Buradasınız

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI SAYIN DR. HİLMİ GÜLER'E AÇIK MEKTUP

Enerji Ve Tabiî Kaynaklar Bakanı

Sayın Dr. HİLMİ GÜLER'E

AÇIK MEKTUP

Azîz ve muhterem Kardeşim Hilmi bey, sayın Bakanım,

Nûriye Akman'ın sizinle yapmış olduğu ve Zaman gazetesinin 21 ve 22 Mart 2007 târihi nüshalarında yayınlanan röportajındaki açıklamalarınız beni, size bu "Açık Mektub"u yazmak ve yayınlamak zorunda bıraktı.

Şimdiye kadar dirâyetle, cesâretle ve başarıyla yürütmüş olduğunuz Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı görevinize bakarak, hep "İlâhî ya Rabbî! Hilmi Güler'i nükleer enerji meselemizde de benzer başarılara ulaştır! Umûrunu hayr eyle!" diye dua etmiş olduğuma inanmanızı istirhâm ederim. Ama Zaman gazetesinde yayınlanan röportajı okuduktan sonra: 1) dualarımın Cenâb-ı Hakk'ın indinde kabûl görmemiş olmasının idrâki, ve 2) üç kez hüsranla bitmiş olan nükleer enerji mâcerâmızın bu dördüncüsünde ise bir daha aslā belimizi doğrultamayacak şekilde çuvallayacağımızın endîşesi bana büyük hayal kırıklığı yaşattı ve tahammülfersâ bir elem verdi.

* Son "Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi"nde TEAŞ'da bu konuyla ilgilenenlerin çoğu, bu işi basit bir termik santral ihâlesi gibi algılıyor ve yalnızca, işin kendilerince sınırlarını çizmek istedikleri, ticarî vechesiyle ilgileniyorlardı.

Röportajda yer alan "Teklif verenler içinde santrali bize en az yük olan, en çabuk kim devreye sokarsa ve yerlilik payı hangisinde daha fazlaysa işi ona vereceğiz" şeklindeki beyânınız sizin de bu işin aslā teknolojik yanıyla değil, fakat bir önceki hatâlı yolu aynen izleyerek: 1) yalnızca ticarî yanıyla ilgilenmekte, ve 2) konuyu özel sektörün sırtına yükleyip Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı'nın bu işin sorumluluğundan sıyrılmasını hesap etmekte olduğunuz görünümünü vermektedir.

Hele bir de "Santralın kurulu gücü şirketlerimizin seçeceği teknolojiye bağlı" ve "… Bu aynı zamanda şirketin, sâhip olacağı nükleer santral teknolojisini de belirlemesi anlamına gelecek…" diye Türkiye'nin teknolojik geleceğini özel şirketlerin keyiflerine bağlı teknoloji seçimine havâle ve ipotek etmeniz var ki insan bunca sorumsuzluk ve aymazlık karşısında ne diyeceğini şaşırıyor. Devlet'in, ülkesinin geleceğini ilgilendiren böylesine hayatî bir teknoloji seçiminin, bu konuda sizinkisi kadarcık bile bilgisi ve Devlet ve Dünyâ görüşü olmayan özel sektörün taşaronluğuna teslim edilmesindeki vurdumduymazlık karşısında, hayretin ötesinde, haşyet ve dehşet duymakta olduğuma lûtfen emin olunuz!

* Hatırlarsınız, 30 Ocak 2004 târihinde İstanbul Ritz Oteli'nde MÜSİAD'ın tertip ettiği "Enerji Politikası Paneli"nde daha önce mektupla bildirmiş olduğum bir konuyu herkesin huzurunda size karşı bir kere daha hatırlatmıştım. Konu, 2690 sayılı yasanın 3. maddesine göre Başbakan'ın şahsına bağlı olan Türkiye Atom Enerji Kurumu'nun kānûn dışı bir tasarrufla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı'nın yâni sizin emrinize verilmiş olmasındaki sakāletti. Böylelikle Devlet organigramında "Müsteşar" düzeyinde olan TAEK Başkanı da birdenbire bigayrihakkın tenzil-i rütbe ettirilerek "Daire Başkanı" düzeyine indirilmiş olmaktaydı. O günden bugüne kadarki TAEK Başkanları'nın bu zilleti içlerine nasıl sindirmiş olduklarına ve pısırıklıklarına hayret eder dururum.

Fakat bu kānûnsuz tasarrufta, dikkatinizi iki kez çekip de cevap alamamış olduğum, ikinci ve azîm bir sakālet daha var! Ve bu, daha da trajik! Bu hukuk-dışı tasarruf, potansiyel olarak [bilkuvve], işletici durumundaki Enerji Bakanlığı'na lisanslayıcı olan TAEK'i de şemsiyesi altına alarak bağımsız olması gereken ilmî lisanslama işlemlerinde bu Kurum'a tesir etme ve şahsî ve siyâsî arzu ve irâdesini icbâr etme imkânını vermekteydi. Böyle bir yapılanmanın Dünyâ'da hiçbir örneği yoktur. Bu durumun sizi de Türkiye'yi de uluslararası arenada [en azından UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) ve OECD-NEA (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği örgütü Nükleer Enerji Ajansı) nezdinde] töhmet altında bırakacağını alenen ifâde ettimdi. Bu fâhiş idârî hatânın 3 senedir düzeltilmeye yanaşılmamış olması da, sizin hânenize eksi bir not ve TAEK'e ve nükleer enerjiye gönül vermiş olanlara da ayrı bir üzüntü vesiylesi olmuştur.

