Buradasınız
RADYASYON PARANOYASI
RADYASYON
PARANOYASI
Prof.Dr.
Ahmed Yüksel Özemre
(Türkiye
Atom Enerjisi Kurumu Eski Başkanı)
Radyasyondan
Korunma
Hakkında Temel Veriler
Kâinat'ın gözleyebildiğimiz her
yeri ama her yeri, ve dolayısıyla da Dünyâ'mız, bir "radyasyon banyosu"
içindedir. Bu radyasyon banyosu iki cins radyasyon içerir: 1) taşıdığı enerjiyi
dalgasal bir hareketle yayan elektromagnetik radyasyonlar, ve 2)
kinetik enerjili tâneciksel radyasyonlar. Dünyâ'ya
Kâinat'ın her yönünden gelen radyasyonların bir kısmı elektromagnetik
radyasyonlardır, diğer bir kısmı da kozmik ışınlar şeklinde gelen iyonlaştırıcı radyasyonlar'dır.
Civârımızdaki en büyük elektro-magnetik radyasyon kaynakları Güneş ve bunun
radyasyonun bir bölümünü Dünyâ'ya yansıtan Ay'dır.
Ayrıca Dünyâ'nın kendisi de toprağın
ihtivâ etmekte olduğu radyoaktif elementler dolayısıyla bir doğal radyasyon kaynağı'dır. Yer
Küresi'nin her noktasında: 1) topraktaki radyoaktif elementlerin, ve 2) uzaydan
gelen kozmik ışınların ortaklaşa belirledikleri bir raydasyon dozu vardır. Buna
o yerin yıllık doğal radyasyon dozu denir.
Bu doğal radyasyon dozu bir insanın o noktada bir yılda mâruz kaldığı radyasyon
dozunu gösterir.
Bunun ötesinde de insan eli
yapımı teknolojik araçlar da radyasyon
yayabilmektedirler. Bu türden radyasyon kaynaklarının bâzıları şunlardır:
radarlar, yüksek gerilimli elektrik nakil hatları, transformatörler, Tıb'da
kullanılan (ultrasonlu olanlar hâriç) görüntüleme cihazlarının çoğu, lâzerler,
kömür yakarak enerji üteren termik santrallerin dumanları ve külleri1,
nükleer tesislerin2
yeterince güvenlik altına alınmamış olanları, nükleer tıbda kullanılan
radyoaktif maddeler ile görüntüleme ve tedâvî cihazları, televizyon ve
bilgisayar ekranları, mikrodalga fırınları, radyo ve televizyon vericileri, cep
telefonları ve bunların baz istasyonları, bazı saatlerin rakkamlarının
karanlıkta görülmesini sağlayan fosforlu boyalar, Japon sobası denilen ve
gazyağı yakan sobalara mahsûs toryumlu fitiller; topraktan radyoaktif potasyum
masseden domates ve patates, muz, domates gibi meyva ve sebzeler ve
ilh…
İnsan vücûdu da: 1) toprakta doğal
olarak bulunan karbon-14 ve potasyum-40 gibi radyoaktif maddelerin meyva ve
sebzelere de geçebilmesi, ya da 2) topraktan fışkıran radyoaktif radon gazının
solunulması dolayısıyla, zorunlu olarak, radyoaktif maddelere ve bunların
yayınladıkları radyasyonlara yataklık eder. Yâni radyasyondan kurtulmanın imkânı
yoktur. Radyasyon Kâinat'ın ve insanın doğasında mevcûttur ve mevcûd olmaya da
devam edecektir.
Mesele ne ölçüde bir radyasyon dozunun insan
sağlığına zarar verdiği ve bunun önüne geçmek için ne gibi tedbirlerin alınması
gerektiğidir. Bu konu, devletlerde, genellikle ya Atom Enerjisi ya da
Sağlık Bakanlığı'na bağlı uzman teşkilâtların görev alanına girmektedir.
Türkiye'de bu görev 2690 sayılı kānûnla Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na (TAEK'e)
verilmiş bulunmaktadır. Bu konuda her devlet kendine mahsûs "radyasyondan
korunma normları" geliştirmiş ise de
hepsi de, 1928 yılındanberi hiçbir devlete tâbî olmaksızın faaliyette bulunan
ilmî bir kuruluş olan, "Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi"nin
(International Committee on Radiological Protection: ICRP'nin) geliştirmiş
olduğu normları aşamazlar.
