Buradasınız

TÜRKİYE'NİN ENERJİ AÇISINDAN TRAJİK DURUMU

Kaynak: Zaman Gazetesi 29.01.2002 Târihli Nüshâsı


Türkiye'nin enerji açısından

trajik durumu

Ahmet Yüksel

Özemre



Üretilen elektriği Türkiye’nin dört

bir yanına ileten enterkonnekte şebekemiz de, şehirlerimizdeki elektrik dağıtım

şebekelerimiz de maalesef fevkalâde yetersizdir. Bundan dolayı, üretilen

elektriğin bir bölümü kaybolup gitmektedir. Ayrıca üretilen elektriğin önemli

bir bölümü de yaygın bir biçimde kaçak olarak tüketilmektedir. Söz konusu

kayıplar ve kaçakların üretilen elektriğe oranı % 20,4’tür. Yalnızca kaçak

olarak kullanılan elektriğin bugünkü râyiç üzerinden ticarî değeri; bir buçuk

milyar dolardan, yani 700 MWe gücündeki bir nükleer santralın bedelinden daha

fazladır.

Öte yandan, gerektiğinde Avrupa

Birliği’nden elektrik ithâl etmemizi sağlayacak olan enterkonnekte şebekemizin

Avrupa Birliği’nin enterkonnekte şebekesine bağlanması, aşılması zor; ama

halledilmesi mümkün teknolojik ve siyasî etkenler yüzünden şimdilik bir

hayâldir. Şehirlerin dağıtım şebekelerinin ıslahı için ise gerekli olan yatırım

her biri 700 MWe’lik dört adet nükleer santralın bedeli kadardır.

Dünya Enerji Konseyi Türkiye Millî

Komitesi’nin en son (1999 yılı için) istatistiklerine göre Türkiye’de kişi

başına elektrik tüketimi yılda 1416 kWh’dir (kWh: kilovatsaat). Bu değer

yaklaşık 2000 kWh olan dünya ortalamasının da altındadır. 1999’daki birincil

kaynak toplam üretimimizin petrol eşdeğeri 27.059.000 TEP (ton eşdeğer petrol),

buna karşılık toplam tüketimimizin petrol eşdeğeri ise 76.773.000 TEP’tir. Buna

göre ülkemiz ürettiği birincil enerji kaynaklarından % 184 daha fazlasını ithâl

etmek zorunda kalmaktadır; ya da başka bir deyişle üretimimizin tüketimimize

oranı yalnızca % 35,2’dir. Fevkalâde iyimser tahminlere dayanılarak 2020

senesinde ülkemizin birincil enerji kaynaklarımızın toplam üretiminin 70.238.

000 TEP, tüketiminin ise 298.448.000 TEP olacağı ümit edilmektedir. Bu durumda

2020 yılında ülkemiz, üreteceği birincil enerji kaynaklarından % 325 mislini

ithâl etmek mecburiyetinde kalacak; yani bir başka deyişle, üretimimizin

tüketimimize oranı % 23,5’e düşecektir.

Bugünkü yıllık üretim miktarlarının

artmayacağı varsayımı altında, tespit edilmiş olan rezervlerimizden; 1)

taşkömürünün daha 200 sene kadar, 2) linyitin 100 sene kadar, 3) ham petrolün 13

sene ve 4) doğalgazın da 12 sene kadar üretilebileceği tahmin edilmektedir.

Enerji üretiminin teknolojisini

bilmeyenler sık sık, Türkiye’nin hidrolik potansiyelini devreye sokup enerji

meselesini bu yolla halletmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Türkiye’nin

kullanılabilir hidrolik potansiyeli yaklaşık 35.000 MWe kadar bir kurulu güce

denktir. Bunun halen 9.935 MWe kadarı bilfiil kurulu ve üretim yapar durumdadır.

Geri kalan 25.000 MWe kadarlık bölüm 2020 senesine kadar hizmete girse bile,

bunun, ülkenin enerji ihtiyacı için kömüre de, doğalgaza da, nükleer enerjiye de

bir alternatif olması mümkün değildir. En iyimser değerlendirmelerle 2020

yılında Türkiye’nin ihtiyacını karşılamak üzere kurulu elektrik üretim gücünün

109.218 MWe ve buna hidrolik potansiyelin katkısının da 29.984 MWe olacağı

tahmin edilmektedir.