Nûriye Akman'ın sizinle yapmış olduğu röportajda Sinop nükleer santral siti ile ilgili olarak: "Sinop’ta TAEK ve ilgili kuruluşlarca sürdürülen çevresel şartları ve saha etütleri hızla devam ediyor. Birkaç ay içinde hazır hâle gelmiş olacak" beyânınız beni "Yoksa kehânetim gerçekleşmek üzere mi?" endîşesine sevketti; zîrâ Nûriye Akman'ın Zaman gazetesinde sizinkinden önce benimle yapmış olduğu röportajda sorduğu bir soruya ezcümle şu cevâbı vermiş bulunuyordum:

"Akkuyu nükleer santral sitinin 4 yıl boyunca: 3300 metre derinliğe kadar inilip numûne almak sûretiyle zemin mukāvemeti; florası; faunası; rüzgârların, deniz suyunun tuzluluğunun, akıntı yönlerinin mevsimsel değişimleri; bölgenin 150 kilometre yarıçaplı alan içindeki sismik faaliyetleri tesbit edilerek incelenmiştir. Deniz yoluyla gelecek santral aksâmını tahliye etmek üzere bir liman ve bir rıhtım inşâ edilmiştir. TAEK de bu siti "Nükleer santral siti" olarak lisanslamış, bu lisans UAEA tarafından da onaylanmıştır. Yâni çok ciddî ayrıntılı incelemeler sonunda tesbit edilmiş olan Akkuyu nükleer santral siti fizikî olarak da hukukî olarak da hazırdır ve en az 6 nükleer reaktör ihtivâ edebilecektir. Sinop'da nükleer santral siti olarak düşünülen alanın ise bu iş için isâbetli bir seçim olup olmadığına benzer incelemelerden sonra ancak 3 ya da 4 yıl sonra karar verilebilecektir. Bu işin kısa zamanda bitirilmesi ise işin yalapşap yapılmış olduğu şüphesine yol açacaktır. Akkuyu nükleer siti 5. derece, Sinop'taki nükleer sit namzeti ise 4. derece deprem bölgesinde yer almaktadır. 5. dereceden bir deprem bölgesi deprem açısından en az rizikolu bölge demektir. Bu bölgedeki depremlerin ivmesi 0,1g'den küçüktür. Akkuyu ihâle şartnâmesi ise, nükleer santralin 0,25g ivmesine ya da başka bir deyimle Richter ölçeğine göre 8 şiddetindeki bir depreme karşı dayanıklı olmasını zorunlu kılmaktaydı."

   Sinop santral siti ile ilgili "Birkaç ay içinde hazır hâle gelmiş olacak" beyânınızın benim de, bu işten anlayan diğer uzman talebe ve arkadaşlarımın da aynı yöndeki şüphelerini tahkîm edici nitelikte bir iddia ya da en azından tâlihsiz bir beyân olduğunu teslim etmelisiniz, muhterem Kardeşim.

   * Türkiye'de bürokratik karar mercileri hep "zaman fıkarâsı" görünmeyi, nedense, pek severler. Bunların, belirli bir konuda kapsamlı hizmetin zorunlu kıldığı: 1) geçmişi inceleyip ders almak, 2) işi ehline havâle etmek, 3) konunun câhili değil bilgini olan deneyimli danışmanlarla çalışmak, 4) kapsamlı analitik araştırma yapmak, 5) uzun vâdeli plân yapmak, 6) bunlara yeterli zamanı ayırmak, 7) kılı kırk yararak temkin ve teenni ile hareket etmek için yeterli zamanları her nedense yoktur. Böyle olunca da acele tarafından "iş yapmış görünmek" için: 1) ya isrâfa kaçan azametli binâlar inşâ ettirirler, 2) ya da "çağdaş, iş-bitirici, dâhî ve de hattâ filozof devlet adamı" görüntüsü vermek için [ne denli zaman, para, insan potansiyeli ve fırsat isrâfına yol açmış olduğunu herkesin iş işten geçtikten sonra pek acı bir şekilde idrâk edeceği] 1) ütopik, ve/veyâ 2) zarûretlere ve gerçeklere ters düşen saçma modeller üretirler.

Bu konuda birkaç örnek vermek için rahmetli Ecevit'in ütopik "Köy-Kent Modeli" ile rahmetli özal'ın nükleer santral konusundaki gerçeklere ters düşen "Yap-İşlet-Devret" modelini zikredebiliriz. Bu zevât, övgüye lâyık başka hasletlerine rağmen, kendilerinde zuhur ettiğini vehmettikleri "bir anlık bir dehâ parıltısı"nın nefislerini yanıltan serâbında büyük bir özgüvenle bu işlere soyunmuşlar ama [ne yazıktır ki!] işleri berbat ettiklerini çok çabuk da fark edememişlerdir.

özal, hiçbir nükleer santral yapımcısının nükleer santral işletmecisi olamayacağını bilmeden bu "Yap-İşlet-Devret Modeli"ni Kanadalılar'ın önüne sürdüğü anda [nükleer santral için ön anlaşmayı imzalamış ve her şartımızı kabûl etmiş olan] Kanadalılar'ın bu işten vaz geçmiş olmalarının sebebini uzun süre anlayamamıştır. Onu bu işte yanıltan kendisine çok yakın fakat nükleer santral konusunda echelin echeli ama her konuda kendisinin herkesten daha bilgili ve akıllı olduğunu vehmeden bir danışmanı olmuştu.

Ve bu saçmalık, yumurta kapıya kadar gelmişken, Türkiye'nin nükleer enerjiden yararlanmasına sekte vurmuştur. 2000 yılında hüsranla biten Akkuyu nükleer santral ihâlesi ise bir firmanın dağıtmış ve 30 milyon dolara bâliğ olduğu söylenen rüşvetin azameti karşısında Ecevit'in, ihâleyi her şeye rağmen cesâretle sonuçlandıracak yerde, hükûmetinin istikrârı(?!) uğruna pısırık kalarak iptâl yoluna gitmesinin eseridir. Böylece siyâsîler 1985'denberi 22 yıldır kıymetli iki fırsatı kendi elleriyle rezil ve hebâ etmişlerdir.

Son bir "model" olarak da mûcitlerinin "ilmî, kesin, tam, açık ve seçik tanım"ını vermekten âciz oldukları için yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları, düzenleyici olmak yerine milleti bölen ve nifak çıkaran "kamusal alan modeli"ni zikretmekte fayda vardır.