Bu normların mâhiyetini anlayabilmek
için biri Gray (Gy), diğeri de Sievert (Sv) diye adlandırılan iki radyasyon dozu birimini bilmek
gerekir. Canlı hücreler hâriç olmak üzere, herhangi bir maddeye çarpan bir
radyasyon eğer o maddeye kilo başına 1 Joule'luk bir enerji intikāl ettiriyorsa,
bu takdirde bu radyasyonun madde tarafından absorplanmış olan dozunun 1 Gy
olduğu ifâde edilir. Sievert ise yalnızca canlı hücrelerin absorpladığı eşdeğer ya da etkin doz birimidir.
Bu büyüklük Gray'in her radyasyon tipine ve her organa has bir ağırlık faktörü
ile çarpılması sûretiyle elde edilir.
şunlardır:
Fotonlar (gamma ya da X
ışınları) |
1 |
Elektronlar (beta ışınları) | 1 |
Nötronlar (Enerjilerine Göre) |
5 - 20 |
Protonlar | 5 |
Alfa tânecikleri, ağır
iyonlar |
20 |
ise şunlardır:
yemek borusu,
Husyeler
0,20
Kemik iliği, akciğer, mide
0,12
İdrar kesesi. meme, karaciğer,
0,05
Deri, kemik yüzeyleri
0,01
Diğer organlar
0,05
Sievert (Sv) birimi radyasyonların
sebeb olduğu biyolojik riskin
değerlendirilmesinde kullanılır. Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom
bombalarının insanların üzerindeki etkilerinin incelenmesinden radyasyon dozunun
fonksiyonu olarak şu etkilerin ortaya çıktığı ilmen tesbit
edilmiştir:
hissi, tâdil olmuş kan formülü.
bozuklukları.
2.5 ilâ 4 Sv : kusma, baş dönmesi, kan formülü bozukluğu,
bağışıklık sistemi manialarının
çökmesi
semptomlar. Radyasyona mâruz
kalmışolanları % 50'sinin ölümü.
daha daha şiddetli semptomlar. Radyasyona mâruz
kalmışolanların % 90'ının kesin ölümü.
ICRP'nin bir görevi de insanların bir
yılda risksiz olarak absorplayabilecekleri müsaade edilen maksimum radyasyon
dozlarının normlarını tesbit etmektir. Bu tesbitleri esnâsında ICRP kullandığı
matematiksel modelleri açıklamamaktadır. Ayrıca ICRP bu dozları zaman zaman
gözden de geçirmektedir. Bu normlara uluslararası radyasyon normları
denilmektedir. Her bir devlet: 1) "kendi özel ihtiyaçları"na, ve 2) "kendine
özgü radyasyondan korunma felsefesi"ne göre daha kısıtlayıcı normları kendi
"millî radyasyon normları" olarak vaz edip uygulayabilmektedir. Çernobil
kazâsını izleyen dönemde Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) da, misâl olarak
zikredilmek gerekirse: 1) ithâl edilen
gıdâ maddeleri, 2) süt, 3) et, 4) çay ve
ilh… için çok daha katı normlar uygulamıştır.
Bu tedbirler sâyesinde, ve çernobil kazâsı dolayısıyla Türkiye'de adam
başına düşen yıllık fazladan radyasyon dozunun zararsızlığından3
ötürü kimse kanser olup ölmemiştir, ölmeyecektir de.
"Sievert" oldukça yüksek bir birim
olduğundan doğal radyasyon mertebesindeki radyasyon seviyeleri için "milieSievert" (mSv) diye Sievert'in
binde biri büyüklüğünde bir birim kullanılır. 1990'lı yıllara kadar kullanılmış
olan mrem (milirem) birimi ile mSv birimi arasında: 1 mSv = 100 mrem bağıntısı
vardır.
Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhûriyeti'nin yıllık doğal radyasyon dozu düzeyleri TAEK tarafından tesbit
edilmiştir. Birkaç misâl vermiş olmak için bu değerlerin İstanbul için 0,66
mSv/yıl, Ankara için 0,9 mSv/yıl, Erzurum için 1,75 mSv/yıl ve Sivrihisar için
de 3,74 mSv/yıl olduğunu söyleyelim. İstanbul'un doğal radyasyon düzeyinden 5,5
misli bir doğal radyasyon düzeyine sâhib olan Sivrihisar'ın bu doğal radyasyon
düzeyinin sebebi Sivrihisar'ın meskûn yerinin altında büyük toryum kaynaklarının
bulunmasıdır.
