. Şartname'nin gene olmazsa olmaz koşullarından biri olan 15 yıl geri ödemeli Eximbank te'yidli % 100 kredi getirme koşulunun ancak % 10 kadarını karşılayabildiği ve bunların dışında da
8. İhale Şartnamesi'ne pek çok noktada aykırı olduğu
ortaya çıkmıştır.
Bu durum NPI'ın ortağı Siemens için, esefle hatırlatılması gerekir ki, bir yenilik değildi. Siemens, en çok 67 yılda tamamlanması gereken: Brezilya'daki Angra2 nükleer santralini ancak 24,5 yılda tamamlayabilmiş, buna karşın Arjantin'deki Atucha2 nükleer santralini ise 28 yıldır hala tamamlayamamıştır.
Genel Müdür Zeki Köseoğlu'nun işine son verilmesinden sonra TEAŞ Yönetim Kurulu Bayülken - Özemre Raporu'nda açıkça ortaya konmuş olan bütün bu aykırılıklara karşın Akkuyu Nükleer Santral İhalesi'ni NPI'ın kazanmış olduğunu bir oldubitti ile ilan etmeye kalkışmıştır. Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan'ın bu oldubitti girişimini, o sırada Pekin'de bulunmakta olan, Enerji Bakanı Cumhur Ersümer'e bildirmesi ve onun da sert tepkisi sonucu bu açıklama yapılamamıştır.
Prof. Dr. Ahmet Bayülken ile Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre'nin, bu ihaledeki bütün bu aksaklıkları saptayan söz konusu 221 sayfalık "Akkuyu Nükleer Santral İhalesi Değerlendirme Komisyonları" Raporlarını, ve Muhalefet Şerhlerini Değerlendirme Raporu başlıklı raporunun Genel Müdür Zeki Köseoğlu'nun bu görevden ayrılmasından sonra TEAŞ İdaresi tarafından yok sayılması üzerine, TEAŞ yönetiminin bu ihaledeki yasa dışı tutumunun ortaya koyduğu tehlikeleri açıklayan 2 sayfalık bir sunuş yazısıyla Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a ve Başbakan Yardımcısı Bakanlar'a iletilen bu rapor üzerine, durumun o günkü hükümetin birliğini sarsacağına inanan Başbakan Bülent Ecevit'in önerisine uyan Bakanlar Kurulu 25 Temmuz 2000'de, inandırıcı olmayan nedenler ileri sürerek, bu ihaleden vaz geçmek zorunda kalmıştır.
ETK Bakanı Hilmi Güler'in ve
TAEK Başkanı Okay çakıroğlu'nun Açıklamaları
Söz konusu her iki röportajda ve Bakan Hilmi Güler'in TBMM’nin 8 Kasım 2007 tarihindeki 18. birleşiminin ilk oturumunda nükleer alandaki "Türk tipi yatırım modeli" olarak sunduğu bu modele göre:
1. "Bu iş için ihale şartnamesi olmayacak".
2. "İhaleye çıkılmayacak".
3. "TAEK'in de ortaya koyacağı kriterler olacak11".
4. "Santral kurucusu şirketler teşviklerden yararlandırılacak".
5. "Nükleerde sınıfı geçen12 yabancı teknoloji sahibi firmalar zaten belli (!). Bu standartları Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı netleştirmiş13".
6. "özel sektörden en uygun teklifleri verenler yarıştırılacak14".
7. "Teklif verenler içinde santrali en az yük olan, en çabuk devreye giren ve yerlilik payı en yüksek olan kabul edilecek".
8. "Yapımcı firmalara santral kurulduktan sonra 15 yıl elektrik alım garantisi verilecek".
9. "Nükleer santralin kurulu gücü şirketlerimizin seçeceği teknolojiye bağlı olacak".
10. "Türkiye'nin bir maceraya girmiş görüntüsü vermemesi için teknoloji seçiminde, Türkiye'nin şartlarına en uygun, en gelişmiş ve bunlar içinde en yaygın kullanılanlar bir paket halinde düşünülmekte".
11. "Seçilen teknolojinin adı verilemez; zira rekabet açısından problem olur".
12. kurucu şirket, santral işletmeciliğinde deneyimli bir yabancı firmayla sözleşme yaparak bu sorunu "ülkemizdeki şirketlerin nükleer santral işletmesi konusunda deneyimi yok. Bu itibarla çok mümkündür kiçözebilecek".
13. "Nükleer santralde üretilen elektriğin 15 yıl süreyle satın alma garantisi verildiği için işi alan firmanın bir an evvel işletmeye girmesi de sağlanmış olacak".
TBMM’nin yukarıda zikredilen oturumunda Sayın Bakan: "Biz illa bir yerden kopya mı çekeceğiz? Bu modeli biz kendimiz geliştirdik" demiştir. Hükümet'in nükleer santral kurma konusundaki ilke kararını almasından bu yana yaklaşık dört yıl geçti. Bu uzun süre içinde böyle yepyeni bir modelin hazırlanması için deneyimli yabancı firmalardan danışmanlık hizmeti alındığına veya Türkiye’deki uzman ve akademisyenlerin bilgi ve görüşlerine kurumsal ve sistemli biçimde başvurulduğuna dair bize hiç bir bilgi erişmedi. Özel uzmanlık gerektiren nükleer santraller konusunda kendisi de uzman olmadığına göre Sayın Bakan'ın çevresindeki bürokratların öğütlerine uyduğu ve fena halde yanıltıldığı anlaşılıyor. Dünyada bir benzeri ve başka hiç bir ülkede örneği bulunmayan, bulanık ve girift, ve üstüne üstlük bir sürü iç çelişki dolayısıyla sakat, Türkiye üzerinden haksız kazanç sağlamak isteyen bazı nükleer santral yapımcılarından kimilerinin ağızlarının suyunu akıtacak, kimilerini de ciddiliğimiz konusunda kuşkuya ve kararsızlığa düşürecek olan bu model, bizleri hayretlere ve ciddi yaslara gark etmiştir.