    * Şimdi muhterem Kardeşim, gelelim Nûriye Akman'ın iki bölümlük röportajının ilk günü yayınladığı kısmında açıkladığınız, Türkiye'yi nükleer enerji ve teknolojiden yararlandırmaya yönelik size özgü ultra modern modelinize. Buna göre:


1. "Bu iş için ihâle şartnâmesi olmayacak".


2. "İhâleye çıkılmayacak".


3. "TAEK'in de ortaya koyacağı kriterler olacak".


4. "Santral kurucusu şirketler teşviklerden yararlandırılacak".


5. "Nükleerde sınıfı geçen yabancı teknoloji sâhibi firmalar zâten belli. Bu standartları Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı netleştirmiş".


6.  "özel sektörden en uygun teklifleri verenler yarıştırılacak".


7.  "Teklif verenler içinde santrali en az yük olan, en çabuk devreye giren ve yerlilik payı en yüksek olan kabûl edilecek".


8. "Yapımcı firmalara santral kurulduktan sonra 15 yıl elektrik alım garantisi verilecek".


9. "Nükleer santralin kurulu gücü şirketlerimizin seçeceği teknolojiye bağlı olacak".


10. "Türkiye'nin bir mâcerâya girmiş görüntüsü vermemesi için teknoloji seçiminde, Türkiye'nin şartlarına en uygun, en gelişmiş ve bunlar içinde en yaygın kullanılanlar bir paket hâlinde düşünülmekte".


11. "Seçilen teknolojinin adı verilemez; zîrâ rekābet açısından problem olur".


12. "ülkemizdeki şirketlerin nükleer santral işletmesi konusunda deneyimi yok. Bu itibârla çok mümkündür ki kurucu şirket, santral işletmeciliğinde deneyimli bir yabancı firmayla sözleşme yaparak bu sorunu çözebilecek".


13. "Nükleer santralde üretilen elektriğin 15 yıl süreyle satın alma garantisi verildiği için işi alan firmanın bir an evvel işletmeye girmesi de sağlanmış olacak".

Gariblerin garibi, Dünyâ'da bir eşi menendi bulunmayan, muğlâk, ve üstüne üstlük bir sürü iç çelişkiyle mâlûl, Türkiye'ye kazık atmak isteyen bâzı nükleer santral yapımcılarından kimilerinin ağızlarının suyunu akıtacak, kimilerini de "Bu Türkler iflâh olmazlar. Bu işte hiç bu kadar gayrı ciddî olmamışlardı" dedirtecek, uluslararası kurumlarda Türkiye'yi kritik ettirecek olan bu modeliniz karşısında gayr-ı ihtiyârî "Fesubhânallāh! Allāh müelliflerine akıl fikir versin; umûrlarını hayra tebdîl eylesin, Türkiye'yi bu modelin şerrinden korusun!" diye infial etmekteyim, azîz Kardeşim. Samimî kanaatim şudur ki bu model size de AK Parti'ye de maalesef yalnızca sıkıntı ve itibâr kaybı getirecektir, vesselâm!

* Sizin Bakan olarak bu konunun geçmişini, geçmişinde yapılmış olan hatâların ayrıntılarını, işin bir ihtisas konusu olan nükleer mühendislik bölümünü bilmeniz zâten muhâldir. Buna bakanlık süreniz de ömrünüz de yetmez! Bundan dolayı doğrudan doğruya suçlanamazsınız. Ama öyle hissediliyor ki bu konuda kendinize danışman olarak seçmiş olduklarınız, her kimler ise, maalesef bu konunun kara câhiliymişler. Bunların size ilkā etmiş oldukları fikirleri gerektiği gibi temyiz edememiş olmanız sizin için de bizler için de büyük bir tâlihsizliktir. Sorumluluğu gene de size râcî olan bu durum, şimdilerde de gelecekte de sizi, maalesef, töhmet altında bırakacaktır. Sizi yanlış yönlendirmiş olanları mutlakā çevrenizden uzaklaştırmanız gerekir.

* Bir kere şunu biliniz ki 1970'lerde ve 1980'lerdeki her iki nükleer santral kurma teşebbüsü de o zamanki hükûmetlerin ve yetkililerin: 1) işi sağlam bir şartnâmeye bağlamamış olmaları, ve dolayısıyla 2) kendilerinden menkul her saçmalığı bir hikmetmiş gibi algılayıp bunu firmalardan taleb etmeleri sonucu hüsrânla bitmiştir. İşte bu durumun derin idrâkiyledir ki 1990'larda, önce Güney Kore Atom Enerjisi Araştırma Enstitüsü'ne (KAERI: Korean Atomic Energy Research Institute) bir cildlik bir teknik ihâle şartnâmesi taslağı hazırlattırılmış; ve bu taslak, merhûm Prof.Dr.h.c. Nejat Aybers, Prof.Dr. Ahmet Bayülken ve bendenizden oluşan üç kişilik bir komisyona daha sonra dâhil olan iki kişinin de katkısıyla ve hem İstanbul'da hem de Ankara'da aylarca her gün sabahtan akşama kadar süren yoğun bir çalışma sonunda işin ekonomik ve teknik bütün vechelerini kapsayan 5 cildlik nihaî "Akkuyu Nükleer Santral İhâle Şartnâmesi"ne dönüşmüştür. Tarafların sorumluluklarını tâdat eden ve sınırlarını çizen bu şartnâme: 1) yetkililerin [yâni hükûmetin ve bürokrasinin] ihâle sürecinde daha önce 1970'lerin ve 1980'lerin ortalarındaki teşebbüslerdekilere benzer şekilde zırtpırt kapris yapıp yüklenici firmaları kaçırmalarına engel olduğu gibi, 2) teklif sâhiplerinin ekonomik ve teknik katakullilerinin de hemen tesbit edilip hesap sorulmasını mümkün kılan referans mâhiyetinde hukukî bir metin" olmuştur.

