Buradasınız

ÜSKÜDAR'IN BALIKÇILARI VE "BALIK SATICILARI"


ÜSKÜDAR'IN

BALIKÇILARI

VE "BALIK

SATICILARI"


Prof.Dr.

Ahmed Yüksel Özemre




Eski Üsküdar'ın itinin, kopuğunun,

serserisinin, esrarkeşinin ve meczûbunun dahi bu belde­ye mahsûs bir edebi,

nezâketi, hakkāniyet duygusu ve nâmûsu vardı. Önemli bölümü esrar

bağımlısı olan balıkçıların ve boş-gezenin-baş-kalfası tâbir edilen

kimselerin yurdu, bizim oturduğumuz ve babaannemin babasına izâfeten "Münib Paşa

Konağı" diye anılan konağın arkasına tesâdüf eden Balaban semtiydi. Doğancılar

Caddesi'nin bitiminde, Üsküdar vapur iskelesine dönüldüğünde, Balaban Baba1

hazîresinin de bulunduğu ufak meydanlıkdan genç ya da yaşlı bir hanımefendi

geçecek olsa bütün bu bitirim takımı, bu hanımı, mevcûdiyetleri

dolayısıyla dahi rahatsız etmemek için ya yan sokaklara çekilir ya da

sigaralarını söndürerek veyâhut da hiç değilse arkalarına sakla­yarak edeben

sokağa yan dönerlerdi. Hey gidi günler hey! Üsküdar'da herkes kendine küfüv

olanla ülfet eder; diğerlerine karşı ise pür-edeb ve de sahî

olurdu.

Üsküdar balıkçılarının mekânı Balaban

semti ve Balaban kahveleriydi. Bunlar

her gün Reji binâsı ile Şemsi Paşa (Kuşkonmaz) Câmii2

arasındaki deniz kıyısına çekmiş oldukları dört-çifteli balıkçı kayıklarını

denize indirir ve bu câmiin önünde voli

çevirirlerdi3.

Kürek çeken balıkçılara, oturuş sırasına göre: hamlacı, sıvıryacı, varil mangası

ve baş denirdi. Balıkçıların voli çevirmelerinin seyrinin meraklısı çoktu. Bizim

konağın üst katından balıkçıların voliye çıktıklarını görür görmez, ağabeyim

beni elimden tuttuğu gibi soluğu Kuşkonmaz Câmii rıhtımında

alırdık.

Boğaz'dan geçen balıkların o

zamanlardaki bolluğuna bağlı olarak, bâzen, sabahları iki ve ikindi vakti de

gene iki kere voli çevrildiği olurdu ki bu da verimli bir günde birkaç ton

envâ-i çeşit balık demekti.

çocukluğumda Üsküdar balıkçılarının

reisi, bizim konağın karşısında 19 kapı numaralı iki katlı ahşap bir evde oturan

Sâlih (çeliksu) Reis idi. Fevkalâde müeddeb bir adamdı. Mahalleye girdiğinde

evine vâsıl oluncaya kadar gözlerini yerden yukarı kaldırdığı görülmemişti.

Zevcesi Hidâyet hanım ise annemin arkadaşı pek muhterem ve sabırlı bir

hanımefendiydi. Oğulları Şükrü ve Fethi ağabeyler babalarının vefâtından sonra

bir müddet baba mesleğini sürdürdüyseler de daha sonra şoförlüğü tercih

ettilerdi.



Sâlih Reis kendisine bağlı balıkçı

tayfasını aileleriyle birlikte Balaban'da İmân Nâsır Sokağı'nın başında, bugün

otopark olarak kullanılan bir yerde barındırırdı. Ağlarını da bizim konağın

bahçe duvarının hemen ötesindeki iki dut ağacının arasına kurmuş oldukları

kalaslardan çatılmış bir tesisde, kalasların üzerinde kuruturlardı. Bu

balıkçılar ağlarını kendileri örer, kendileri tâmir ederlerdi. Yazın voli

çevirmek imkânı olmadığından bu sefer de kıyılarda sandallarla, tarlakoz

tâbir ettikleri 2 ilâ 3,5 kulaç derinliğindendeki4

ağlarla balık tutarlardı.