Bu modelin yaratıcıları olan bürokratlar15: 1) nükleer santral teknolojisinin içeriğinin de, 2) bu işin tarihsel geçmişinin de, 3) Dünya'da nükleer elektrik üreten 32 devletin bu konudaki bilimsel temeller üzerine inşa edilen siyasal tedbir ve ihtiyata dayalı stratejilerinin de, 4) Türkiye'nin bundan önceki üç girişiminin ayrıntılarının da, 5) Türkiye'ye nükleer teknolojinin bir ürününü satın almanın nükleer teknolojiyi kazandırmak olmadığının da bilincine, yazık ki, sahip gözükmemektedirler.
örneğin, hazırladıkları "Türk tipi yatırım modeli"nin yukarda sıralanan temel unsurlarından 10 numaralı olanı (Türkiye'nin şartlarına en uygun, en gelişmiş ve en yaygın reaktörün seçilmesi hedefini) kısaca irdeleyelim. "En gelişmiş teknoloji" ürünü reaktörler en yeni yani ya hiç denenmemiş ya da az denenmiş olacağından aslında henüz yaygınlaşmamışlardır. Dolayısıyla "en yaygın teknoloji" koşulu ile "en gelişmiş teknoloji" koşulu biribirlerini dışlayan koşullardır; bu iki koşulu aynı anda sağlayamazsınız. Ayrıca "en yaygın teknoloji" denildiği anda da aslında santral tipi peşinen seçilmiş demektir: Dünya'da "en yaygın teknoloji" (hatta ABD’nin siyasal gücü nedeniyle pazara egemen olan teknoloji de diyebiliriz) PWR (Pressurized Water Reactor: Basınçlı Su Reaktörü) teknolojisidir. Yukarda 11 numaralı maddede yer alan "Seçilen teknolojinin adı verilemez; zira rekabet açısından problem olur" şeklindeki beyan bu bakımdan anlamsız ve tutarsızdır. Zira tercihin ya PWR teknolojisi ya da onun gelişmişi ama hala daha işletmede bir örneği bulunmayan EPR ya da AP1000 teknolojisi olacağı anlaşılmaktadır.
Hiç denenmemiş bir reaktörün potansiyel risklerinin daha fazla olduğu, yabancıların sizi "tecrübe tahtası" yerine koyma tehlikesini taşıdığı bilinmektedir. Diyelim ki, uzun araştırma ve incelemelerden sonra bu riskleri göze almayı kararlaştırdınız. Bu takdirde, "en yaygın" ya da "en gelişmiş" diyerek, denenmiş ya da hiç denenmemiş bir PWR teknolojisi santraline ağırlık verirken başka neleri göze aldığınızı da hesaplamış olmanız gerekir:
1) Bu teknolojide nükleer yakıt elemanlarında zenginleştirilmiş uranyum kullanmak zorundasınız. TAEK’in Yasa uyarınca yayınladığı “ölçütler”de “Yakıt üretiminin ülke içinde yapılması tercih nedenidir” deniyor. Demek ki, kendi uranyum zenginleştirme tesisimizi de bir şekilde kurmamız gerekiyor. Bunun ne kadar zor ve pahalı bir iş olduğu, (en son İran örneğinde gördüğümüz gibi) siyasal açıdan da büyük riskler taşıdığı ve dolayısıyla gizli engelleme girişimlerine konu olacağı hesaplandı mı?
2) Bu tip teknolojinin pazardaki üreticileri arasında önde gelen Amerikalılar ve Fransızların, bu nükleer santral konusunda teknoloji know-how'ını vermeye hiç yanaşmadıkları bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla bu yola ağırlık tanırsak, ilerde kendi santrallerimizi kendimizin üretmesi hayalini de bir yana bırakmak gerekecektir. "Türk tipi yatırım modeli"nin yaratıcısı olan bürokratlar bu olasılığı da hesaba kattılar mı acaba?
Nihayet, elektrik üretim kaynaklarımıza nükleer santralleri katmak gibi çok önemli bir işe girişirken "illa bir yerden kopya çekmeye" gereksinimiz olmayabilir ama başkalarının olumlu, olumsuz deneyimlerinden yararlanmayı ve ders almayı da bilmeliyiz. Örneğin Arjantin, Brezilya, eski Yugoslavya gibi ülkeler epey sıkıntı çektiler. Benzeri talihsizliklerin bizim de başımıza gelmemesi için bilgili ve dikkatli olmalıyız. Romanya (Varşova Paktı nedeniyle kısmen Sovyet egemenliği altında olması vb… gibi nedenlerle) nükleer programını çok güç koşullar altında ancak, ulusal çıkarlara öncelik verme gayretiyle yürütmüştür. Bu alanda en başarılı örneğin Güney Kore olduğu bugün genellikle kabul edilen bir görüştür. Güney Kore önce ulusal nükleer teknolojiyi iyice oturtup bu yönde deneyim kazandıktan ve iyice yol aldıktan sonra, ikinci evrede PWR teknolojisi dahil elektrik üretim kaynaklarını rahatlıkla çeşitlendirmiş ve üreticiler arasına girmeyi başarmıştır. Bu çabalarının çeşitli sektörlere yansıması ise Kore’yi sanayi alanında önemli devletler kategorisine sokmuş bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi santral tipi seçimi bir "Ulusal Strateji" sorunu olmalıdır. Hükümet'in de, TBMM'nin de, Cumhurbaşkanı'nın da bu konuda yanlış yönlendirilmiş oldukları apaçıktır. Bu ulusal strateji, diğer bütün nükleer ülkelerde yapıldığı gibi, Enerji Bakanı ya da TAEK veya özel bir şirket tarafından değil en yüksek siyasal düzeyde ele alınarak Hükümet tarafından belirlenmelidir.