Bakanlığa atanmanızın hemen ardından bilginiz için size takdîm etmiş olduğum ve zamanın Enerji Bakanı Danışmanı Prof.Dr. Ahmet Bayülken ile birlikte hazırladığımız, Eylûl 1999 târihli 223 sayfalık analitik "Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi Değerlendirme Komisyonları" Raporlarını, ve Muhâlefet Şerhlerini Değerlendirme Raporu bu konuda ne türlü şeytânî katakullilerin ortaya konmuş olduğunu tek tek şerh etmekteydi. Maalesef bundan da hiç yararlanmamışsınız!

Framatome-Siemens (NPI) ortaklığının Türkiye'ye atmak istediği o muazzam kazığın önüne, işte: 1) böyle bu ihâle şartnâmesinin mevcûd olması, ve 2) ihâleyle ilgili 20.500 sayfa hacmında bir evrâkı tetkik ettikten sonra kaleme almış olduğumuz söz konusu bu analitik raporumuz sâyesinde geçilebilmiştir.

Hadi siz nükleer santral işini sırtınızdan atıp özel sektörün sırtına yüklüyorsunuz da, bu sektör yemesi muhtemel olan [ve zararını yalnızca kendisinin değil bütün Türkiye'nin çekeceği] binlerce kazığı önlemek için hangi ayrıntılı hukukî metine müracaat edip dayanacak? Bunu hiç mi düşünmediniz? Hani Osmanlı döneminde eski bir Maarif Nâzırı'nın: "Şu mektepler olmasaydı Maarif'i ne güzel idâre ederdim!" demiş olduğu rivâyet edilir ya, nükleer enerjiyi özel sektörün sırtına kambur kılan modeliniz de sizin sanki lisânı hâl ile, âdetâ: "Şu nükleer santral meselesi olmasaydi Enerji Bakanlığı'nı ne güzel idâre ederdim!" diye düşünmüş de bu modeli ona göre ihdâs etmiş olduğunuzu ilhâm etmekte.

Biliniz ki nükleer santral tesisi işini: 1) Devlet'in sıkı kontrolü, ve 2) teknik bir şartnâme olmaksızın halletmeye kalkışmak azîm ve de sonuçları ağır olacak olan bir hatâdır. Bunun ceremesini başta siz ve mensûb olduğunuz AK Parti ile bütün Türkiye çekecektir. Ve gene biliniz ki Dünyâ'da nükleer santral sâhibi olmuş olan 32 devletten hiçbiri ilk nükleer santralini kurarken sağduyu ve temkini hiçe sayan böylesine bir garâbeti aslā ilke ve hedef edinmiş değildir!

* Doğrusu, sizin emriniz altında olmaması gereken TAEK'in, sizin tasvibinizle koyacağı kriterlerin ve şirketlere vaad edilen teşviklerin neler olacağını da pek merak ediyorum. 49 yıllık Atom Mühendisi'yim ve siyâsîlerin ve bürokratların batırmış oldukları, 1970'lerdeki mâcerâ hâriç, Türkiye'nin bütün teşebbüslerinin hep çok yakından müşâhidi oldum; ve evhamlarını "hâzâ gerçek bilgi", "hâzâ ilim" ve hattâ "hâzâ hikmet" sayanlarla da çok cidalleştim. Bunca deneyimime rağmen, şu "Nükleerde sınıfı geçen yabancı teknoloji sâhibi firmalar zâten belli. Bu standartları Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı netleştirmiş" şeklindeki beyânınızdan hiçbir şey anlamadığımı itiraf etmeliyim. "Sınıfı geçen yabancı teknoloji" ne demektir? Bu sınıfı geçmenin teknolojik kriteri nedir? İşin ilginç yanı şudur ki Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) bu konuda netleştirdiğini iddia ettiğiniz hiçbir standardı yoktur. UAEA bu konuyla ilgilenmez bile. Kalkıp da "Sakın Rus santralleri kurmayın! Bunlar amerikan santralleri kadar güvenli değildir" demez; bu, bu Ajans'ın işi değildir.

* Azîz Kardeşim, gelin bu ağabeyinizin sözünü dinleyin! Sizin, ve kıymetli bir rüknü olduğunuz AK Parti'nin, belirli bir imajınız var. Bu imajın ayaklar altında sürüklenmesine izin vermeyin! Size böylesine gerçek dışı, hem de çelişki dolu beyânatlar verdirten nükleer enerji konusunun katmerli câhili olan kimseleri çevrenizden mutlakā uzaklaştırın! Bunlara teslim olmayın!

* Ayrıca, nükleer santral işi ilkokul düzeyinde şiir yarışması gibi bir temâşâ değil ki "özel sektörden en uygun teklifleri verenler yarıştırılacak" olsun; zâten "Teklif verenler içinde santrali en az yük olan, en çabuk devreye giren ve yerlilik payı en yüksek olan kabûl edilecektir" demiyor musunuz? Yarışma neresinde bunun? Kaldı ki koştuğunuz bu üç şart da millî menfaat ve Türkiye'ye nükleer teknolojiyi kazandırmak açısından ne öncelikli ve ne de rasyonel şartlardır. Meselâ bir nükleer santral pekālâ çabuk devreye girebilir ama yerlilik payı hiç de yüksek olmayabilir; ve bunun tersi de vârid olabilir. Bu üç şartın aynı zamanda tatmin edilebilmesi aslā mümkün değildir. Teknoloji seçiminde böyle pestenkerânî şartlar ileri sürmek doğrusu T.C. Enerji Bakanı'nın ihrâz ve izhâr etmesi elzem olan ciddîyetine hiç yakışmıyor; imajınızı bozuyor. Konuşmanızda, hayâtî önemi haiz olan "Türkiye'de kurulacak olan nükleer santral mutlakā Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrini'ne uygun olmalıdır" cümlesi maalesef hiç geçmiyor; sanki bundan hiç mi hiç haberiniz yok gibi. Yoksa danışmanlarınız bu elemanterin elemanteri olan temel kuralın da mı katmerli câhili? Bu adamların cehâletlerini, saçmalıklarını ve de günahlarını neden siz yükleniyorsunuz, a benim azîz Kardeşim?