ICRP 1946 yılında, kişilerin mâruz kaldıkları doğal radyasyon
dozunun dışında, nükleer enerji alanında çalışanlar için maksimum
müsaade edilir radyasyon dozunu 460 mSv/yıl ve halk için de 150 mSv/yıl olarak
tesbit etmişti. 1977'de ICRP bu dozları sırasıyla 50 mSv/yıl ve 5 mSv/yıl
düzeylerine indirmişti. 1990 yılında alınmış olan bir kararla da ICRP söz konusu
dozları sırasıyla 20 mSv/yıl ve 1 mSv/yıl düzeylerine çekmiş bulunmaktadır.
0,5 Sv'lik (yâni 500 mSv'lik) bir radyasyon dozuna mâruz kalmak kanserden ölüm
riskini % 2 oranında arttıran teorik bir riske tekābül etmektedir. Hemen
belirtelim ki çernobil kazâsından i'tibâren bir sene
içinde Türkiye'de insanlar 0,594 mSv (
= 59,4 mRem) düzeyinde, yâni söz konusu riske tekābül edenradyasyon dozundan 842,7 kere daha az bir ek radyasyon dozuna mâruz
kalmışlardır
.Eğer insanlar 0,594 mSv/yıl'lık bir radyasyon dozu sonucu kanser olup ölselerdi
bu dozun yaklaşık 6,3 misline tekābül eden 3,74 mSv/yıl'lık sürekli bir
radyasyon dozuna mâruz kalmakta olan Sivrihisar sâkinlerinin de kanser olup
ölmüş olması gerekmez miydi? Kaldı ki şimdiye kadar bu mertebeden dozlardan
dolayı radyasyon hastalığına yakalanmış ya da ölmüş bir tek kişi göstermek ya da
birisinin bu mertebeden bir doz sonucu ölmüş olduğunu ispatlamak mümkün
olmamıştır.
Bu doz çernobil kazâsından
etkilenmiş olan diğer Avrupa ülkelerinin dozlarıyla karşılaştırıldığında diğer
ülkelerinkine nazaran da düşük kalmaktadırlar. Meselâ İsveç'de kritik
bölgelerdeki yıllık doz 5 mSv iken bu, Yunanistan'da 3,8 mSv ve İsviçre'de de 2
mSv olmuştur. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ve OECD-Nükleer Enerji Ajansı
gibi kurumların değerlendirmelerine göre Türkiye, Avrupa'da çernobil kazâsından
etkilenme sıralamasında 16. (
ve sondan bir evvelki) sıradadır. Avrupa'nıntümü dahî alınsa bu radyasyon dozları insan sağlığı açısından önemsenecek bir
riske sebeb olabilecek düzeyde bulunmamaktadırlar.
uzmanı olmayanlara, 2) vehimlerini ilim sayanlara, 3) kendilerini
araştıcı-gazeteci sayıp da bu konuda yalnızca kulaktan dolma dedikoduları ve
cehâletlerini sergileyenlere, 4) Doğu Karadeniz'deki kanser olaylarını 5 ayda
aydınlatmak üzere şarkıcılığı bırakıp "artık ilim adamlığına soyunduklarını"
ilân eden şarkıcılara bırakılamayacak kadar ciddî bir konudur. Radyasyon
konusunda (hele çernobil kazâsında çıkan ve Türkiye'yi etki altına alan
radyasyonlar konusunda), mesnetsiz dedikoduları yeniden dile getiren ya da
vehimlerini hâzâ ilim sayan değil de, gerçekten de: I) söz
söyleyebilecek, II) yorumlar yapabilecek ve III) önlemler önerecek
bir kimse olabilmek için, en azından,
radyasyonların:
ölçüm birimlerini;
yöntemlerini;
cihazların yapısını, fiziksel prensiplerini, kullanım
usûllerini,
ile etkileşmelerini;
9) Zararlarını;
10) Zararlarının önüne geçmek için
gerekli olan teknolojik ögeleri ve hesap yöntemlerini;
hücre ile etkileşmelerini;
ve diğer bozukluklara yol açma risklerini ve bunların bilimsel
hesabını;
canlı tarafından absorplanan dozun ölçülmesini ve bu dozu hesaplama
yöntemlerini;
radyasyon dozu
düzeylerini;15) Aslî
müdâhale düzeylerini;
düzeylerini;
türetilmiş müdâhale düzeylerinin tesbitindeki farklı
felsefeleri;
(Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi), WHO (Dünyâ Sağlık örgütü), ILO