Bu "Ulusal Strateji Bilinci": 1) Bakan ile yapılmış olan röportajda da, 2)TAEK Başkanı ile yapılmış olan röportajda da, 3) 9 Kasım 2007 tarih ve 5710 sayılı "Nükleer Santrallerin Kurulmasına ve İşletilmesi İle Enerji Satışına İlişkin Kanun"da da, 4) TAEK'in bu yasayla ilgili olarak yayımladığı 3 sayfalık ölçütlerde de ne yazık ki yoktur.
Seçilecek olan nükleer santrallerin tipi ve dayandıkları teknoloji ne olursa olsun, Bu "Ulusal Strateji"nin nükleer güvenlik açısından "asgari değişmezleri", nükleer santralin:
1. Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrini'ne16 uygun olmasıdır,
2. Bir benzerinin kendi ülkesinde lisanslanmış ve en az 5 yıl güvenli ve güvenilir bir biçimde çalışmış olmasıdır.
3. Kurulacağı bölgedeki depremlere karşı dirençli olmasıdır17.
4. Bütün ömrü boyunca reaktörden çıkan kullanılmış yakıtların tümünü ucuz bir şekilde koruma altına alacak bir depolama donanımına sahip olmasıdır.
İleride nükleer reaktörlerimizi kendimizin inşa etmemiz de ulusal bir hedefimiz olmalıdır.
Bu takdirde de:
1. Yapımcının en geniş teknoloji transferi vaad ettiği,
2. Hammadde kaynaklarımızdan yararlanmamızı mümkün kılan, ve
3. Kopyalanması nisbeten kolay olan nükleer santral tipleri
hedefimiz olmalıdır.
5710 Sayılı Yasa
Türkiye'de kurulacak nükleer santralleri, 22.01.2002 günlü 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 15.08.2003 günlü 4964 sayılı Kamu İhale Kanununda Değişiklikleri İçeren Kanun'un, her nedense, kapsamları dışında tutması 9 Kasım 2007'de kabul edilmiş olan 5710 sayılı "Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun"un en dikkate değer özelliğidir. Böylece yaratılmış olan hukuksal boşluğun nasıl ve hangi mekanizmalarla doldurulacağı Yasa’da açık seçik belirtilmemiştir. Bu kadar büyük ve önemli bir projede, mevcut haliyle yasal alt yapı çok ciddi sorunlara gebedir.
1998-2000 dönemindeki son Akkuyu Nükleer Santral İhalesi ile karşılaştırıldığında, bu yasanın işlemleri tek elden kontrol altında tutmayan dağınık ve hantal bir bürokratik süreç ortaya koymakta olduğu gözlemlenmektedir. Bu yasa geçerli olmaya devam ettiği takdirde, nükleer santral inşaatının (eğer, herşeye karşın başlatılabilirse normal inşaat süresi olan 6,5 yılın çok ötesinde) büyük gecikmelere uğrayabileceği tehlikesine de dikkati çekmek istiyoruz.
1. Madde'ye nükleer santral teknolojisinin ülkeye kazandırılmasının "amaç" olduğu açık bir şekilde yazılmalıydı.
2. Madde'deki "şirket" tanımı karışıklığa yol açmaktadır Bu tanım: 1) nükleer santral kurmanın, 2) nükleer kökenli elektrik enerjisi üretmenin, ve 3) nükleer kökenli elektrik enerjisi satmanın aynı bir şirketin vaz geçilmez üç fonksiyonu olduğunu ima etmektedir, ve bu yüzden de diğer maddelerle çelişkilidir.
3. Madde'nin 3. fıkrasında yer alan: "Bu kanuna göre yapılacak nükleer güç santralleri için yarışmaya katılacaklarda aranacak şartlar…" ibaresinde sözü edilen sübjektif "yarışma" teriminin "kesin, dakik, açık, seçik" bir tanımı yapılmış ve sınırları belirlenmiş değildir; yani bu terim hukuksal bir kavram sayılamaz.
Aynı maddenin 5. fıkrasında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun en uygun bulunan nükleer santral teklifine bir "lisans" vermesinden söz ediliyor. Ama bu lisansın hangi amaçla ve hangi iş için verileceği belirtilmiyor. Bu lisans: 1) Nükleer santralin seçilmiş olan sit alanına kurulması lisansı mıdır? 2) Yapımcı şirketin inşaat için gerekli olan malzemeleri ithal lisansı mıdır? 3) Yapımcı şirketin ithal edeceği malzemenin gümrük resminden muaf olacağı lisansı mıdır? 4) İnşaata başlama lisansı mıdır? 5) Yasa'da inşaatın: A. İnşaat açısından, ve B. Nükleer açıdan nasıl ve kim tarafından denetleneceği açıklanmamış olduğundan, acaba yapımcının bu denetimden muaf tutulacağının lisansı mıdır? 6) Reaktöre yakıt yükleme lisansı mıdır? 7) Sıcak testlere başlama lisansı mıdır? 8) Reaktörün tam güçte çalışması lisansı mıdır? 9) Santralin üreteceği elektriğin üretimi ve satışı ile ilgili bir lisans mıdır? 10) Yoksa bütün bunları kapsayan bir lisans mıdır? Vb....
4. Madde'nin 2. fıkrasında "Sözleşme yapmayı talep etmeyen şirketler"den kasıt nedir? Metinde kesinlik yoktur; dolayısıyla sübjektif yorumlara açıktır. Ayrıca, sözleşme yapmayı talep etmeyen şirketlerin nasıl bir yasal sürece bağlı olacakları da belirsiz bırakılmıştır.