Dost acı söyler; sizi takdir etmiş bir dostunuz olarak izhâr ettiğiniz bu durumdan ne kadar derin bir üzüntü ve endîşe, ayrıca sizi bu duruma düşüren [Allāh umûrlarını hayra tebdil etsin!] danışmanlarınıza karşı da ne kadar samimî bir infial duymakta olduğuma lûtfen itimad ediniz!

* üstüne üstlük, bir de "Türkiye'nin bir mâcerâya girmiş görüntüsü vermemesi için teknoloji seçiminde, Türkiye'nin şartlarına en uygun, en gelişmiş ve bunlar içinde en yaygın kullanılanlar bir paket hâlinde düşünülmekte" şeklindeki beyânınız yok mu? Pes, yâni! Bu beyânınızda bu kadar fâhiş çelişkiyi nasıl bir araya getirdiniz? Hayret ettim, doğrusu!

"En gelişmiş teknoloji" derseniz bu Türkiye'nin şartlarına uymaz; çünkü "en gelişmiş teknoloji" en yeni yâni en az denenmiş, başkalarının sizi tecrübe tahtası yapmak istedikleri, en çok potansiyel riziko içermekte olan teknoloji demektir.

Geçiş döneminde santral tipi seçimi bir "Millî Strateji" meselesidir. Bu strateji Enerji Bakanı tarafından değil Hükûmet tarafından belirlenmelidir. Bu "Millî Strateji Şuuru" ne yazık ki bu röportajınızda tamâmen nâmevcûd. Bunu çok ama çok yadırgadım, ve sorumlu mevkideki bir devlet adamına da hiç mi hiç yakıştıramadım; bilesiniz!

Bu "Millî Strateji"nin nükleer güvenlik açısından "olmazsa olmaz asgarî değişmezleri", teklif edilecek olan santrallerin tipi ve dayandıkları teknoloji ne olursa olsun, nükleer santralin:

1. Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrini'ne uygun olmasıdır,

2. Bir benzerinin kendi ülkesinde lisanslanmış ve en az 5 yıl güvenli bir şekilde çalışmış olmasıdır.

3. Kurulduğu bölgedeki depremlere karşı mukāvim olmasıdır.

4. Bütün ömrü boyunca reaktörden çıkan kullanılmış yakıtların tümünü ucuz bir şekilde koruma altına alacak bir donanıma sâhip olmasıdır.

İleride nükleer reaktörlerimizi kendimizin üretmesi de millî bir amaç olmalıdır; bu takdirde de: 1) kopyalanması en kolay olan, 2) hammadde kaynaklarımızdan yararlanmamızı mümkün kılan, ve 3) yapımcının en geniş teknoloji transferi vaad ettiği nükleer santral tipleri hedefimiz olmalıdır.

Eğer "en yaygın teknoloji" derseniz, "en gelişmiş teknoloji"nin mümessilleri en yeni yâni ya hiç denenmemiş ya da az denenmiş olacağından zâten henüz yaygınlaşmamışlardır. Dolayısıyla "en yaygın teknoloji" şartı ile "en gelişmiş teknoloji" şartı biribirlerini dışlayan şartlardır; bu iki şartı aynı anda tatmîn edemezsiniz.

Ayrıca "en yaygın teknoloji" dediğiniz anda da siz zâten santral tipini peşinen seçmiş ama her nedense, sûretâ, takiyye yapıyorsunuz demektir: Dünyâ'da "en yaygın teknoloji" PWR (Pressurized Water Reactor: Basınçlı Su Reaktörü) teknolojisidir. Bir de kalkmış, Nûriye Akman'ın: "Seçtiğiniz teknolojinin adını söylemeyecek misiniz?" sorusuna "Hayır onu veremem. Aksi takdirde rekābet açısından problem olur" gibi kendi kendinizi nakzeden bir cevap veriyorsunuz.

Bu teknoloji ise: 1) nükleer yakıt elemanlarında zenginleştirilmiş uranyum kullanmak zorunda olduğundan, 2) dışarıya bağımlı olmamak düşüncesiyle, eğer bu yakıtın tedâriki için kendi uranyum zenginleştirme tesisimizi kurarsak İran'ın başına gelenlerin, hiç şüpheniz olmasın, bizim de başımıza geleceğinden, ve 3) bu tip teknolojiye sâhip olan Amerikalıların (Westinghouse) ve Fransızların (Framatome) bu nükleer santral konusunda teknoloji know-how'ını vermeye de aslā yanaşmadıklarından dolayı acabâ bu PWR teknolojisi, başlangıç için, bizim açımızdan "en uygun" olan, gözümüz kapalı, mal bulmuş magrıbî gibi üzerine atlamamız gereken bir teknoloji midir? Yoksa bu teknoloji [Güney Kore'nin fevkalâde isâbetli bir şekilde gerçekleştirmeyi başarmış olduğu gibi] önce millî nükleer teknolojiyi iyice oturtmanın, sonra da bu istikāmette deneyim kazanıp iyice yol almanın akabinde ikinci safhada düşünülüp uygulanması gereken ve ancak bu safhada isâbetliliği ve verimliliği müsellem olan bir teknoloji midir?

* Nükleer santraliniz ne kadar güvenli olursa olsun bunu işleten ekibin beşerî hatâları gene de, meselâ Three Miles Island ya da çernobil'deki gibi, farklı vüs'atte felâketlere yol açabilir. Dolayısıyla bu ekibin özel olarak yetiştirilmesinin ve beşerî hatâ rizikosunu minimal kılacak şekilde uzmanlaşmasının hayatî önemi vardır. Ama sizin bu konuya: "ülkemizdeki şirketlerin nükleer santral işletmesi konusunda deneyimi yok. Bu itibarla çok mümkündür ki (??!!), kurucu şirket santral işletmeciliğinde deneyimli bir yabancı firmayla sözleşme yaparak bu sorunu çözebilecek (!!??)" şeklindeki yaklaşımınızda sırıtmakta olan ve bir Devlet adamına yakışmayan bîgâneliğin kanımı dondurduğunu açıkça ve yüksek sesle ifâde etmek istiyorum.