(Uluslararası çalışma örgütü), FAO (Gıdâ ve Tarım örgütü), IAEA (Uluslararası
Atom Enerjisi Ajansı), AB (Avrupa
Birliği), OECD Nükleer Enerji Ajansı (OECD-NEA) gibi uluslararası örgütlerin: I)
aslî ve türetilmiş müdâhale düzeylerinin tesbitindeki tutum ve felsefelerini,
II) bunların arasındaki farkları ve nüansları, III) bu örgütlerin radyasyon ile
ilgili yayınlarını;
İlkesi'ni ve bunun gerektirdiği dengeli
stratejinin temel ilkelerini; ve en önemlisi de
kişinin değil de, belirli şartlar altında, bir popülâsyonun absorpladığı
radyasyon dozunun; ve
için gerekli stratejiyi ve hesap yöntemlerini
çok iyi bilmek gereklidir.
Bunlar biribirilerine o kadar sıkı
bağlıdırlar ki çernobil kazâsı gibi çok yönlü bir olayda bunlardan birini ihmâl
etmek konuyu saptırmak ve kavram kargaşasına yol açmak için de,
insanları şüphe ve vehme sürüklemek için de yeter de artar bile! Bu işte
iyi niyet sâhibi olmak yeterli değildir; mutlaka "Radyasyondan Korunma"
konusunda uzman olmak gerekir! Akademik titri olup da çernobil kazâsı
dolayısıyla ilmî gerçekleri değil yalnızca kendi vehimlerini dile getirerek bir
sürü isâbetsiz yorumlarda bulunmuş olanlar ülkenin dengesine de huzuruna da
zarar vermişlerdir.
Bu konuda ibretâmiz bir misâl olmak
üzere, radyasyondan korunma konusunda hiçbir uzmanlıkları bulunmayan Orta Doğu
Teknik üniversitesi'nden ikisi kimyacı biri biyolog üç doçentin 1986 yılında
kaleme almış oldukları ve Basın'da abartılarak ve haksız yere "ODTÜ Raporu" diye
lânse edilmiş olan bir vehimnâmede TAEK'in kontrolu altında
piyasa sürülen çaylar için "… sâdece çaydan
alınacak radyasyon bile gelecek nesillerde birçok çocuğun ölü ve sakat doğmasına
sebep olabilecektir"
ibâresinin yazılı olmasının yüzlerce hâmile kadını, haksız yere, vehimlere ve
bunun sonucu olarak da kürtaja sevk etmiş olduğınu söylemek yeter. Acabâ bu
kişiler bu kadar çocuğun doğmadan nâhak yere katlinden dolaylı olarak sorumlu
olduklarını idrâk edip de pişman olmuşlar mıdır?
Bir Tedhiş Aracı
Olarak
Radyasyon Korkusu
çernobil kazâsı:
halkının belirli bir konu etrâfında hassaslaştırılması ve paranoyaya sevk
edilmesi için gerekli parametre ve stratejilerin tesbitine çalışan yabancı
istihbârat örgütleri,
enerjinin fevkalâde tehlikeli olduğu konusunda dezinformasyona dayalı kamuoyu
ihdâs etmek ve Türkiye'nin nükleer enerjiye geçerek petrole bağımlılığını
azaltmasının önünü kesmek isteyen Dünyâ Petrol Karteli,
3) Bilerek ya da
bilmeyerek petrolcülere çalışan aracılar ve
çevreciler,
4) Avrupa çay
pazarının % 80 küsûr kadarını tekellerinde tutan ve türk çayını bu pazara sokmak
istemeyen İngiltere ve Hollanda,
5) İngiliz
çaylarının ithâlâtçıları,
6) Türk fındığını
ucuza kapatmak isteyen yabancı alıcılar,
hükûmeti zayıf göstermek isteyen siyâsî ve sivil
muhâlefet,
bürokrasi baronları,
vitrinde tutmak tutmak ve bir avantaj sağlamak isteyen, ama konunun câhili olan
siyâsîler ve üniversite mensûbları,
olmayı beklerken olamamış olan biri erkek diğeri kadın iki
kişi,
pazarlayamadığı çelik kap-kacağı satmak isteyen yan
kuruluşu,
deterjanların satışını arttırmak isteyen ithâlâtçılar,
anarşistler, ve
başında dinine, örfüne, ananesine bağlı bir şahsın bulunmasını
çekemeyenler
için beklemedikleri bir andagökten yağan bir kudret helvası olmuştu.