ülkemizin enerji meselesi, bu çerçeve

içinde, dramatik değil trajik bir durum arz etmektedir. Enerji meselesinin bu

duruma gelmesinde “Beş Yıllık Kalkınma Plânları”ndaki kararları yeteri kadar

güçlü bir siyasî irade ile destekleyememiş, Türkiye Elektrik üretim–İletim AŞ

gibi kurumların başına elektrik mühendisi yerine muhasebeci, Türkiye Atom

Enerjisi Kurumu gibi kurumların başına atom mühendisi yerine veteriner.. ve

benzerlerini tayin edebilmiş, yani işi ehline havale etmeyi becerememiş ve

kendilerini defalarca uyarmış olan uzman kurumları ve danışmanları ise hiç

dinlememiş olan hükümetlerin büyük sorumlulukları vardır.


Konvansiyonel enerji kaynaklarının tüketim stratejisi

Dünyada enerjinin; 1) kaynakları, 2)

teknolojisi ve 3) uygulama imkânları bakımından kendi kendine yetebilen ancak

birkaç ülke vardır. Son yüzyılın bütün savaşlarının görünen sebeplerinin

ardındaki temel sebebin birincil enerji kaynaklarının tekelini ele geçirmek ya

da en azından bunlara erişen yolların açık tutulmasını sağlamak olduğu hususunda

pek çok tarihçi birleşmektedir.

Petrol, doğalgaz ve kömür gibi

konvansiyonel enerji kaynaklarının bilinen rezervleri hızla tükenmektedir. Bu

durum dünyanın politik stabilitesini sarsan bir gerilim ve potansiyel bir

tehlike ihdâs etmektedir. Bugünkü rezervlerin durumu göz önüne alındığı

takdirde, genellikle: 1) petrol rezervlerinin 2050, 2) doğalgaz rezervlerinin

2070 ve 3) kömür rezervlerinin de 2150 yıllarında tükenmiş olacağı

hesaplanmaktadır. Bu tüketimin ivmesinin artmasına çeşitli faktörler katkıda

bulunmaktadırlar.

A. Bunların başında gelişmekte olan

ülkelerin: 1) artmakta olan nüfusları ve 2) geçirmekte oldukları sanayileşme

süreci çerçevesinde her yıl enerji ihtiyaçlarının % 5–10 dolaylarında artması

gelmektedir. Gelişmiş ülkelerde bu oran % 0,5–1,5 arasında sabit kalmıştır.

B. İkinci faktör dünya petrol ve

kömür kartellerinin, petrol ve kömüre alternatif olabilecek bir enerji

kaynağının yayılmasının güçleri yetebildiğince önüne geçerek, kendi mallarının

tüketimini artırma çabalarıdır.

Söz konusu kartellerin bunu

gerçekleştirebilmek üzere uyguladıkları stratejinin esası çok basittir. Bunlar

kendi mallarına rakip ve gerçek alternatif olarak gördükleri nükleer enerji

hakkında halk kütlelerinde aşırı duyarlılıktan paranoyaya kadar uzanmasını

istedikleri bir kolektif histeri uyandırmak için: 1) çevreci geçinen bazı millî

ve uluslararası örgütleri, 2) akademik titre sahip bazı kimseler ile bazı

politikacıları ve 3) yazılı ve görüntülü basında etki altında tutabildiklerini

çeşitli yollarla beslemektedirler.

C. üçüncü faktör ise ABD'nin petrolün

rahat, yaygın ve hızlı tüketimine dayanan ileri–görüşlü enerji stratejisidir.