Bir kere, "nükleer santral işletimi" lokanta işletimi kabilinden ticârî bir meta değildir ki telefon rehberine bakarak bu konuda hizmet sunacak deneyimli bir yabancı firma bulasınız. Deneyimli firmayı bırakın, bunun ticâretini yapan firma dahî yoktur. Yâni siz Dr. Hilmi Güler, T.C. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Türkiye'nin bu 4. kez nükleer enerjiye geçiş teşebbüsünün muhtemel mîmarı olarak: "Kurucu şirket bu konuda ne yaparsa yapsın beni hiç mi hiç ilgilendirmez" mi demek istiyorsunuz?

    Bakın size, rahmetli Prof.Dr.h.c. Nejat Aybers, Prof.Dr. Ahmet Bayülken ve bendenizin Akkuyu Nükleer Santral İhâle Şartnâmesi'nde bu konuda hangi tedbirleri öngörmüş olduğumuzu takdîm edeyim:

    Akkuyu ihâlesinde reaktör operatörü yetiştirmek üzere en az 200 elemanın, 2 yıl boyunca, teklif edilen santralin bire bir simülâtörü üzerinde yurt içinde eğitildikten sonra 2 yıl da teklif edilen santralin benzerlerinde bilfiil iş başında deneyim kazanmaları yükleniciden taleb edilmekteydi. [Türkiye en yeni teknolojiyi, yâni fizikî olarak en çok 1 ya da 2 örneği mevcûd olanı seçerse bu 200 kişi nerelerde ve de nasıl eğitilebilir ki? En yeni nükleer teknolojiyi seçmiş olmak işte bir de bundan ötürü isâbetli bir seçim olmaz! Operatörlerinizi kâmil bir şekilde eğitemezsiniz] Santral işletmeye alındıktan sonra dahî yüklenici, reaktör operatörlerinin çalışmasını kontrol edecek olan kendi işletme nezâretçilerini [supervisor'larını] 2 yıl boyunca görevli ve sorumlu olarak santralde çalıştıracaktı. Santralin hizmete girmesinden ancak 2 yıl sonra sorumluluk tümüyle tarafımıza geçmiş olacaktı. Gerek simülâtörün bedeli [50 milyon amerikan doları] gerekse reaktör operatörlerinin yetiştirilmesinin masrafları [yaklaşık 17 milyon amerikan doları] teklif edilen nükleer santralin fiyatına dâhildi.

* "Nükleer santralde üretilen elektriğin 15 yıl süreyle satın alma garantisi verildiği için işi alan firmanın bir an evvel işletmeye girmesi de sağlanmış olmaktadır" şeklindeki beyânınızda izhâr ettiğiniz, bir yandan özgüveninize diğer yandan da çocuksu sâfiyetinize hayrân olduğumu bütün samîmîyetimle itirâf etmeliyim.

Muhterem kardeşim; işi alan firmanın yüklenici yabancı firmaya göbeğinden bağlı olacağını nasıl unutursunuz? Yüklenici firmanın devleti aldatması zordur ama, kendisine bir sürü avantaj sağlayabilmek ve de işi uzatmak için işletici firmayı aldatması tasavvur dahî edemeyeceğiniz kadar kolaydır. Leyleğin artık yavrusu gibi yükleniciyle başbaşa bırakılan işleticiyi koruyacak hangi makam kalıyor ki? Elde, bu durumlarda hangi yaptırımların uygulanacağını bildiren hangi hukukî değeri olan bir şartnâme olacak ki? Devlette bile bu konuda danışman geçinen câhillerin devlet adamlarına bir sürü saçmalıklar söylettirebildikleri göz önünde tutulursa, bu zavallı işleticiler kimden, hangi danışmandan medet umacaklardır da bu danışmanlar onların hangi dertlerine derman olabilecektir? İşte bunun içindir ki bir şartnâme elzem olmaktadır.

Ayrıca "Neticede alım garantisi verdiğimiz için, işi alan firmanın bir an evvel işletmeye girmesini de sağlamış oluyoruz. çünkü iş uzadığı zaman kendi mâliyeti yükseliyor. Ve tabiî elektriğe bunu yansıtacak. Kendisi pahalı üretirse o zaman yarışmaya giremeyecek" şeklindeki çelişkili beyânınız da kafaları iyice karıştırmakta.

Farzedelim ki bir firma işi aldı; ama yüklenicinin katakullileri yüzünden nükleer santralin hizmete girmesi gecikti; ve iş bitince de bu gecikmeler, ister istemez, elektriğin üretim fiyatına yansıdı. İşletici firma o zaman mı yarışmadan çıkarılacak? Bu ne demek? Daha önce: "özel sektörden en uygun teklifleri verenler yarıştırılacak" diyen yâni yarışın teklif safhasında vuku bulacağını söyleyen siz değil miydiniz? Söyleyin! Yarışma, firmaların iş başlamadan verdiği teklifler referans alınarak mı yapılacak? Yoksa bu yarışma, iş bitip de elektriğin mâliyetinin yüksek olduğu anlaşılınca mı devreye girecek? Ve de nasıl, hangi yaptırımla devreye girecek?

Beyânlarınızdan sızan bu derin çelişkinin mûcidi olduğunuz modelin sizin kafanızda dahî çelişkiden ârî bir kemâlinin de, bir tutarlılığının da bulunmadığını artık lûtfen idrâk ve temyiz ediniz! Ve kendinize de bu Millet'e de acıyıp sağduyuya ve temkine rücû ediniz muhterem Kardeşim!

Şunu iyi biliniz! Her ama her nükler santral yapımcısı santralini satmak için bir takım hiylelere başvurur. Bu sayısız hiylelerden ilki ilk yatırımı, ikincisi de teklif ettiği santralde üretilecek olan elektriğin mâliyetini ucuz göstermektir. Bu beyânlara KAT'İYYEN AMA KAT'İYYEN İNANMAMAK, BUNLARI BİZZÂT İRDELEMEK LÂZIMDIR!

