Buradasınız
ÜSKÜDAR'IN KADINLARI
ÜSKÜDAR'IN
KADINLARI
Prof.Dr.
Ahmed Yüksel Özemre
etmiş olduğum gibi Üsküdar'ın eski demografik özelliği siyâsî faktörlerin
etkisiyle 1970-1975 arasında büyük bir değişikliğe uğramış ve köklü Üsküdarlılar
kendi beldelerinde ekalliyete düşmüşlerdi. Bu sebebden ötürü Üsküdar'ın
kadınları hakkındaki gözlemlerim bu yıllara kadar olanları
içermektedir.
özellikleri nelerdir?" diye soracak olursanız, kendi gözlemlerime göre bunlar:
1) iffet, 2) sabır, 3) tevekkül, 4) merhamet ve 5) tutumluluktur. Bu beş haslet
onları müstesnâ birer eş ve ana, ve kezâ ailenin istikrârının da teminâtı
kılmaktaydı. 1970'lerin ortalarına kadar, Üsküdar'da, kulağımıza ancak iki ya da
üç çiftin boşanmış olduğu haberi gelmişti, çünkü Üsküdar'ın kadınları "Allāh'ın en hoşlanmadığı helâl
boşanmaktır" hadîsine yürekten inanmış ve bu hadîsin muhtevâsını idrâkli ve
salâbetli bir "hayat tarzı"na dönüştürmüşlerdi.
acılarını ve çilelerini, genellikle yalnız başına çeker ve hazmederdi. Üsküdarî
ailelerde dâimâ "kol kırılır, ama yende kalır"dı. Çocukluğumda, Cumhûriyetin
ilânından önce dört kadınla evlenmiş de bunlardan 7-8 kadar çocuğu olmuş ve
sonra vefât etmiş bir zâtın haremlerinin aynı bir konakta biribirlerine nasıl
bir muhabbetle destek olmakta ve evlâdlarını, aralarında fark gözetmeksizin,
nasıl bir itinâ ile yetiştirmekte olduklarından büyük bir takdîr hissiyle
bahsedilirdi.
Toygar semtinde bulunduğu söylenen birkaç genelevde çalışan kadınların dahî
Üsküdar çarşısına indiklerinde ciddî ve iffetli kadınlar gibi davrandıkları ve
esnafın da bu durumlarını aslā yüzlerine vurmayıp onlara karşı hanımefendi
muamelesi yaptıkları söylenirdi. Aralarındaki konuşmalarda söz nâdiren de olsa,
bizzât birkaç kere şâhit olduğum gibi, bu kimselere geldiğinde Üsküdar'ın
kadınları çocuklarını Cenâb-ı Hakk'ın bu kabil bir durumdan koruması ve söz
konusu kadınların da bu utanç verici statülerinden ikrâh edip kurtulmaları için
dualar ederlerdi.
Fukarâ-i sâbirînden olup da kimseye el
açmamak için, bizim Münîb Paşa Konağı ile Şemsipaşa (Kuşkonmaz) Câmii arasındaki, Reji'de (İnhisarlar yâni Tekel İdâresi'nin tütün işleme tesislerinde)
çalışmak zorunda kalan hanımlar sabah saat 08.00'de işe başlar ve akşam saat
18.00'de paydos ettikleri zaman Balaban semtinde yolları üzerinde iki yanlı
dizilmiş meyva ve sebze satıcılarından alış veriş ederek evlerinin yollarını
tutarlardı. Bunlardan evli olmayanların yavukluları ise bir kenarda onları
bekler, belli belirsiz bir kaş-göz işâreti ile onları Yeni Câmi'nin avlusuna
dâvet eder; burada bir-iki dakikayı geçmeyen pür edeb bir hâl-hatır sormadan
sonra ellerine bir çikolata tutuşturur; sonra her ikisi de yüzlerinde mutluluk,
huzur ve ümid dolu ifâdelerle aksi istikāmetlere
yönelirlerdi.