5. Madde'nin 3. fıkrası: A. 1) radyoaktiviteden arındırma, 2) sökülen parçaların geçici depolanması ve 3) son depolama vb… gibi söküm sonrası faaliyetlerden kimin sorumlu olacağını açıklamamaktadır; B. Henüz oluşmamış olan URAH'yı ve İÇH'yı kimlerin oluşturacağı da belirsiz bırakılmıştır. C. Kabul ve söküm işlemlerinin kimlerin sorumluluğunda olduğu ve masraflarını kimin karşılayacağı ve bu işlemlerin nasıl yapılacağına da hiç değinilmemektedir.
5. Madde'nin 4. fıkrası "Şirket … Ayrıca santralin faaliyeti süresince oluşacak atıkların taşınması, depolanması ve/veya bertaraf edilmesi ile ilgili her türlü finansal maliyetlerin ve santralin işletme süresi sonunda işletmeden çıkarma masraflarının karşılanması için oluşturulacak hesapların her birine 0,15 cent/kWh (ABD Doları cinsinden) katkı payı ödemekle yükümlüdür" demektedir. Bu isabetsiz bir hükümdür. ABD doları gibi sabit bir değeri olmayan para birimi yerine IMF ve Dünya Bankası'nın kullandıkları "SDR" yani Special Drawing Right (özel çekim Hakkı) biriminin kullanılması ya da enflasyon oranına endeksli YTL veya elektrik üretim maliyetinin belirli bir yüzdesi olarak kullanılması Türkiye'nin çıkarınadır.
Yasa nükleer santralin gerek inşaatı, gerek nükleer parçaları açısından Kalite Temini ve Kalite Kontrolü'nün nasıl yapılacağını; ve gerek inşaat gerek nükleer açıdan denetiminden şirketin mi, Devlet'in mi sorumlu olacağından da hiç söz etmemektedir.
Yasa'nın 3. maddesi 5. fıkrasında: "…ilgili şirketle TETAŞ18 arasında, santralin işletmeye girmesinden itibaren onbeş yılı aşmayan enerji satışını düzenleyen sözleşme imzalanır", ve 5. maddesi 3. fıkrasında da: "Şirket, TAEK'in yayınlayacağı ölçütler çerçevesinde yakıt temininden ve işletme döneminin sonunda santralin devreden çıkarılması ve sökümünden sorumludur" ve keza 7 Madde'nin 2. fıkrasında da "Sözleşme sürelerinin sonunda nükleer güç santralinin sökülmesi zorunludur" denilmektedir.
Bundan anlaşılan nedir? Genel Muhasebe Kanunu ile Devlet İhale Kanunu hükümlerine ve Sayıştay'ın denetimine tabi olmayan bir şirket olan TETAŞ ile ilgili şirket arasında onbeş yılı aşmayan bir dönem için sözleşme imzalanacak ve bu işletme döneminin sonunda da şirket hem santrali devreden çıkaracak ve hem de santrali sökecek. Bu mümkün olmadığına göre Şirket, sözleşmesi bittikten sonra reaktörün kalan ömrü olan çeyrek yüzyıl (25 yıl) boyunca yakıt sağlamaya devam edecek ve 40 yıl sonra da sökmek için geri gelecek demektir. Bu orijinal "Türk tipi nükleer yatırım modeli"ni oluşturan bürokratlar, uzmanlardan görüş ve teknik destek almak zahmetine katlansalardı, uygulaması olanaksız böyle bir madde gözden kaçmazdı. Oysa, kabul edilen yasal çerçeve içinde 40 yıllık ömrü olan bir nükleer santralin en çok 15 yıl sonunda çöpe atılması [bu yasa maddesi aracılığıyla, vaz geçilmesi ancak başka bir yasayla mümkün olan] bir gereklilik olmuyor mu? Yasayla tescil edilmiş ve yayınlanmış olan böyle bir nükleer sözleşme koşulu hiç kuşkusuz bir Dünya İlki'dir ve de işin uzmanları için bir "kara mizah" örneğidir.
Bu yasa, kurulan ve ilk İşletici'sine en çok 15 yıl işletme hakkı verilmiş olan nükleer santralin bu 15 yıldan sonraki geleceği hakkında en ufak bir ipucu vermemektedir: 1) Bu süre sonunda İşletici'nin zilyedliği sona erecek midir? Yoksa santral, İşletici'nin mülkiyetinde kalacak ama İşletici'nin artık işletme hakkı olmayacak mıdır? 2) Bu, temdid edilebilir bir hak mıdır? 3) Yoksa bu işletme hakkı İşletici'nin bir başkasına devir edebileceği bir hak mıdır? 4) Bu süre sonunda işletme hakkı başka bir firmaya mı ve kimin tarafından verilecektir? 5) Yoksa bu süre sonunda santralin mülkiyeti ETKB'ye mi intikal edecek ve bundan sonra artık İşletici ETKB mi olacaktır?
Bu yasanın:
- Hem yasa tekniği açısından,
- Hem içeriğinin çapraşıklığı ve bulanıklığı açısından, ve
- Hem de sorun çözecek yerde çözümü büyük sıkıntılara yol açma potansiyeline sahip sorunlar vaz etmesi açısından
nükleer mühendisler tarafından onaylanması olanağı yoktur.
TAEK'in Nükleer Santral ve
Nükleer Yakıt Temini ölçütleri
TAEK nükleer santral ile ilgili ölçütlerini 9 madde ve nükleer yakıt temini ile ilgili ölçütlerini de 5 madde halinde 20 Kasım 2007 tarihinde açıklamış ve 19 Aralık 2007 tarihinde de açıklamalarla teyid etmiş bulunmaktadır.