kazâsının Türkiye üzerindeki diğer etkilerini Nisan 2004'de Bilge Yayınları'nda
çıkan çernobil Komplosu başlıklı kitabımda
ayrıntılarıyla takdîm ve tahlîl etmiş bulunmaktayım. Sözü edilen bütün bu
faktörler, çernobil kazâsını bahâne ederek, halkta radyasyon korkusu ve hattâ
bunun ötesinde bir radyasyon paranoyası uyandırmak
sûretiyle belirli menfaatler elde etmeğe yönelik bir tedhiş unsuru olarak
uygulanmışlardır.
radyasyondan korunma ilminin verilerini bilmeyen pekçok kimse (ve ne yazık ki
üniversitede titr sâhibi bâzı kimseler dahî), tasarımları ve üretimleri
esnâsında uygulanan uluslararası radyasyon normlarına rağmen, cep telefonlarının
da mikrodalga fırınlarının da kansere sebeb olduklarını ve kullanılmamaları
gerektiğini iddia edecek kadar işi azıtmışlardır.
Kabûl
Edilebilir
Risk Kavramı
adamlarının bir bölümünün dahî "Kabûl edilebilir risk" kavramından haberleri
olmaması da bunları radyasyon konusunda aşırı bir fobi'ye (korkuya) ve paranoyaya
sürüklemektedir.
Radiation Protection at CRNL/Editor: D.K. Myers, AECL - 9181, Jan. 1986"
dokümanına dayanarak ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski Başkanı ve bir
risk analizi uzmanı olan Dr. Ulvi Adalıoğlu'nun İnsan ve Kâinat
dergisinin Mayıs 1988 nüshasındaki
bir yazısında Kuzey Amerika halkı için yapılmış olan bir risk analizinin
sonuçları sunulmaktadır.
Buna göre yalnızca 10 mSv/yıl'lık bir
radyasyon dozuna (yâni çernobil kazâsından sonra Türkiye'de bir kimseye
yüklenmiş olan 0,594 mSv/yıl'lık dozun yaklaşık 17 misli bir doza) mâruz kalan
bir insanın önündeki 50 yıl içinde, bu aldığı doz sebebiyle, kanser olup
ölmesi ihtimâli:
açması,
kimsenin yolun sonunda bir kazâya kurban gitmesi,
bir insanın yolun sonunda bir kazâya kurban gitmesi,
bir çalışma sonunda iş kazâsı sebebiyle ölmesi, ve
4 ay çalıştıktan sonra bir iş kazâsında ölmesi
ihtimallerinden birine eşit
olmaktadır.
çernobil kazâsı dolayısıyla bir yılda 0,5 mSv kadar bir radyasyon almış olsa
bunun, önündeki 50 yıl içinde kendisinde bir kanser hâsıl ederek bu yüzden
ölümüne yol açması ihtimâli:
- Hayatında yalnızca üstüste üç
sigara içmiş olan bir kimsenin sırf bu sebebden ötürü önündeki 50 yıl içinde
akciğer kanserinden ölmesi,
kimsenin bisikletle 14.000 km katettikten sonra bir kazâya kurban giderek
ölmesi,
- Bir
kimsenin otomobille 200.000 km katettikten sonra bir kazâya kurban giderek
ölmesi,
- Bir
işçinin bir fabrikada 30 yıl çalıştıktan sonra bir iş bir kazâsına kurban
giderek ölmesi, ve
- Bir
inşaat işçisinin bir inşaatta 80 ay çalıştıktan sonra bir iş bir kazâsına kurban
giderek ölmesi,
ihtimallerinden birine eşit
olacaktır.