Balıklar Kuşkonmaz Camii'nin rıhtımına

çıkarılınca, balıkçılar önce aralarında bir ağırlık tahmini yaparlardı. Bir

volide bir, hattâ birbuçuk ton balık çıktığı vâkı' idi. Mevsimine göre her cins

balık çıkardı. Bunlar genellikle: uskumru, istavrit, izmarit, sardalya, çinekop,

kefal, levrek, sinarit, mezgit, kaya balığı, palamut, barbunya, karagöz

olurdu. Nâdirattan olmak üzere

kırlangıç, dil balığı, zargana, vatos, yengeç, iskorpit, trakunya, ahtapot,

mürekkep balığı, torik, köpekbalığı yavrusu ve keler dahi çıkardı. Ağdan

çıkarılan vatoslar çok çırpınırlardı. Bunların ince uzun kuyruklarının darbeleri

fevkalâde kuvvetli ve tehlikeli olurdu. Böyle bir darbe yemekten balıkçılar bile

korkardı.



Voli genellikle 6-7 kulaç

derinliğindeki bir ağ aracılığıyla çevrilirdi. Ama senede yalnızca birkaç gün ve

o da lodos havada, balığın özellikle pek bol olduğu günlerde 18 arşınlık ağ

kullanılırdı. Bu ağı çekmek için Sâlih Reis'in tayfasının gücü yetmezdi. Hem

gerekli bilek gücünü sağlamak üzere adam celbetmek ve hem de bu istisnaî

volilere bir coşku katmak için Selâmsız'dan celbedilen çingeneler balıkçı

kayıklarının burnunda yer alır; davul, dümbelek ve kırnata ile epeyi şamata

kopararak Üsküdar ahâlisinin Kuşkonmaz Câmii rıhtımına akmasını temin ederlerdi.

Böylece ağı çekmek için yeterince adam toplanmış olurdu. Ağı çekerken dâvûdî

sesli bir çığırtkan milleti coşturmak için: "Olsaydı şimdi" diye bağırır; buna

bütün hâzırun "Hey Allāh!" diye karşılık verirdi. çığırtkan: "Bir baba hindi"

diye devâm eder, hâzırûn: "Hey Allāh!" diye nakaratı yapıştırırdı. "Pilâv da

zerde" gene hâzırûnun "Hey Allāh!" nakaratına mazhar olur; "Kaşık da nerde?" ve

gene "Hey Allāh!". Arkasından: "Aman da kozma", gene "Hey Allāh!" ve akabinde

"Ayakları bozma!" ve gene hâzırûnun cevâbı olarak "Hey Allāh!"

gelirdi.



Bu safhadan sonra neş'e artar ve,

aynı minvâl üzere her seferinde gene hâzırûnun "Hey Allāh!" nakaratının araya

girmesiyle, karşılıklı atışmalar, dokundurmalar gırla gider ve voli neş'e,

dostluk ve muhabbet içinde son bulur; balıklar rıhtıma alınmış

olurdu.



Her voliden sonra balıkçıların

dükkânlar, lokantalar ve Balıkhâne5

için ayırdıkları balık­lar çeşitli çevalyelere6

dizilir; geri kalanların bir kısmını bu temâşâda hazır bulunmuş olanlardan

isteyenlere ucuz bir fiyatla satılır ve bir kısmı da, bütün Üsküdarlıların

içine işlemiş olan "Üsküdar Sehâveti" gereği, oraya toplanmış olan fakir

fukarânın peştemallarına7

"Allāh rızâsı için" doldurulurdu.

çocukluğumda Boğaziçi ve Marmara Denizi

o kadar temizdi ki istisnâsız bütün vapur iskelelerinin önünde denizin dibi

pırıl pırıl görünürdü. Hattâ Kuşkonmaz Câmii'nin rıhtımının altında, denizin

içinde kalan bir kovuğa sığınmış baba, ana ve bir çocuktan müteşekkil bir fok

balığı ailesi bile vardı. Bir müddet sonra, herhâlde tedrîcen artan kirlilikten

tedirgin oldular ki ortadan kayboldulardı.