Gerek 1976 gerek 1982 girişimlerinde, TEK'in Nükleer Santraller Dairesi'nin hazırlamış olduğu binlerce sayfa müzâkere dokümanının ve keza 1998 Akkuyu Nükleer Santral İhalesi'ndeki beş cildlik resmi İhale Şartnamesi'nin yanında TAEK'in 14 maddeden oluşan iki sayfalık söz konusu bu nükleer santral ve nükleer yakıt temini ölçütlerininin ne kadar yetersiz kaladığı sağduyu sahibi kimsenin gözünden kaçmayacaktır.
A. Nükleer santral ile ilgili ölçütler göz önüne alındığında:
1. ölçütteki "Nükleer güç santrali güncel ve kanıtlanmış teknolojik yenilikleri kapsamalıdır" cümlesi çelişkilidir. Her güncel yeniliğin Türkiye'ye uygun olması her zaman olası değildir. Ayrıca, "kanıtlanmış" sözcüğü ile de ne kastedilmektedir? Bu "kanıtlanmış olma"nın objektif ölçütü nedir, belli değil!
Ayrıca, bu ölçütteki "ciddî kaza"nın içeriği de muğlaktır. Bunun doğrusu: "Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın nükleer santrallerdeki kaza sınıflandırmasına göre [ciddi yani ingilizce: serious değil] ağır (ingilizce: severe) kaza"dır.
1997 yılında TAEK tarafından hazırlanıp da nükleer santral teklifi verecek firmalara uymaları taleb edilmiş olan "Codes, Standarts and Regulations" listesinden hiç söz edilmemesi de büyük eksikliktir. Bunlar önem sırasına göre 1) United States Nuclear Regulatory Committee'nin (US NRC'nin), 2) IAEA'nın, 3) yapımcı ülkenin ve son olarak da 4) Türkiye'nin ilgili mevzuatı idi.
2. Lisanslama ölçütünde: "… önerilen santrala örnek teşkil edebilecek, halen işletilmekte ve aynı teknolojinin en son örneği olan lisanslı bir santral referans olarak gösterilecektir. Önerilen santralin henüz işletmeye geçmiş bir örneğinin olmaması durumunda, aynı teknolojinin bir düzenleyici kurum tarafından nükleer güvenlik değerlendirmesi sonucunda onaylanmış veya kurulması uygun görülmüş bir örneği referans olarak gösterilecektir…" denilmekte, ama 3. ölçütün b) açıklamasına ise: "ülkemizde kurulacak nükleer güç santrallerinin sınanmış ve güvenilirliğini kanıtlamış reaktör tiplerinden seçilmesi amaçlanmıştır" diye bir not düşülmektedir.
Henüz işletmeye geçmemiş bir reaktör nasıl olur da: 1) hem sınanmış, ve 2)hem de güvenilirliği kanıtlanmış olur? TAEK'in 19 Aralık 2007 tarihli "Nükleer Santral Kurup İşletecek Şirketlerin Karşılaması Gereken TAEK ölçütleri" başlıklı bu çelişkili açıklamasının altında, TAEK Başkanı'nın imzası olması gerekirken yalnızca 3 Daire Başkanı ile 2 Başkan Yardımcısı'nın imzalarının bulunmasının gerekçesi anlaşılmamaktadır.
TAEK’in yanlışları bu noktada bitmiyor. Henüz işletmeye geçmemiş yani denenmemiş santral tekliflerine olumlu bakan söz konusu 2. ölçütün son cümlesinde "Lisanslama ile ilgili olarak ülkemizin mevzuat gerekleri ve nükleer düzenleme kuruluşunun talep edeceği şartlar mahfuzdur" denilmektedir. Böylece TAEK, ülkemizin önceki nükleer santral ihaleleri için temel şart kabul edilmiş olan “Referans Santralinin en az beş yıllık güvenli bir işletme tecrübesine sahip olması” kuralını bu paragrafta bir çırpıda kaldırıverirken, yerine yukarda anılan son cümledeki muğlak güvenceyi (güvence denebilirse) koymaktadır. Bu Türkiye'nin aleyhine işleyecek ve işletilebilecek tehlikeli bir paragraftır. Ayrıca bu ölçütte sözü geçen "nükleer düzenleme kurulu" tanımlanmamıştır. Bu kurulun: 1) nereye bağlı olduğu, ve 2) görevinin de ne olduğu belirtilmiş değildir.
Buna karşılık, nasıl yapılacağı hala belli olmayan "yarışma" gerçekleşirse, bu ölçütün en fazla kimin işine yarayacağı nükleer mühendislerce bilinmektedir. Bir Fransız-Alman konsorsiyumu olan Nuclear Power International'ın (NPI, yeni adı AREVANP) geliştirdiği EPR (European Power Reactor, yeni adı Evolutionary Power Reactor) tipi nükleer santral böylece yarışmaya rahat girebilecektir. Son Akkuyu Nükleer Santral İhalesi'nin iptal edilmesine neden olan konsorsiyumun NPI olduğuna daha önce değinmiştik. Finlandiya 2003 yılının Mart ayında açtığı ihaleyi, belki de Avrupalılık gayretiyle bu konsorsiyuma verdi. EPR’ın ilk örneğinin 2009 yılında işletmeye alınması planlanmıştı. 2011 yılına ertelendi. Gerçekte 2013-2015 yıllarında bitirilmesi ümid ediliyor.
Santralin ömrünü en az 40 yıl olarak belirleyen 4. ölçüt, bunları hazırlayanların nükleer mühendislik kavramlarından ne kadar uzak olduklarının bir başka belgesidir. Bu ölçütün doğrusu: "Nükleer santralin hizmet vereceği süre ortalama %85 yük faktörü ile en az 40 yıl olmalıdır" şeklindedir..
5. ölçüt: "Değerlendirmeye alınacak santral tipleri teknolojik olarak sınanmış olacaktır" demekte ama sınanmışlığın ölçütünü vermemektedir. Bu, sübjektif değenlendirmelere açık büyük bir eksikliktir.
