Buradasınız

RADYASYONUN AZI YARARLI MIDIR?

RADYASYONUN AZI YARARLI MIDIR?1



Bazı kimselerin kaşlarını hayretle

kaldırtacak bir fikir olmakla beraber düşük radyasyon dozlarının

insana yararlı oldukları iddiasının hiç de hayâl ürünü olmadığı, bu

türlü dozların insan hayatı üzerindeki muhtemel tehlikelerini ortaya çıkarmak

üzere bütün Dünyâ'da yapılmış olan birçok çalışma ve araştırmadan sonra, yavaş

yavaş anlaşılmağa başlamıştır. Bilim adamları bu yeni fikre radyasyon

hormesisi ismini takmışlardır. Genel anlamıyla hormesis belirli bir toksinin, toksik olmayan mikdarda

kullanılmasıyla, olumlu reaksiyon gösterecek şekilde bir organizmanın

uyartılması anlamına gelmektedir.



Biz bu yazıda radyasyon

hormesisini (radyasyonla uyartılma), yâni düşük dozlu radyasyonların

yararlı olabileceği konusunu ele almak istiyoruz.


Giriş

Radyasyondan korunmaya yönelik

uygulamalarda katı bir tutum olarak, uzun zamandanberi, ne kadar az

olursa olsun herhangi bir iyonlaştırıcı radyasyon dozunun zararlı olduğu fikri

abartılarak ve de yaygın bir biçimde işlenegelmiştir. Yüksek radyasyon

dozlarının kansere sebeb olabildikleri bilinmektedir. Buna rağmen yüksek

radyasyon dozlarının riskini, gerek mikdar gerekse kesinlik yönünden, tesbit

etmek gene de zordur.



İyonlaştırıcı radyasyona mâruz kalarak

kansere yakalanma riskinin mûtad değerlendirilmeleri, daha ziyâde, Japonya'ya

atılmış olan atom bombalarından sağ kalan 80.000 kişi ile, çok seneler önce

İngiltere'de röntgen ışınları tedâvisi görmüş olan 14.000 hastadan elde

edilen gözlem ve bilgilere

dayanmaktadır. Bu her iki grup da kısa bir zaman süresi içinde yüksek radyasyon

dozları almışlardır. Bu ise, normal günlük hayatımızda, çok uzun bir zaman süresi boyunca çok düşük

dozlarda radyasyona mâruz kalmamız keyfiyetiyle taban tabana zıt bir

durumdur.



Düşük dozlara mâruz kaldığımızda herhangi bir etki için söz konusu

belirsizlikler daha da artar. Gerçekten de düşük dozlarda, etkinin kendisi de ya

tabiî değişimlerin ya da diğer bütün etkenlerin ortak etkisinin örtüsü altında

kaybolup gider.



Meselâ bir ömür boyu aldığımız doğal

radyasyon dozunun bir insanın kanserden ölümüne sebeb olması ihtimâli 1/100.000

dir (yüzbinde birdir). Hâlbuki herhangi başka bir sebebden ötürü insanın

kansere yakalanarak ölmesi ihtimâli ise yalnızca ¼ tür (dörtte birdir).

Bu bakımdan kanserden ölen bir kimsenin

kansere yakalanma sebebinin "bir ömür boyu aldığı doğal radyasyon dozu"

olup olmadığını tesbit etmek bugün için kesinlikle mümkün

değildir.


(1) Uzun yıllar boyunca "Birleşmiş

Milletler Atomik Radyasyonların Etkileri Komitesi" tarafından da ifâde

edilmiş olduğu vechile, bilim adamlarının çoğunluğu sağlık riskinin radyasyon

dozuyla orantılı olarak değişeceğine ve mikdarı ne kadar küçük olursa olsun

radyasyonun mutlaka kötü etkileri

olduğuna körükörüne inanmışlardır. Ancak inanç başka

şeydir; bilimsel pozitif deliller ise bambaşka şeydir. (2)

Ve bilim adamlarının önemli bir kısmı da böyle bir inancın düşük radyasyon

dozlarının riskini pekalâ gereksiz yere abartmış olabileceği kanaatindedirler.