olduklarını anlar anlamaz, ilk iş olarak bir boy abdesti alıp Azîz Mahmûd
Hüdâyî'nin türbesini ziyâret ederek: "İlâhî ya Rabbi! Karnımdaki şu çocuğun
kusursuz doğmasını, Sana hayırlı kul, Cenâb-ı Peygamber'e hayırlı ümmet olmasını
ve burada yatan Azîz Mahmûd Hüdayî hazretlerinin rûhâniyeti gibi yüksek bir
rûhâniyet sâhibi olmasını lûtfet!" şeklinde bir duada bulunurlar ve bunu bir
Fâtiha ile noktalarlardı. Doğacak çocuğun böylelikle Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin
rûhâniyetine tevdî edilmiş olduğu söylenirdi. Rahmetli annem üç çocuğu için bu
işlemi yapmış olduğu gibi rahmetli ilk eşim Kâmuran hanım büyük kızım Fâtıma
Mürşîde Fezâ'ya, büyük kuzinim rahmetli Melîha hanım şimdi Profesör olan oğlu
Mehmet Semih Dedeoğlu'ya, yengem Birsen hanım yeğenim Abdullāh Ahmet Refik'e ve
(Allāh uzun ömür versin ve iki cihânda azîz etsin!) şimdiki eşim Gülsen hanım da
küçük kızım Fâtıma Râbia'ya hâmileliklerinde hep bu an'aneye
uymuşlardı.
i'tibâren mü'min, ve hattâ sofuydu. Sofuluğu yaşıyla orantılı olarak artardı.
Başını şimdilerde, pekçok kimsenin yaptığı gibi, abartılı ve bir ucu sırtından
beline kadar sarkan devâsâ bir eşarpla değil, ya çenelerinin altında düğüm
atılmış "sıkma baş" tâbir edilen sâde bir başörtüsü ile ya da kulaklarının ve
ensesinin bir bölümünü de içine alan (bugünkü anlamından farklı) bir "türban"
ile örterdi. Çocuklarını evlendirdikten sonra ve hele kocası da vefât etmişse
beş vakit namazını kılar; Ramazan ayı dışında da genellikle Pazartesi ve
Perşembe günleri oruç tutmayı âdet hâline getirir; Kelime-i Tevhid zikrine devâm
eder; arada sırada câmilerde cemaatle namaz kılmaya ve beğendiği bir vâiz
efendinin va'zını ya da bir hâfızın Kur'ân tilâvetini dinlemeye gider; Perşembe
akşamları da, ikindi ve akşam ezanları arasında: 1) evini dualarla tütsüler, 2)
Kur'ân-ı Kerîm hatmine devâm eder ve özellikle de 3) Yâsin-i Şerif kıraat
ederdi. Her hatmin sonunda da eşini-dostunu çağırır; izaz ve ikrâmda bulunur;
hatim duasını yapar ya da birine yaptırırdı. Pekçok Üsküdarlı kadının ise duası
henüz yapılmamış ama gerektiğinde eşin dostun mevtâlarına hediye edilmek üzere
yedekte hazır duran hatimleri bulunurdu.
genç kızlıklarında zayıf fakat evliliklerinde balık etinde olurlar ve,
genellikle, kocalarından da daha uzun yaşarlardı. Kocaları vefât ettikten sonra,
istisnaî hâller hâriç, genç iken dul kalmış olsalar bile genellikle bir daha
evlenmezler; ve, eğer çocukları evlenmiş de ayrı ev açmışlarsa, "çocuklarına yük olmasınlar" diye de kendi evlerinde hür ve tek başlarına
oturmayı, "tencerelerini kendilerinin
kaynatmasını" tercih ederlerdi.
olduğunu yalnızca Üsküdar esnafında değil asıl Üsküdar'ın kadınlarında görürdü.
Eskiden bitişik apartıman nizâmı değil
de bahçeli ev ya da konak nizâmı Üsküdar'a hâkim olduğundan, herkes kimin kimi
ziyâret ettiğini evinin şahnişli odasının penceresinden görürdü. Eğer bu
ziyâretçi Üsküdar'ın hekimlerinden biri ise konu-komşu hemen harekete geçer ve
hasta birinin bulunduğu böylece anlaşılmış olan o eve, en azından, yanında yarım
limonuyla birlikte bir et ya da tavuk suyuna şehriye çorbası gönderilirdi.