6. ölçüt: "Yakıt teknolojisi sınanmış olacaktır. Doğal uranyum ve zenginleştirilmiş uranyum kullanan reaktörler değerlendirmeye alınacaktır. Yakıt üretiminin ülke içinde yapılması tercih nedenidir" demektedir. Bu ölçütün son cümlesi anlamsızdır. Özel Sektör'ün sahibi olacağı ve kendisine bunu işletmek için 15 yıldan fazla bir süre tanınmayan bir nükleer santral için özel Sektör bir de nükleer yakıt fabrikası mı kuracaktır?
"Yerli katkı payına yönelik plan ve program önerilmesi gerekmektedir. Plan ve programda, en az % 60 yerli katkı payına ulaşılacak süreç gösterilmelidir" şeklindeki 7. ölçüt tümüyle anlamsızdır. Santral İşletici'sinin bu işi sahiplenmesine izin verilen maksimum sınır 15 yıldır. İşinde bir süreklilik yoktur ki % 60'lık bir yerli katkı payına ulaşılacak süreci göstersin. Üstelik aynı tipten ikinci bir nükleer santralin gene onun tarafından kurulacağına dair de ne bir garanti ve ne de bir gereklilik vardır.
Son Akkuyu Nükleer Santral İhalesi'nde sözü edilmiş olan Bayülken-Özemre Raporu'nda yapılan bir inceleme, kurulacak ilk santralin, tipine ve yapımcısının iznine bağlı olarak inşaat ile ilgili en çok % 24,4 kadarlık bir kısmının yerli olarak yapılabileceğini ortaya koymuştu.
ETKB'nın ve TAEK'in böyle bir yasanın yalnızca parasal yönleriyle bir miktar ilgiliymiş gibi görünüp de ülke açısından yaşamsal önemi olan nükleer teknoloji transferi hakkında sessiz kalmaları bizleri hem şaşırtmış ve hem de bu kurumlar konusunda düş kırıklığına uğratmıştır.
Bu ölçütlerde göz önüne hiç alınmamış olan ama nükleer santralin emniyetle işletilmesiyle ilgili önemli bir husus daha var: Nükleer santrali işletecek olan operatörlere ve süpervizörlere verilmesi gerekli olan hem simülatör ve hem de iş başında eğitim. Bunu kim garanti edecek? Bu teknisyenlerin işlerinin ehli olarak yetiştirilmeleri son Akkuyu Nükleer Santral İhalesi'nde olduğu gibi sıkı güvenceler altına alınmalıdır.
"Nükleer Santralların Kurulması ve İşletilmesi ile İlgili Enerji Satışına İlişkin Kanun"a, bu yasanın adıyla da içeriğiyle de hiçbir ilgisi olmayan "Yerli Kömür Yakıtlı Santralların Teşviki" başlığıyla 2. Geçici Madde olarak eklenmiş olan maddenin, yasa sistematiği açısından, bir başka yasanın konusu olması gerekirdi.
B. Nükleer santral ile ilgili yakıt temini ölçütleri19 göz önüne alındığında ise:
1. ölçüt: "Santral için ilk kalp yüklemesi için gerekli olan mikdarın dışında en az iki kalp yüklemesi için gerekli yakıt santralin tedarik listesine dahil edilecektir" demektedir. Bu ifadenin açık ve seçik bir anlamı yoktur. İlk yüklemeden sonra reaktör kalbi her yıl üçte biri yenileneceğine göre bu madde altı yıllık bir yakıt teminini mi, yoksa yalnızca iki yeni yüklemeyi mi şart koşuyor? Bu belli değil. Ayrıca, yasa ve ölçütler ağır su ve doğal uranyum kullanan reaktörleri dışlamadığına göre ve bu reaktörde de yakıt yüklemesi sürekli olacağından bu ölçüt anlamsızlaşmaktadır.
Akkuyu Nükleer Santrali İhale Şartnamesi'nin V. cildinde bu konu, yanlış anlaşılmaya mahal vermeksizin, aşağıdaki ifadelerle dercedilmişti:
"The Nuclear Fuel and Raw Material supply bidding comprises the following: 1. Supply of fuel (and Heavy Water, if any) for the initial inventory including a number of spare Fuel Assemblies; 2. Two subsequent reloads, together consisting of up to 2/3 (twothirds) of Nuclear Core (PWR and BWR), Supply of two complete nuclear core, makeup heavy water corresponding to two years operation (PHWR)…"20
5. ölçüt ise: "Santrala temin edilecek yakıt, santral üreticisinin belirlediği ve lisanslama sürecinde düzenleyici kurum tarafından onaylanan niteliklerde ve lisans şartlarına uygun olacaktır. Yakıt teknolojisi sınanmış olacaktır" şeklinde içi boş bir beyandan ibarettir. Burada sözü edilen "lisans koşulları" nelerdir? Bu açıklanmamıştır. Ayrıca 2. ölçütte: "önerilen santrala büyük ölçüde örnek teşkil edebilecek, halen işletilmekte ve aynı teknolojinin onaylanmış veya lisans almış en son tasarımı referans olarak gösterilebilir" denildiğine göre bu santraldeki nükleer yakıttan farklı bir yakıt teknolojisi teklif etmek Referans Santrali'nden majör bir sapma olacağından bu zaten kabul edilemez ve yapımcı da bunun böyle olduğunu bilir. Ayrıca yeni bir yakıt tipi yüklenmesinde yeniden lisanslama gereklidir.