(3) Buna karşılık, az sayıda

fakat daha vesveseci bilim adamı ise düşük radyasyon dozlarının zararlı

etkilerinin ve risklerinin yalın orantının işâret ettiğinden de daha vahim

olduğuna inanmaktadırlar. (4) Bu düşünceden bağımsız başka

bir bilim adamı grubu da düşük radyasyon dozlarının pekalâ yararlı

olabileceğini savunmaktadırlar.



"Hormesis" kelimesi, tehlikeli

fiziksel ya da kimyasal etkenlerin çok küçük mikdarının, canlı organizmalarda

sağlığa yararlı olacak ve hayatta kalmayı sağlayacak biçimde (bağışıklık sistemi

gibi) doğal fizyolojik savunma mekanizmalarını uyartıp harekete geçirmesi

olayına delâlet etmektedir.

Başka bir deyimle, organizma daha yüksek dozlarda öldürücü olan bir

zehirin çok küçük bir dozuyla olumlu bir biçimde uyartılmaktadır. Bakır, çinko, kadmiyum ve selenyum gibi bazı

metallerin çok küçük mikdarlarının insan vücûdu için elzem olduğu bilinmektedir.

Hâlbuki bunlar çok daha yüksek konsantrasyonlarda oldukça şiddetli toksik etkiye

sâhiptirler. Daha pekçok zehir bu sınıfa dâhildir. Meselâ tıbbî olarak

kullanıldığında dijitalin çok küçük mikdarlarda kullanıldığında kalbi uyartan ve

kuvvetlendiren bir ilâç, ama büyük mikdarlarda alındığında da adele

kasılmalarına ve hattâ ölüme sebep olan bir zehirdir. Buna benzer şekilde insan

vücûdunun az mikdarda tehlikeli mikrobun etkisine tâbî tutulması, vücûdun

bağışıklık sistemini uyartmakta ve aynı cins mikropların daha sonra vuku

bulabilecek hücumlarına karşı koruyucu antikorların üretimini

temin edebilmektedir.



Düşük radyasyon dozlarının bir hormesis

etkisine sâhip olabildiklerine dair, şimdiye kadar2,

binden fazla bilimsel rapor yayınlanmış

bulunmaktadır. Bunun en iyi bilinen örneği düşük radyasyon dozlarının: 1)

tohumların filizlenmesi ve 2) bitkilerin büyümesi üzerindeki uyartıcı etkisidir.

Düşük radyasyon dozlarının bu raporlarda sözü edilen ve gerek bitkilerde gerekse

hayvanlar üzerinde gözlenen diğer faydalı ve hayırlı etkileri ise: 3) daha

yüksek verim, 4) uzayan ömür, 5) tümörlerin önlenmesi ve 6) iltihaplara karşı

yüksek direnç olarak sıralanmaktadır.



Radyasyonla Uyartılmanın

Doğuşu


Gezegenimiz üzerindeki her çeşit hayat

şekli milyonlarca yıldır sürekli olarak radyasyon bombardımanına tâbî olmuştur.

Bugün dahi hepimiz, istesek de istemesek de, hayatımızı bu radyasyon banyosu

içinde sürdürmekteyiz. Bu, iki şekilde vuku bulmaktadır:



  • Fezânın derinliğinden gelen kozmik

    ışınlar ve Dünyâ'nın kabuğunda doğal olarak bulunan radyoaktif maddelerden çıkan

    radyasyonlar dolayısıyla dışarıdan;



  • Aldığımız nefes dolayısıyla ve yediğimiz

    gıdâlar ile içtiğimiz sulardaki radyoaktif elementler dolayısıyla da

    içeriden radyasyona mâruz kalmaktayız.


Mâruz kalmakta olduğumuz bu radyasyona,

bunu meselâ tıbbî amaçlarla kulllanılan insan üretimi X-ışınları gibi ek

radyasyonlarden ayırdetmek için, doğal radyasyon adı verilir.