Ne yazıktır ki eski Üsküdar'ın

voli çeviren balıkçılarının o mutantan nidâları

yerini artık: orkinos yavrularını torik, sarıkanatı lüfer, vonosu uskumru ve Norveç'den ithâl liparileri

de palamut zanneden ve onları bu isimler altında satan

echel-i cühelâ, nev-zuhur [balıkçı değil] "balık satıcıları"nın ısrarlı ve sulu

çığırtkanlığına terketmiş bulunmaktadır.



Gençliğimde, bırakınız

balıkçıları, Üsküdar ahâlisi de yalnızca balıkları tanımakla kalmaz bunların

büyüklüklerine göre aldıkları isimleri de bilirlerdi. Meselâ, küçük boydan büyük

boya doğru olmak üzere, lüfer türünün: 1) defne, 2)

çinekop, 3) kaba çinekop, 4) sarıkanat, 5) koruk lüferi, 6) lüfer, 7)

kofana; palamut türünün: 1) palamut

vonosu, 2) kestâne ya da çingene palamudu, 3) palamut, 4) zindandelen, 5) torik,

6) sivri, 7) altıparmak; ve uskumru türünün de: 1) vonos, 2)

uskumru, 3) lipari diye sınıflandırıldığını Üsküdar'ın bacaksız veledleri bile

bilirdi.



Büyük ve zengin bir balıkçılık geçmişi

olan Üsküdar'da bugün, ne yazıktır ki, balıkçı kalmamıştır. Meslek bilgisine ve

nâmûsuna sâhip "balık satıcıları"nın azlığı ise insânı iyiden iyiye üzmektedir.

Bir zamanlar Üsküdar çarşısının dürüstlük ve efendilik timsâli Badi Fehmi'nin ve

Râsim ile oğullarının tavrına sâhip ne kadar az "balık satıcısı" kimse kaldı

Üsküdar'da! çocukluğumda ve gençliğimde Üsküdar balıkçıları arasında, balıkları

tâze imiş gibi göstermek üzere galsamelerini kırmızı boya ile boyamak ya da

sergilenen balıkları deniz suyundan başka bir suyla (kuyu ya da musluk suyu ile)

nemlendirmeğe kalkışmak kabûlü aslā mümkün olmayan bir sahtekârlık

olarak telâkki edilir ve bu kabil kimseler Üsküdar çarşısında artık

tutunamazlardı. Şimdilerde buna riâyet edenler ne kadar da

azaldı!




2000 yılında, Karacaoğlan sokağında,

orkinos yavrusunu torik diye halka gagalayan8

bir balık satıcısının bu yanlışını düzeltmek istediğimde, kendisinden:

"

Aman be beybaba! Amma da tatava ediyorsun. Millet bunu böyle yutuyor. Tasası

sana mı düştü?

" diye pek zârif(!) bir cevap

aldımdı.



Birkaç senedenberidir de Üsküdar'da

Eminönü'ye kalkan dolmuş motorlarının yanındaki rıhtımda mekân tutmuş olan balık

satıcılarının bir kısmı Norveç'den ithâl edilen dondurulmuş "lipari"leri, yâni

azman uskumruları, "Palamut" ve hattâ "Tâze

Şile Palamudu" etiketleriyle teşhir etmekte ve kulak

tırmalayan bir çığırtkanlıkla reklâm edip halka gagalamaktadırlar. Bunlarla

kendi çapımda mücâdele ettim durdum. Kendilerine takdîm ettiğim bütün izâhatlara

rağmen aldığım cevap: "Sen keyfine bak Efendi Baba! Halk bunu palamut diye

biliyor; palamut diye alıyor" oldu. Bu durum, bu esnaftaki meslek ahlâkı

zaafını bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.



Söz konusu balık satıcılarının

bu konuda bilgisiz dahi olsa halka, saffetinden istifâdeye kalkarak, kasden

yanlış ve yanıltıcı bilgi vermelerindeki ısrarlarını hüsnüniyetle bağdaştırmak

mümkün değildir

. Ayrıca

lipari'nin ille de palamut diye takdîm edilmesi kabûl edilmesi mümkün olmayan

bir kültür tahrîbâtına yol açacak potansiyeldedir.