fazladan yüklemiş olduğu ortalama radyasyon dozu dolayısıyla ferdî ölümcül
kanser riski ÇNAEM Sağlık Fiziği Bölümü uzmanlarından Dr. Hasan Alkan'ın
yaptığı hesaplara göre: 0,000.000.170/yıl kadardır (Bk. Dr. Hasan Alkan:
çernobil Nükleer Reaktör Kazâsının Türk Toplumunda Yaratabileceği
Radyolojik Sonuçların Araştırılması).
kazâlarının kişiye yüklediği 0,000.110/yıl'lık
ölüm riski ise çernobil kazâsının Türkiye'de kişiye yüklediği ölüm riskinden
yaklaşık 1000 misli daha
yüksektir!
göre beklenmedik bir olaydan kaynaklanan riskler, eğer günlük hayatta
karşılaşılan ve kolayca kabûl edilen risklerden küçük veyâ bunlara eşit iseler
ya da yüksek güvenlik standartlarına sâhip meslek gruplarının haiz olduğu ölüm
riskinden 10 kere daha küçük iseler kabûl edilebilir riskler
sınıfına girmektedirler. Buna göre ve çernobil kazâsının Türk insanına yüklemiş
olduğu risk yüksek güvenlik standartlarına sâhip meslek gruplarının haiz olduğu
riskden yaklaşık 1000 kere daha küçük olduğundan kabûl edilebilen ve özel tedbir
gerektirmeyen bir risktir.
çernobil kazâsının riski ile uğraşacak yerde, kıymetli zamanlarını:
1) ölümcül riskleri bu kazânın riskinden onbinlerce defa daha yüksek
olan hava kirliliğinin azaltılması, 2) kezâ aynı risk grubuna giren Belediye
otobüslerinin âyarsız motorları dolayısıyla egzoslarından kustukları kanserijen
gazların önlenmesi, 3) ölümcül riski çernobil kazâsınınkinden binlerce kere
yüksek olan ve A) kötü eğitim, B) kötü sinyalizasyon, ve C) kötü uygulamalar
yüzünden gerçek bir felâket hâlini alan, çoğu kere de trafik
terörü diye isimlendirilen trafik trajedisinin sone erdirilmesi, 4) LSD,
ekstazi, tiner, esrar, eroin, kokain gibi uyuşturucuların bir yılda aldığı
canların önüne geçilebilmesi için alınması gerekli tedbirler, 5) çevreyi
kirleten kimyasalların izâlesi, 6) içkinin ve tütünün insan sağlığı üzerindeki
mahv edici etkileri gibi gerçekten de hayatî sorunlar için sarfetmeleri
daha uygun olmaz mıydı?
Elbette
daha isâbetli olurdu; ama, yalanlarla-dolanlarla, insanlarda nâhak yere bir
radyasyon fobisi ihdâs ederek bu durumdan istifâde etmek bâzı menfaat ve şer
mahfellerinin özellikle işlerine gelmektedir.
çernobil Kazâsı
Türkiye'deki
Kanser Vakalarını Arttırdı
Mı?
yıllardaki raporlarına göre kanserlilerin dünya nüfûsuna oranı yüzde 22'dir.
çernobil kazâsından önce Türkiye'de yalapşap tutulmakta olan farklı kanser
istatistiklerine göre bu oran bizim için yüzde 5-12 arasındaydı4.
Türkiye kansere karşı global olarak çok sıkı profilâktik yâni önleyici tedbirler
mi uyguluyor ki bu oran dünya ortalamasının en az yarısı kadar aşağıya çekilmiş
olsun?
Bakanlığı: 1) kanser istatistiklerinin ciddî bir biçimde tutulmasını sağlamış,
ve sistematik olmasa bile, 2) kanser taramaları da yaptırtmıştır. Bunların
sonucu olarak o zamana kadar kayıtlara geçmemiş olan kanser hastaları kayıtlara
geçirilmiş, kayıtlı toplam kanserli sayısı da bundan ötürü artmıştır ve artmaya
da devam etmektedir. En azından bu sayı,
Türkiye'deki kanserlilerin oranı dünyadaki kanserlilerin oranına erişinceye
kadar artmaya devâm edecektir.