Meselâ Akkuyu nükleer santral ihâlesinde teklif ettikleri santralleri ucuz göstermek için bunların fiyatlarını:

AECL firması: 2.372.358.216,- $,

NPI firması: 2.480.659.103,- $, ve

     WESTINGHOUSE firması da: 3.026.938.407,- $

olarak bildirmişti. Bu firmaların takdîm etmiş oldukları tekliflerin teknik ayrıntıları Prof.Dr. Ahmet Bayülken ve bendeniz tarafından incelenip de bütün katakullileri açığa çıkarıldıktan sonra yukarıdaki aldatıcı fiyatların gerçeği yansıtmadıklarını ortaya koymuş ve bunların mâliyetlerinin, aslında:

AECL firması için: 2.976.049.665,- $ (Fark: 603.691.449,- $)

NPI firması için: 3.653.640.199,- $ (Fark: 1.172.981.096,- $), ve

     WESTINGHOUSE firması için: 3.709.385.127,-$ (Fark: 682.446.720,-$)

olduğunu tesbit etmiştik. [Bk. Prof.Dr. Ahmet Bayülken ve Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre: "Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi Değerlendirme Komisyonları" Raporlarını, ve Muhâlefet Şerhlerini Değerlendirme Raporu, IX. Bölüm (www.ozemre.com sitesinde E-Raporlar bölümünden indirilebilir)]

    Acabâ bu fâhiş farklar 1) bir teknik şartnâme, ve de 2) işin ehli nükleer mühendislerin katkıları olmaksızın yüklenici firmaların ne denli kazıklar atabileceği hakkında size minicik bir bilgi yanında müsbet ilhâmlar verebilir de ütopik modelinizin uygunsuzluğu hakkında mütenebbih olur musunuz azîz Kardeşim?

* İzin verirseniz röportajınızdaki diğer bâzı hatâları da kısaca özetleyerek dikkatinize takdîm etmek isterim:


1.

Nükleer santralin yatırım mâliyeti için: "Kaba tahminle kW saat başına 1.200 ilâ 1.800 dolar olabilir" demektesiniz. Yanlış! Şeklen doğrusu: "Kaba tahminle kurulu her kW başına 1.200 ilâ 1.800 dolar olabilir"dir. kW saat
güç değil üretilen elektriğin enerji birimidir ve bunun mâliyeti de reaktörün özelliklerine ve daha pekçok parametreye göre 2 ilâ 7 cents arasında değişebilir. Her mühendisin bilmesi gereken bu elemanter konuda bile, nedense, gene danışmanlarınızın oyununa gelmiş görünüyorsunuz.


2. "çernobil aynı zamanda bir silâh fabrikasıydı" beyânınız da doğru değildir! 4 üniteden oluşan çernobil nükleer santrali bir silâh fabrikası değil, elektrik üretiminin yanısıra, nükleer silâhlar için başka bir yerde saflaştırıldıktan sonra daha başka bir yerde de nükleer başlıkların içine yerleştirilecek olan Pu-239 da üretilen bir tesisti.



3. "Kuracağımız nükleer santralın ilk atığı iki yıl sonra çıkacak" tesbitiniz de yanlış! Bir nükleer santralde ilk tüketilmiş yakıt elemanları reaktör kalbinin ortasında nötron akısının maksimum olduğu bölgeden birinci yılın sonunda çıkarılacak olanlardır. Reaktörün yakıtı her üç yılda bir tamâmen değişmiş olur.



4. Kullanılmış nükleer yakıtların oluşturduğu nükleer atık meselesinin çözümü ise bu atıklara hangi gözle bakıldığına bağlıdır. Kullanılmış yakıt elemanlarında oluşan plutonyum izotoplarını değerlendirmek isterseniz çözüm yolu başka; bunları "nükleer çöp" olarak kabûl ederseniz çözüm yolu bambaşkadır. Hemen şunu ekleyeyim ki kullanılmış nükleer yakıtlarda uzun sürede biriken plutonyum izotopları atom bombası imâlinde gerekli olan Pu-239 izotopundan farklıdır. Bu plutonyum, bu hâliyle satıp para kazanmak veyâ MOX tipi nükleer yakıt üretmek sûretiyle değerlendirilebilir. Teknolojik düzeyimiz MOX tipi yakıt üretmemize izin vermemektedir. Kullanılmış nükleer yakıtların içindeki plutonyumu satmanın ise mahzuru çoktur. Önce bu plutonyumun geri kazanılması için kullanılmış yakıtların Dünyâ'daki birkaç plutonyum geri kazanım tesisine taşınması gerekir. Bu ise hem çevre, hem uluslararası politika açısından çok rizikoludur. Fransa'daki bir nükleer santralin kullanılmış yakıtlarının birkaç yüz kilometre uzaklıkta Almanya'daki böyle bir tesise taşınması bile aylarca protestolara, boykotlara, grevlere, yolların kesilmesine ve şiddet eylemlerine sebep olmaktadır. Türkiye'deki kullanılmış yakıtın Avrupa'daki bir plutonyum geri kazanım tesisine kara yoluyla gönderilmesi en az 5 ülkeden geçen bir güzergâh gerektirir. Bu kadar rizikolu bir operasyona, ilgili ülkelerin hiçbiri izin vermez. Bu sebeplerden ötürü Türkiye, santrallerinden çıkan kullanılmış nükleer yakıtlarında birikmiş olan plutonyumu kullanımı mümkün olmayan nükleer çöp olarak kabûl etmek zorundadır. En rahatlatıcı çözüm de budur.



Yüksek radyoaktiviteye sâhip olan nükleer çöp çevreye zarar vermeyecek şekilde kontrol altına alınabilir. Bunun basit ya da sofistike usûlleri vardır. En sofistike olanı kullanılmış yakıt elemanlarını vitrifiye ettikten yâni sıvılaştırılmış cam içine hapsettikten sonra, paslanmaz çelik kaplar içinde toprağın suyun erişmediği derinliğinde, tercihen bir granit katmanında ya da terk edilmiş bir kayatuzu ocağında kurulan depolarda muhâfaza etmektir. Bu pahalı bir yöntemdir. Dünyâ'da bu tipten, deneysel amaçla kullanılan, yalnız birkaç küçük örnek vardır. Genellikle bu gibi yüksek radyoaktiviteli atıklar aynı hazırlık sürecinden sonra toprağın üstünde depolanmaktadır.