Hâlbuki Türk Ticâret

Kānûnu'nun 56. maddesi: " Haksız

rekābet: aldatıcı hareket veyâ hüsnüniyet kāidelerine aykırı sâir sûretlerle

iktisâdî rekābetin her türlü suistimalidir" demekte ve hüsnüniyet kāidelerine

aykırı hareketleri: "Kendi şahsî durumu, emtiası, iş

mahsûlleri, ticarî faaliyeti veya ticarî işleri hakkında yanlış veyâ

yanıltıcı mâlûmat vermek ..." olarak tanımlamakta ; 64. madde uyarınca

da: " Kendi icap ve tekliflerinin rakiplerininkine tercih edilmesi için

şahsi durumu, emtiası, iş

mahsulleri, ticari faaliyeti ve işleri hakkında kasten yanlış veya

yanıltıcı mâlûmat verenler"in "

cezâ mahkemesince bir aydan bir yıla kadar hapis veya beşyüz liradan on bin

liraya kadar ağır para cezâsiyle veyâ her ikisiyle birlikte cezalandırılmasını"

öngörmektedir.



Ayrıca Türk Cezâ Kānûnu'nun 548.

maddesi de: "Her kim, umûmî bir mahalde yahut umûma açık yerlerde yalan

uydurarak başkasını zarara sokacak veyâ halkın huzurunu bozacak

suretlerle saffetinden istifâdeye kalkarsa bir aydan aşağı olmamak

üzere hafif hapis cezâsıyle mahkûm edilir" demektedir.



Ben kültürüne sâhip çıkmayı şiâr

edinmiş eski bir Üsküdarlı olarak bir süre bu balıkçı(!) tâifesini, uğradığım

hakāretâmiz ve umursamaz davranış biçimlerine rağmen, uyarıp durdum. Hiçbir

sonuç alamadım. Bundan sonra atılması gereken adımların Üsküdar Belediye

Başkanlığı'nın görevi olduğuna inanıyorum.





* *

*





[1]Bk. Mehmet Nermi

Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, 1. cild,

s.116-119, Üsküdar Belediyesi Yayınları

2001.

[2]Şemsipaşa Camii Sinan'ın eseridir. İnşaatı hicrî 988, milâdî 1580 yılında

tamamlanmıştır. Diğer câmilerin aksine bu câminin üstüne nâdiren kuş konması

sebebiyele halk arasında "Kuşkonmaz Câmii" adıyla mâruftur. Bu câminin ikāmet

ettiğim yerin tam karşısında olmasına rağmen, altmış küsur sene boyunca ve 11

Ağustos 2003 târihine kadar, câminin kubbesinin ve minâresinin alemlerinin

üstüne ancak iki kere martı ve dört kere de güvercin konduğunu müşâhede

edebilmiştim. Fakat 11 Ağustos 2003 târihinde, saat 17.00-17.35 arasında, beş

karganın türlü pikeler ve şaklabanlıklarla câminin alemlerine, kubbesine ve

minâresinin balkonuna müteaddid kereler konduklarını hayretle

gördüm.

[3]Voli çevirmek: Büyük

balık ağını, iki balıkçı kayığı aracılığıyla, olabildiğince geniş bir daire

hâsıl edecek şekilde denize yaydıktan ve bunun iki ucunun karaya

ulaştırılmasından sonra da her bir ucun bir balıkçı takımı tarafından çekilip

ağın cep tâbir edilen kısmında

toplanmış olan balıkların karaya alınması.

[4]Ağın derinliği: Ağın denizin yüzeyinde kalan mantarlarıyla dipteki

kurşunları arasındaki mesâfe

[5]Eminönü'de balıkların toptan satışının yapıldığı, 1958 istimlâkinde

yıkılan balıkçılar hâli.

[6]çevalye: o zamanın balıkçıları arasında kullanılan, çapı bir metreden

biraz fazla, beş parmak kalınlığında dik

kenarı olan tahta dairesel tepsiye delâlet eden, fakat lûgatlarda

bulunmayan bir terim.

[7]O günlerde naylon torbalar henüz îcad edilmediği cihetle, fakir fukarâ

balıkları peştemallara sarardı.

[8]Gagalamak: (Üsküdar argosunda) yutturmak; yâni, ilân edilenden farklı bir

metaı bu farkı bildirmeden, hissettirmeden bir başkasına kabûl

ettirmek.


Tasarım & Geliştirme | kerataif