Canlıların hücrelerinin, diğer başka

tehlikelerle baş edebilmek üzere kendilerini adapte etmelerine benzer şekilde,

düşük radyasyon dozlarıyla da baş edebilmek üzere bir takım savunma

mekanizmalarıyla donanmış olmaları hiç de şaşırtıcı bir şey olmamalıdır.

Gerçekten de düşük radyasyon dozlarının hücrelerde oluşturdukları hasarın

%90'dan fazlası hemen birkaç saat içinde telâfi

edilmektedir.



Bitkilerin büyümek için gerek

duydukları pekçok maddenin, Güneş'in radyasyonundan yararlanarak

fotosentez yoluyla üretilmekte olduğunu biliyoruz. Eğer fotosentez

olmasaydı bitkiler de olmazdı. Buna bakarak insan, diğer canlıların hücrelerinin

de, fotosentezdekine benzer şekilde ama bu sefer doğal radyasyonun enerjisinden

yararlanan bir sürece sâhip olup olmadığını kendi kendine sormamazlık da

edemiyor.



Radyasyonla Uyartılma Ve

çoğalma


Paramecium
, sularda bulunan tek

hücreli ilkel bir canlıdır. Son yirmi yıldır Dünyâ'nın çeşitli yerlerinde çok

dikkatle hazırlanarak gerçekleştirilmiş olan bir dizi deney, doğal radyasyonun

ya da çok düşük dozlu X-ışınlarının bu organizmanın çoğalması üzerinde uyartıcı

bir etkiye sâhip olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu etki o kadar

belirgindir ki bazı bilim adamları düşük radyasyon dozlarının bu tipten bir

organizmanın çoğalmasındaki temel etkenlerden birini teşkil ettiği

kanaatindedirler.


Dahası, doğal radyasyonun düzeyinde bir

azalma ya da bir artma vuku bulursa, paramecium'un çoğalma hızında da bir

değişme görülmektedir. Bu deneylerin

sonuçları doğal radyasyonun faydalı etkilerini te'yid

etmektedir.



Tipik bir deneyde paramecium'un

normal şartlardaki çoğalma hızı, kalın bir kurşun kap içine yerleştirilerek

mâruz kaldığı doğal radyasyonun dozu fevkalâde azaltılmış olan benzer bir

paramecium kültürününki ile karşılaştırılmıştı. Gerçek bir

karşılaştırmanın yapılabilmesi için kontrol kültürü de bir kap içine

yerleştirilmiş bulunuyordu; ancak, bu kabın cidarları doğal radyasyonun

geçmesine müsaade edecek kadar ince idi. Işık, kapalı ortam, havanın terkibi ve

sıcaklık gibi diğer çevre faktörlerinin hepsi de bütün kültürler için aynı

tutulmuştu. 90 günlük bir süre içinde kurşun kap içindeki

paramecium'ların çoğalma hızında bir düşme gözlendi. Kabın kurşundan olan

cidarları ne kadar kalınsa (yâni kabın içindeki kültüre ne kadar az düzeyde bir

doğal radyasyon erişiyorsa) çoğalma hızının azalması da o kadar büyüktü. Bu

sonuçların gerçekten de radyasyon eksikliğine bağlı olduğundam emîn olmak için kabın içine çok düşük düzeyde bir

radyasyon kaynağı yerleştirildi. Ve bu takdirde de bu paramecium'ların

çoğalma hızlarının kurşunsuz kapların içindekilerin çoğalma hızına dönüştüğü

tesbit edildi.