Akkuyu ihâlesi şartnâmesinde, reaktörü koruyan koruma kabuğunun içinde, nükleer santralin ömrü olan 40 [ya da yeni eğilime göre 60] yıl boyunca çıkacak kullanılmış yakıt elemanlarını barındıracak büyüklükte bir özel soğutma havuzunun bulunması öngörülmüştü. Amaç, nükleer santral ömrünü doldurup da koruyucu kabuğun içindekilerin demonte edilmesi gerekenleri demonte edildikten sonra, bu havuzda biriktirilmiş olan kullanılmış yakıtların koruma kabuğunun oluşturduğu bir çeşit mezarda (sarkofaj'da) sonsuza dek hapsedilmesiyle çevreye radyasyon yayılmasının önüne geçmekti. Görüldüğü gibi bu, hem güvenli hem de ucuz bir yöntemdir.



5. Size: "Bir nükleer santralde her bin megawat kurulu güç için iki kat yâni 2 bin personeli istihdam etmek durumundasınız. Toplam 5 bin megawat kurulu güç için de 10 bin personele ihtiyaç var" şeklinde bir beyânat verdiren o câhilin câhili danışmanlarınız bu sefer kantarın topunu iyiden iyiye kaçırmışlar, sayın Bakanım. [önce şu önemli noktayı düzeltmeme izin verin! Nükleer santralin 2 farklı gücü vardır: 1) termik gücü, ve 2) elektrik gücü. Birincisi MWth, ikincisi MWe olarak ifâde edilir. Nükleer santralin termik gücü elektrik gücünün yaklaşık 3 mislidir. Bir başka deyimle nükleer reaktör elektrik üretmek için yaklaşık % 30 kadarlık bir verimle çalışır. Yukarıda tırnak içindeki ifâdeniz elektrik gücüne delâlet etmekte olduğundan "her bin megawat kurulu güç" değil "her bin megawat elektrik kurulu güç" denilmesi gerekirdi. Reaktörün termik gücü işletimciyi de, bürokrasiyi de ilgilendirmeyen bir mühendislik kavramıdır.]



Akkuyu nükleer santral ihâlesinde toplam 1335 MWe'lik AECL santrali için firmanın öngördüğü işletim ve bakım personeli sayısı 719; 1218 MWe'lik Westinghouse santrali için firmanın öngördüğü işletim ve bakım personeli sayısı 622 ve 1482 MWe'lik NPI santrali için firmanın öngördüğü işletim ve bakım personeli sayısı ise 400 kişi idi. Buna bakarak, farz-ı muhâl, üç adet Westinghouse ve bir adet de NPI reaktörü kurulmuş olsa (3×1218) + 1482 = 5136 MWe'lik bir kurulu güç için gerekli olan işletme ve bakım personelinin toplam adedi 10.000 küsur değil yalnızca (3×622) + 400 = 2266 kişi olacaktı. Yâni burada danışmanlarınızın abartması gerçeğin hemen hemen 4,5 katı! Sizi nasıl da yanlış yönlendiriyorlar, farkına vardınız mı acabâ azîz Kardeşim?

* Sayın Bakanım, azîz ve muhterem Kardeşim,

    Büyük bir ızdırabla beyân etmek mecbûriyetindeyim ki Türkiye'nin bu 4. nükleer enerji mâcerâsı için geliştirilmiş olan model'e sâdık kaldığınız takdirde bu işi hem kendinizin ve hem de mensûbu bulunduğunuz AK Parti'nin yüzüne gözüne bulaştırmanızdan ciddî olarak endîşe etmekteyim. Zararın neresinden dönülse kârdır:

1. önce kendinizi, sizi bu konuda gülünç duruma düşürmekte olan etrâfınızdaki câhil danışmanlarınızın boyunduruğundan kurtarın!


2. Sonra da her aklı başında ülkenin ve her âkil devlet adamının yapması gerektiği ve yapmış olduğu gibi klâsik devlet ihâlesi yönteminden de ayrıntılı bir ekonomik ve teknik şartnâmeden de lûtfen sapmayın, saptırmayın!

İçiniz rahat etsin! Bu en emîn ve de sizi başarıya ulaştıracak olan yegâne yöntemdir. Bu işler bittikten sonra da özel sektöre bu tesisi satacaksanız satın, ama özel sektörü, nükleer santral yapımcılarına lûtfen kolay lokma kılmayın! Aksine, Devlet'in muhâtabı kılmış olun! Bu çelişki dolu isâbetsiz modelinizin bu konuya 50 yıldır hizmet etmiş olan bendeniz ağabeyinizi gerçekten de hasta etmiş olduğuna, kandaki şeker düzeyini birdenbire 300'lere fırlatmış olduğuna da lûtfen itimad edin. Bundan dolayı size, hiç kuşkusuz, şahsî hakkımı helâl ediyorum. Ama bu modelinizi izzet-i nefis meselesi yapar da bunda körükörüne ısrar eder ve nefsinizi azîzlerin azîzi, uluların ulusu, lâyuhtî [aslā hatâ yapmaz] ve lâyüs'el [her türlü sorumluluğun üstünde] addetmek marazına yakalanırsanız hem kendinizi ve hem de AK Parti'yi bu tutumun doğuracağı nifak, şikak ve pişmanlık girdabının içine sürüklemeniz maalesef kaçınılmaz görünmektedir. Bendeniz sizin siyâsî hayatınız bittiğinde de hayrla yâd edilmenizi arzu etmekteyim.

Muhabbetlerimle, hayr dualarımla ve Cenâb-ı Hakk'ın umûrunuzu hayra tebdil etmesi niyâzımla…


Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre

Tasarım & Geliştirme | kerataif