Gözlemler ve Sonuçlar
TBMM’nin süratle ve milletvekillerimizin önlerine gelen taslakta mevcut yanlış ve eksikleri Komisyon’da bizzat düzeltip, tamamlamaya çalışarak çıkardıkları Yasa, bu çalışma yönteminin kaçınılmaz bir sonucu olarak:
2. İç tutarlılıktan ve
3. hukuksal tutarlılıkdan
yoksundur. Yasa’ya bağlı olarak bürokrasinin sonradan yayınladığı "ölçütler" bu hukuksal karmaşayı daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Yukarda, kısaca değerlendirilmesine çalışılan Yasa ve ölçütler'e topluca bakıldığında aşağıda özetlenen gözlemler öne çıkmaktadır:
- Gerek kadük olan ilk taslakta, gerek değiştirilerek yasalaştırılan ikincisinde bürokrasinin milletin temsilcilerine, Türkiye’mizin enerji güvenliği bakımından büyük önem taşıyan bu konuda çok yetersiz bir hazırlık sunduğu anlaşılmaktadır.
- ölçütlerde yukarda değindiğimiz eksikler ve çelişkiler hayret edilecek düzeydedir. Bunlar, ya bürokrasinin temel nükleer mühendislik kavramları konusunda bilgisiz olduğunu ya da fevkalade özensiz davrandığını düşündürmekte, Yasa taslaklarının neden eksik ve yanlış hazırlanmış olduğu hakkında bir fikir vermektedir.
- Bu hazırlıklar yapılırken dünyada nükleer santrallerin geçmişi iyi incelenmeli, Türkiye'nin bu konudaki girişimlerinin ayrıntıları, yanlışları göz önünde tutulmalı, son 1998-2000 Akkuyu İhalesi'nin kazandırdığı nisbeten yeni ve değerli deneyimden yararlanılmalıydı.
- Mevzuatta bırakılan boşluklar, çeşitli yorumlara elverişli muğlak bölümler santral üreticileri tarafından istismar edilebilir ve daha önce örneğini gördüğümüz yasa dışı mekanizmaların oluşmasına açık kapı bırakarak Hükümet'imizin başına ciddî dertler çıkarabilir.
özetle sunduğumuz bu gözlemlerden şu sonuçları çıkarmaktayız:
1. Hızlı bir çalışma temposu içinde bu yasanın, içeriğinin ne türlü sıkıntılara gebe olduğu fark edilmeden kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
2. Zararın neresinden dönülse kardır! Bu yasa, sorun çözmekden çok, çözümü zor pek çok sorun yaratmaya gebedir.
ömürlerini Türkiye'mizin nükleer teknolojiye terfi ederek, bilimde ve yüksek teknolojide en ileri devletler arasına girmesi idealinin çeşitli konularına adamış yukarıda imzaları bulunan bizler, bundan dolayı, başvurma yetkisine sahip kimseler ve makamlar tarafından Anayasa Mahkemesi'nde bu yasanın tümünün iptali için dava açılmasının hem gerekli, hem isabetli ve hem de Türkiye'nin yararına olduğunu yetkililere ve kamuoyuna açıkça bildirmeyi bir görev addetmekteyiz.
[2]Türk Nükleer Enerji Forumu, ülkemize nükleer enerjinin girmesi için uğraş veren nükleer enerji konusunda uzman kişilerden oluşmaktadır.
[3] Prof. Nejat Aybers, Prof. Dr. Sadık Kakaç ve Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre: Atom Enerjisi Komisyonunun III., IV. ve V. Plan Dönemlerindeki Faaliyet Ve Yatırımları İçin Makroplan, ÇNAEM Raporu No. 87, 1972.
[4] Türkiye Elektrik üretim İletim A.Ş. Araştırma Planlama ve Koordinasyon Daire Başkanlığı üretim Planlama ve Koordinasyon Müdürlüğü, Orta ve Uzun Dönem Elektrik Enerjisi üretim Planlama çalışması 1997-2020, Ankara 1997.
[5] Rüzgar enerjisini hem abartmamak ve hem de savsaklamamak gerekir. Durumu aydınlatmak üzere bir karşılaştırma yapmak yerinde olacaktır. Bugün elektrik üreten rüzgar türbinlerinin en yaygın tipinin: 1) rotoru yerden 4050 metre kadar yüksekte, 2) palet çapı 43 metre, ve 3) nominal kurulu gücü de 600 kWe (0,6 MWe) civarındadır. Böyle bir türbinin kapasite faktörü ise optimal rüzgar koşullarında % 20 civarındadır. Yani bu türbinin, pervanelerinin optimal rüzgar hızı'nda döndüğü varsayılacak olursa, kurulu gücü yalnızca: 600 kWe ´ 0,20 = 120 kWe gibi sürekli bir etkenliğe sahip olacaktır. Türkiye'nin sahillerinin uzunluğu 8333 km'dir. Sahillerimizin her kilometresine bu türden bir rüzgar türbini kurulmuş olsa en iyi verim koşulu altında bu 8333 rüzgar türbininin toplam etken kurulu gücü, ancak: 8333 × 0,60 MWe × 0,20 = 1000 MWe, yani hemen hemen tek bir nükleer santralin etken kurulu gücü kadar olacaktı. Bu kabil bir projenin ilk evrede iki önemli hendikapı vardır: 1) Yaklaşık olarak: bir rüzgar türbininin ömrü 20 yıl, oysa bir nükleer santralin ömrü 40 yıldır. 2) Bu büyüklükteki bir projenin maliyeti 5 milyar € civarındadır; oysa, aynı etken kurulu güce sahip Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrini'ne uygun bir nükleer santrali ise 2,1 milyar €'ya kurmak mümkündür.
[6] (Merhum) Prof. Dr. h.c. Nejat Aybers, Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre ve Prof. Dr. Ahmet Bayülken.
[7] Nevzat Şahin ve E. Lütfi Sarıcı.
[8] Bu hacım artışı bile bu ihalenin, ne kadar kılı kırk yararcasına ciddi tutulmuş olduğunun da bir göstergesidir.