Başka bir tipik deneyde de aynı usûl,

farklı dozlardaki doğal radyasyona mâruz bırakılan kültür hâlindeki

paramecium'ların çoğalmalarının incelenmesine uygulandı. Kültürlerden

biri, kozmik ışınların deniz seviyesine nazaran beş misli daha şiddetli olduğu

3800 metre yüksekliğindeki bir dağın tepesinde çoğaltıldı; bir diğeri 1000

metrede; bir üçüncüsü deniz seviyesinde ve dördüncüsü de kozmik ışınların

etkisinin olağanüstü azaldığı 200 metre toprak altında çoğaltıldı. Bu deneyde bütün kültürler için bütün çevre

şartlarının ve özellikle de havanın basıncının hep aynı kalmış olması sağlanmış

bulunuyordu.



Dağlarda çoğalan kültürler, özellikle

daha yüksek yerlerde, daha çabuk çoğaldılar. Deniz seviyesindeki kültürler daha

yavaş çoğaldılar. 200 metre toprağın altındakiler ise daha da yavaş çoğaldılar.

Bununla beraber deniz seviyesindeki doğal radyasyon düzeyinde gamma ışınları

yayınlayan bir radyoaktif kaynak yerin altında 200 metre altındaki kültürlerin

yanına yerleştirilince çoğalma hızı da yükselerek deniz seviyesindeki

kültürlerin çoğalma hızına erişti.



Radyasyonla Uyartılma Ve

Kanser


Yeryüzünde doğal radyasyon, yer

kabuğunun çeşitli yerlerindeki: 1) radyoaktif malzemenin yoğunluğuna ve 2)

yüksekliğe bağlı olarak değişir. Öyle yerler vardır ki buralarda yaşayanlar,

pekçok nesiller boyunca, doğal radyasyonun Yeryüzü ortalamasından 20 misli daha

yüksek radyasyona mâruz kalarak yaşayagelmiştir. Bu gibi yerlerde, yerel

jeolojik yapısında yüksek mikdarda radyoaktif minerallerin bulunduğu Brezilya,

çin ve Hindistan gibi yerlerde rastlanmaktadır. Doğal radyasyonun yükseklikle

artmasının sebebi ise, deniz seviyesinden yükseldikçe fezâdan gelen kozmik

ışınlara daha yoğun bir şekilde mâruz kalınmasından

ötürüdür.


Eğer düşük radyasyon düzeyleri de

tehlikeli olsaydı, doğal radyasyonun daha yüksek olduğu yerlerde yaşayan ahâlide

bazı rahatsızlık emârelerinin ve özellikle de

kanserlilerin oranında âşikâr bir artışın ortaya çıkması gerekirdi. öte yandan eğer düşük düzeyli radyasyonlar

genellikle zannedilenden daha az tehlikeli olsaydı, bu sefer de, yüksek düzeyde

doğal radyasyona mâruz kalan bir

ahâlide, ortalama düzeyde doğal radyasyona mâruz kalan bir ahâli ile mukāyese

edildiğinde, ya çok cüz'î bir sağlık emâresinin ortaya çıkması ya da hiçbir

farkın olmaması gerekirdi.



Hindistan'ın doğal radyasyon düzeyinin

yüksek olduğu Kerela bölgesinde normalden daha büyük bir oranda Down

Sendromu yâni Mongolizm vakası bulunduğu iddiası hâriç

tutulacak olursa, bugüne kadar, düşük radyasyon dozlarının zararlı bir etkisi

olduğuna dair hiçbir âşikâr emâre ortaya konabilmiş değildir. Bu iddianın da

dayandığı incelemenin üstünkörü yapılmış olduğu ve sonuçlarının da istatistiksel

olarak güvenilir olmadığı sonradan ispatlanmışsa da, her nedense, bu bilimsel

rapor ne bir önceki karamsar rapor kadar gürültü koparmış ve ne de onun kadar

bir reklâma ve propagandaya mazhar olabilmiştir.