Seyyâr satıcılar ya da eskiciler bile, hangi evden çağırılmışlarsa, iki lâf
arasında mutlakā filânca evde hasta olduğu haberini
verirlerdi.
veba, çiçek, difteri, sıtma gibi salgın bir hastalık zuhur etmiş de ev sarı bir
kâğıdın kapısına yapıştırılmasıyla 40 günlük bir karantinaya alınmışsa bütün
mahalleli o evin ihtiyâcını, fîsebîlillāh, 40 gün boyunca görürdü. Eğer bir
hasta hâlet-i nezi'de ise komşu
hanımları ve beyleri toplanır, Sûre-i Yâsin ve Sûre-i Rahmân okurlardı. Vefât
hâlinde hastanın sâhibesi, mevtâ evi terkedinceye kadar, yalnız bırakılmaz;
definden sonra da o akşamki hatimde ve duada hazır bulunacaklar için komşu
hanımları gereken yemekleri gönderir ve helva pişirirlerdi. Aynı yardım 7. günün
gecesi duası, 40. günün mevlîdi ve 52. gecenin duası için de tekrarlanırdı.
Ayrıca, Kurban Bayramları'nda kimlere et gönderileceğinin sorumluluğu da
hanımlara aitti; ve, fakir olsun hâli vakti yerinde olsun, Üsküdar'ın kadınları
Muharrem ayında dualar ve zikirlerle pişirdikleri aşûreyi bütün komşularıyla
paylaşırlardı.
olmadığı bir dönemde Üsküdar'da ev hanımlarının yegâne eğlencesi misâfir günleri idi. Hemen hemen her
hanımın kendine mahsûs bir "gün"ü vardı. Bu "günler" haftalık, onbeş günlük ya
da aylık olurdu. Bu "günler"de misâfirlere kahve, lohuk, şerbet ikrâm edilir;
sohbet edilir ve sonra da genellikle tombala oynanırdı; fırdöndü oynandığı da
olurdu. Bu kabil "günler"in dışındaki misâfirliklerde ise ev sâhibesi ile
misâfir hanım daha çok domino oynarlardı. Bâzen de hanımlar aralarında sözleşir;
arabalarla Fıstıkağacı'na ya da Büyük çamlıca'ya kır sefâsı'na çıkarlar yâni, bugünün
alafranga terminolojisine göre, "piknik
yaparlardı".Üsküdar'ın kadınları kocalarıyla
birlikte Ramazan'da câmilere terâvih namazı kılmaya; sâir zamanlarda ise Hâle
Sineması'na konuk olan İsmail Dümbüllü'nün1,
Şevki Şakrak'ın Tevfik Bilge'nin Tulûat Kumpanyaları'nı; illüzyonist Zâti
Sungur'u; Sâdi Tek'in, Halide Pişkin-İhsan Balkır'ın Tiyatroları'nı; Râşit Rıza
Smoko'nun Dram Tiyatrosu'nu seyretmeye ve yazın da Salacak Aile Gazinosu'na ya
da İnkılab Bahçesi'ne fasıl heyeti ve Münir Nûrettin, Hamiyet Yüceses, Safiye
Ayla, Müzeyyen Senar, Perihan Altındağ (Sözeri) gibi sanatkârları dinlemeye
giderlerdi. Yazın hafta sonlarında Şirket-i Hayriye vapurlarıyla ya Boğaziçi'nin
sonuna kadar gidilip aynı vapurla Üsküdar'a avdet edilir ya da Sarıyer'de çırçır
Suyu'nun başında, Beykoz çayırı'nda, Paşabahçe çayırı'nda, Küçüksu çayırı'nda
çoluk-çocuk ailece kır sefâsına çıkılırdı. Meraklıları bu kır sefâsını
Yakacık'ta ya da Adalar'da da yaparlardı.
hayatlarındaki en önemli hâdiselerden biri de "oğullarının ilk mürüvveti" diye
adlandırdıkları sünnet düğünüydü. Fukarâ olsun, hâli vakti yerinde olanlar olsun
herkes sünnet düğününün oğullarının hâfızalarında iyi bir hâtıra olarak
kalmasını arzu eder ve bunun için hiçbir fedâkârlıktan kaçınmaz, hattâ büyük
borçların bile altına girerdi. Eğer ev ya da konak misâfirleri alacak kadar
büyük değilse sünnet düğünü için ya Salacak Aile Gazinosu ya İnkılab Bahçesi ya
Kısıklı'daki gazino ya da Sunar Sineması'nın düğün salonu kirâlanırdı. Dört başı
ma'mûr bir sünnet düğünü ikindi vaktinde başlar ve gece yarısından sonraya kadar
sürerdi. Bu düğünün vaz geçilmez sâbit unsurları: Kur'ân tilâveti, Mevlîd, fasıl
heyeti, hokkabazlar ve Karagöz temâşâsıydı. Susuyanlara su ve limonata verilir;
akşam yemeğinin değişmez mönüsü de: düğün çorbası, etli pilâv, zerde ve
limonatadan ibâret olurdu. Gece yarısına doğru ise misâfirlere meşrûbat ile
birlikte sandüviç ikrâm edilirdi. Bâzen Kızılay, çoğu kez de Üsküdar'ın
isimlerini belli etmeyen hâli-vakti yerinde sahî beyefendileri ve
hanımefendileri fıkara çocukları için sözü geçen yerlerde dört başı ma'mûr toplu
sünnet düğünleri tertib eder ve masraflarını
karşılarlardı.