[9] Ayrıntılar için Bk.: 1) Ahmet Bayülken ve Ahmed Yüksel Özemre, "Akkuyu Nükleer Santral İhalesi Değerlendirme Komisyonları" Raporlarını, ve Muhalefet Şerhlerini Değerlendirme Raporu, Ankara 1999. Ayrıca: 2) Ahmed Yüksel Özemre, Ah Şu Atomdan Neler çektim!.., s. 135348, Pınar Yayınları, İstanbul 2002.
[10] Bu röportajlara dayanarak Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre'nin Bakan'a ve TAEK Başkanı'na 23 Mart 2007 ve 20 Nisan 2007 tarihli eleştirel "Açık Mektup" yayınlamıştır.
(http://ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=233&Itemid=61,
http://ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=245&Itemid=61)
[11] TAEK daha sonra bu kriterleri, toplam 3 sayfa bile tutmayan bir hacımda: "TAEK'in Nükleer Santral İle İlgili ölçütleri" adı altında 9 kalem ve "TAEK'in Nükleer Santral İle İlgili Yakıt Temini ölçütleri" adı altında da 5 kalem olarak açıkladı. Akkuyu Nükleer Santral İhalesi'nde "İhale Şartnamesi'nde yer alan ölçütler ise tam 5 cildlik bir hacım tutmaktaydı.
[12] Nükleer enerjide "sınıf" nedir ve "sınıfı geçen" ne demektir? Bu sübjektif söylemlerin hiçbir anlamı yoktur.
[13] Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın nükleer santral seçimi ya da üreticileri hakkında koymuş ve uyulmasını istediği hiçbir standartı yoktur.
[14] Yarışdan kasıt nedir? Kim yarıştıracak? Enerji Bakanlığı mı, TAEK mi, yoksa kurulacak bağımsız bir komisyon mu? Yarışmanın kriterleri neler olacak?
[15] Türkiye'de uzmanlık alanı nükleer mühendislik olan hiç kimse bu "orijinal model çalışması"ndan haberdar edilmemiştir.
[16] Nükleer enerji çağının başlarında, 1957 yılında İngiltere'de bulunan ve daha çok askeri amaçlara hizmet eden grafitgaz soğutmalı Windscale Nükleer Santrali'nde oluşan nükleer kazadan ve etrafa radyasyon yayılmasından sonra geliştirilmiş ve 1965'den sonra uygulanmaya başlanmış olan Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrini'ne göre nükleer santrallerde, en azından: 1) reaktörün ve kullanılmış yakıt deposunun bulunduğu bölüm, bir nükleer kazada radyasyonun dışarı sızmasının önüne geçecek olan 1 ila 1,5 metre kalınlığında koruyucu betonarme bir "güvenlik kabı" içine alınır, ve 2) bir Loss of Coolant Accident, yani reaktör kalbinde soğutucu akışkanın kaybı kazasında soğutucunun tekrar sisteme geri dönüp de soğutma işlemine katkıda bulunabilmesi için yedek soğutma devreleri eklenir. Bu önlemler nükleer santralin maliyetini % 40 oranında arttırmaktadır. 1979 yılında ABD'deki "Three Mile Island" nükleer santral kazasında nükleer santral personeli derhal koruyucu kabuk alanını terk edip bunun kapısını ve her türlü giriş ve çıkış noktalarını kapatıp mühürleyerek, kazadan yayılan o muazzam radyasyonu bu koruyucu güvenlik kabının oluşturduğu hacim içine hapsetmek suretiyle radyasyonun etrafa yayılmasını önlemiştir. Bu kazada kimse müsade edilen dozun üzerinde radyasyon dozu almamış, ölüm ya da radyasyon hastalığı vuku bulmamıştır. Rus yapımı santraller, koruyucu kabukları olan VVER tipleri dışında, Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrini'ne göre inşa edilmemektedirler. Çernobil kazasında RMBK tipi koruma kabuksuz nükleer santral tek tuğla sayılabilecek kadar ince bir yapının içinde bulunmaktaydı. Kaza vuku bulduğunda önce bu yapı çökmüş ve reaktör kalbinin erimesinden dolayı ortaya çıkan radyasyon derhal civara yayılmıştır.Türkiye'nin nükleer santral kurma girişimlerinin hepsinde de önerilecek olan nükleer santrallerin mutlaka Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrini'ne göre tasarımlanmış olması olmazsa olmaz bir koşul olarak taleb edilmiştir. 5710 sayılı yeni yasada da ve açıklanan ölçütlerde de, bunu hazırlamış olanların bilgisizliklerinden olsa gerek, BatıAnlamında Nükleer Güvenlik Doktrini'ne uygunluk koşuluna nedense hiçbir yollama yapılmamaktadır.
[17] Türkiye'de kaydedilen en şiddetli iki deprem: Richter ölçeği'ne göre 7,8 şiddetindeki 1939 Erzincan depremi ile 7,4 şiddetindeki 1999 Gölcük depremidir. Akkuyu Nükleer Santral Siti civarında kaydedilmiş en güçlü deprem ise 6,8 şiddetindedir. Burada kurulacak santralin 8 şiddetindeki bir depreme dayanıklı olması söz konusu İhale Şartnamesi'nin önemli koşullarından biriydi. [Not: Richter ölçeğine göre her 1 birimlik şiddet artışı 10 misli bir tahrib edici güce karşılık gelmektedir.]
[18] TETAŞ: Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi.
[19] TAEK tarafından Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre'ye yollanan belgeye dayanarak.
[20] Nükleer yakıt ve hammadde tedariki teklifi: 1. Birkaç yedek yakıt demetini de ihtiva edecek şekilde ilk yükleme için yakıt (ve gerekirse ağır su) tedarikini; 2) Beraberce nükleer kalbin 2/3'ünü oluşturacak iki ardışık yüklemeyi (PWR ve BWR); PHWR için de iki yıllık işletmeye tekabül eden iki nükleer kalp ve eksilen ağır su ikmalini ..... içermektedir.