ABD büyük petrol havzalarına ulaşımın açık olması için savaşı bile göze almakta;

fakat Alaska ve Teksas’taki kendisinin petrol rezervlerinin hemen hemen % 50’ye

yakın bir bölümünü hiç kullanmamaktadır. Amacı Basra Körfezi, Hazar Denizi,

Kuzey Denizi, Orta Asya ve Güney Amerika petrol havzalarının tükenmesinden sonra

bir süre benzinin, kerozenin ve petro–kimya sanayiinin tekelini ve dolayısıyla

da dünyanın ekonomik egemenliğini eline geçirmektir.

Nükleer enerjinin önemi

Bugün nükleer enerji 32 ülkede

devrede bulunan 440 nükleer santral sayesinde dünya elektrik üretiminin %

16’sını temin etmektedir. Hâlen 33 nükleer santral inşâ halindedir. 49 nükleer

santralın inşaatı da plânlanmıştır.

Türkiye 1955 yılından beri nükleer

enerjinin sulhçu amaçlara yönelik nimetlerinden yararlanmak için hazırlık

yapmış, bu alanda binden fazla nükleer mühendis, uzman ve teknisyen

yetiştirilmiştir. Bir nükleer santral kurmak için konu ABD, İsviçre ve İspanya

firmalarından oluşan üçlü bir konsorsiyuma havale edilmiş ve bu konsorsiyum da

1969 tarihli raporunda, ülkenin şartlarına daha çok uyduğu gerekçesiyle

Türkiye’nin; doğal uranyum ve basınçlı ağır sulu, 400 MWe gücünde PHWR tipi bir

nükleer santralla işe başlamasını tavsiye etmiştir.

Türkiye, nükleer birincil kaynaklar

bakımından sistematik bir araştırmaya tâbi tutulmamış olmasına rağmen, toprak

sathında bulunan 10.000 ton uranyum ve 380.000 ton da toryuma sahiptir. Bu,

dünyanın ikinci büyük toryum rezervidir. Sistematik ve derinliğine bir araştırma

yapılırsa bu toryum rezervinin bir milyon tona, uranyum rezervinin de yüzbin

tona ulaşması beklenmektedir. Türkiye enerji bağımsızlığını kendisine en az

350–400 yıl boyunca önemli ölçüde sağlayabilecek olan bu potansiyeli

değerlendirebilecek siyasî iradeden maalesef mahrum gözükmektedir. 1970’lerde,

1980’ lerde ve 1990’larda açılan nükleer santral ihâleleri de gene siyasî irade

aczinden sonuçlandırılamamıştır. Günün birinde bir dördüncü ihâle açılacak

olursa artık Türkiye’yi ciddiye alıp da teklif verecek olan firma bulmak hiç de

kolay olmayacaktır.

1980’li yılların başında Türkiye ile

Güney Kore, nükleer uygulamalar açısından aynı düzeyde bulunmaktaydılar. Fakat

Güney Kore nükleer enerjiden yararlanmak konusunda ülkenin yararına ulusal bir

politika ve strateji tespit etmiş ve gelip–geçen hükümetler de, ne olursa olsun,

buna uymayı bir erdem bilmiştir. Bu politik kararlılık bugün Güney Kore’yi: 1)

nükleer enerji kökenli elektrik üretiminde, 2) nükleer santral teknolojilerine

hâkimiyette ve 3) bu alanda yaratıcılıkta Türkiye’nin fersah fersah önünde bir

konuma taşımış bulunmaktadır. Güney Kore’de halen sekizini bizzat Güney

Korelilerin inşa etmiş oldukları tam onbir nükleer santral çalışmaktadır.

Bunların toplam gücü 9.616 MWe’dir. Bu nükleer santralların önemli bir bölümünün

jeneratörleri de artık Güney Kore’de Hanjung firması tarafından üretilmektedir.

Güney Kore örneği, bir ulusun: A)

politik kararlılığını hiç şaşmadan kullanmasını bilmesi ve B) bilim adamlarına

güven duyması sayesinde 15–20 yıl gibi kısa bir zaman diliminde olağanüstü bir

teknolojik atılım gerçekleştirebilmiş olması açılarından ibretle izlenmesi

gereken bir örnektir.


Prof. Dr., Türkiye Atom Enerjisi

Kurumu eski Başkanı.


Tasarım & Geliştirme | kerataif