hasleti de muktesid (tutumlu) olmalarıydı. Çarşıdan olabildiğince az
alış-veriş etmek için Üsküdar'ın kadınları, genellikle: reçellerini, şerbetlerini, salçalarını,
tarhanalarını ve yoğurtlarını kendileri îmâl eder; turşularını kendileri kurar;
ve hattâ çirozu bizzât kurutur ve lâkerdayı bile kendileri tenekeye basarlardı.
Baklava ve böreklerin yufkalarını gene kendileri açar; lokma, revânî ve hurma
tatlılarını da gene kendileri üretirlerdi. Zâten hemen her evin ya da konağın
bahçesinin bir köşesinde günlük yumurta ihtiyâcını karşılayacak bir kümes
bulunur ve bahçenin geri kalan kısmında da sebze ekili olurdu. Bunun ötesinde,
pekçok kadın Üsküdar'ın bugün yerlerinde yeller esen yeşillik alanlarında hüdâyî
nâbit biten ebegümeci, lâbada, ısırgan ve hodan toplarlar ve bunlardan lezzetli
yemekler yaparak aile bütçesine katkıda bulunurlardı.
kadınları II. Cihân Harbi'ne çok daha iyi uyum sağlamışlardı. "Karartma"
mecbûriyeti kadınlara, gün batımından i'tibâren evdeki pencerelerden dışarıya
herhangi bir ışık sızmaması için bir sürü tedbir almak konusunda ek
sorumluluklar yüklemişti. Kezâ kumaş ve patiska fıkdânı da kadınları yırtıkları
onarmak ve yamamak husûsunda çok hassas ve dikkatli kılmıştı. Un ve şeker
fıkdânı ise bu hayâtî gıdâların yerine mısır unu, nişasta, pekmez, kuru üzüm ve
kuru incirin ikāme edilmesini zorunlu kılmış; insanların beslenme tarzında ânî
ve büyük değişiklikler ortaya çıkmıştı. Bu yeni beslenme tarzını lezzetli kılmak
ve ev halkını buna alıştırmak da gene Üsküdar kadınlarının basîreti, sabrı ve
iknâ kābiliyeti sâyesinde mümkün olabilmişti.
telkin eden ve kadını ulvî mertebesinden soyutlayıp "şey" seviyesine indiren
reklâmların ve şuursuz propagandaların vurgununa uğramış, doğal asâletinin bilincini kaybetmiş bütün
"tüketim toplumu" kadınlarının terakkî ederek eski Üsküdar kadınlarının
hasletlerine sâhib olmaları için, bilseniz, ne kadar içtenlikle niyâz
ediyorum!
* *
*
[1]Azîz dostum Prof.Dr. Güngör
Şatıroğlu'nun lûtfettiği bilgiye göre, rahmetli İsmâil Dümbüllü'nün sokaklarda
dağıtılan ve muhtemelen 1964 Ramazan dönemine ait renkli kâğıtlara basılmış olan
ve adı geçenlerin çerçeveli fotograflarını da hâvî el ilânlarından biri
şöyledir: (ön sayfa) BÜYÜK KONSER. 18 Ocak Cumâ akşamı Üsküdar Hâle
Sinemasında saat 20.30 da başlar. İSMÂİL DÜMBÜLLÜ HİSSELİ HÂRİKALAR TOPLULUĞU
tam kadrosuyla. Lûtfi Güneri konseri. Halk türküleri okuyucuıları özer
Kardeşler. Türkiye'nin sevimli sanatkârı âvâre Sinan Subaşı. Çalıkuşları. Yerler
numaralıdır. Biletler gişede satılır. (Arka sayfa) Biricik raks yıldızı Melâhat
Güler. "Osman Ağa Evleniyor": Skeç Kıralı Mustafa Eroğlu. Hârika çocuk Küçük
Erol.
[2]Hedonizm: hazcılık, zevkperestlik.