Doğal radyasyon düzeyinin nisbeten

yüksek olduğu yörelerde yapılmış olan birçok inceleme ise, kanser vakalarında

bir artış yerine, doğal radyasyon düzeyi arttıkça kanser vakalarının sayısında

ve oranında tutarlı ve sürekli bir azalmanın vuku bulduğunu göstermiştir. Meselâ

A.B.D.nin râkımı yüksek (ve dolayısıyla

da ahâlisi daha yüksek düzeyde doğal

radyasyona mâruz olan) yedi eyâletindeki kanser dolayısıyla ölüm vakalarının

sayısının doğal radyasyon düzeyinin bu eyâletlerdekinin ancak yarısı kadar olan

doğu sâhillerindeki eyâletlerde rastlanılan kanser vakalarının sayısından

belirgin bir şekilde daha düşük olduğu tesbit edilmiştir. Bazı bilim adamları

bunu, kozmik ışınlardan dolayı daha yüksek düzeydeki doğal radyasyonun vücûddaki

bağışıklık sistemini uyartmasına (radyasyonun hormesis etkisine)

atfetmektedirler.



Bununla beraber, bu inceleme her ne

kadar bütün A.B.D. nüfusu göz önünde tutularak yapılmış ise de meselenin ihtivâ

ettiği değişkenlerin ve faktörlerin sayısı bu incelemeden düşük radyasyon

dozlarının etkileri hakkında şu ya da bu yönde kesin ve genel bir sonuç

çıkarmamızı pek mümkün kılmamaktadır. Bu hususta, yalnızca, yüksek düzeyde doğal

radyasyonun bulunduğu yörelerde rahatsızlık emârelerinde bir artış

gözlenmediğini söylemekle yetiniyoruz.



Radyasyonla Uyartılma Ve

ömür


Bütün ya da hemen hemen bütün ömürleri

boyunca düşük radyasyon dozlu ışınlamaya tâbî tutmak sûretiyle böcekler,

sıçanlar, fareler, kobaylar, v.s. Üzerinde bir dizi deneysel inceleme

yapılmıştır. Hemen hemen her vakada deney hayvanının ömrünün radyasyon

dolayısıyla kısalmış olduğu tesbit edilmiştir. Bu zâten beklenen sonuçtu.

Bununla beraber öyle bir düşük radyasyon dozu seviyesi tesbit edilmiştir ki buna

mâruz kalan deney hayvanları ışınlanmamış hayvanlara nisbetle (ortalama %20

kadar bir oranda) daha uzun yaşamışlardır.



Her ne kadar ömrün bu yoldan uzadığı

pekçok canlı için tekrar tekrar ve iknâ edici bir şekilde artık ispatlanmış

bulunuyorsa da, bunun insan için de geçerli olup olmadığı henüz tahkik

edilebilmiş değildir. Bununla beraber bu sonuçlar doğal radyasyonun ortalamanın

üstünde olduğu yörelerde insanların daha uzun bir ömre sâhip olabileceğini

pekalâ telkin etmektedirler.



Sonuç


İyonlaştırıcı radyasyonların etkileri

her zaman zararlı olamayabilmektedir. Çeşitli canlılar üzerinde yapılmış olan

çok sayıda deney belirli bir doz aralığında yavaş yavaş verilen düşük radyasyon

dozlarının: 1) ömrü uzatabildiğini, 2) hücre çoğalması ve gelişmesi hızını

arttırdığını, 3) kronik hastalıkların yaygınlaşmalarını azalttığını göstermiş

bulunmaktadır.



Düşük düzeyli radyasyonların bu

yararlı etkilerinin insanlar için de geçerli olup olmadığı ise hâlâ bir

spekülâsyon konusudur. Şimdiye kadar elde edilen

bilgiler böyle bir imkânın mevcûd olduğunu telkin etmektedirler ama bu hususta

kesin bir delil veyâ ispat bugüne kadar elde edilebilmiş

değildir.





* *

*









[1]Avustralya Atom Enerjisi Kurumu

bilim adamlarından Keith Brown'dan yapmış olduğum ve İnsan ve

Kâinat dergisinin 6. cildinde Şubat 1989 nüshasında 10-13. sayfalarda

yayınlanmış olan çevirim.

[2]Yâni bu yazının kaleme alındığı

1988 târihine kadar.

Tasarım & Geliştirme | kerataif