Lösemili çocukların oranındaki
artış iddiasına gelince bu konuda 1) Hacettepe üniversitesi5,
2) Karadeniz üniversitesi, 3) Trakya üniversitesi, 4) Gazi üniversitesi, 5) Ege
üniversitesi Tıp Fakülteleri ve kezâ 6) İstanbul üniversitesi'nden konuyla
ilgili pekçok bilim adamı çeşitli panellerde de yazılı ve görüntülü basında da
birbiri ardına ellerindeki sonuçları takdîm eden açıklamalarda bulundular6.
Buna göre: Türkiye'de lösemili çocuk vakalarının oranında bir artış
gözlenmemekteydi. Bu sonuç Uluslararası Kanserle Savaş Birliği ve Yunan
Kanser Cemiyetinin Dünyâ Sağlık örgütü'nün (WHO'nun) işbirliğiyle 6-8 Aralık
1991'de Atina'da yapılan ve "çernobil
Kazâsının Uzun Vâdeli Etkileri"
ne tahsîs edilmiş olan bir uluslararasıtoplantıda Finlandiya adına sunulan tebliğin içeriği ile de tutarlıydı. Nitekim
çernobil kazâsından en fazla etkilenmiş ülkelerin başında gelen Finlandiya'da da
ve İsveç'de de 1980 ilâ 1990 yılları arasında lösemi oranında bâriz bir düşüş
gözlenmişti.
İsveç Radyasyondan Korunma Millî
Enstitüsü'nün 1987 yılındaki bir incelemesine göre Sovyetler Birliği dışında
kalan bütün Avrupa ülkelerinde çernobil
kazâsından sonra ahali tarafından alınmış olan eşdeğer etkin radyasyon dozu
200.000 adam-Sievert kadardır; ve bu, doz-etki bağıntısının lineer olması
varsayımı altında, kazâdan sonraki 50 yıl içinde ancak 4000 adedi ölümle sonuçlanması
beklenen fazladan 6000 kanser vakasına yol açabilecektir.
Sağduyu sahiplerinin şu iki soruyu
sormaları gerekir: 1) Edirne ve civarı 3 Mayıs 1986'da bir radyasyon dalgasına
mâruz kalmış, Doğu Karadeniz ise bundan bir hafta sonra Edirne'dekinden daha
düşük düzeyde bir radyasyon dalgasına uğramıştır. Bu durumda, Edirne'de
kanserlilerin arttığı yönünde niçin hiçbir iddia yoktur da kamuoyuna hep Doğu
Karadeniz'de kanserlilerin artmış olduğu iddiası pompalanmaktadır? 2) çernobil
kazâsı sırasında Türkiye'nin nüfûsu 51,5 milyondu, şimdi 72,5 milyondur. Sebebi
ne olursa olsun, aradaki 21 milyon nüfûs artışına tekābül eden kanserli hasta
sayısındaki doğal artış cehâlet dolayısıyla mı yoksa hınzırlığına mı hiç söz
konusu edilmemektedir?
Bir başka garâbet nümûnesi de soba
bacası gibi sigara içip de sonunda akciğer kanserinden ölen Doğu Karadeniz'liler
için dahî ölüm sebebinin 19 sene önce çernobil kazâsında yayılan radyasyon
olduğuna inanılması ve buna bendenizin sebeb olduğum iddiasıyla da hakkımda
dâvâlar açılmasıdır. 2004'de Trabzon'dan 3 kişi: biri bir dernek başkanı, bir
diğeri bir şarkıcı, sonuncusu da bir müteahhid çernobil kazâsı dolayısıyla
yakınlarını öldürdüğümü(!) ileri sürerek hakkımda dâvâ açtılar. Dernek başkanı
hızını alamadı; benim hakkımda bir de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde de dâvâ
açacağı hakkında gazetecilere ve televizyonlara beyânat(!) verdi. Bu da kâfî
gelmedi bir milletvekili de bu durumdan esinlenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı'na 93 arkadaşı ile bir dilekçe vererek çernobil kazâsının bütün
boyutlarıyla araştırılması için bir dilekçe verdi. Bunun üzerine bendeniz de
TBMM Başkanı sayın Bülent Arınç'a şu mektubu göndermek zorunda
kaldım:
Üsküdar, 12
Haziran 2004
Sayın Bülent
ARINç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Ankara
Konu: çernobil Fâciası'nın bütün boyutlarıyla
araştırılması hakkında Meclis Araştırması
açılması.
Muhterem
Efendim,
93 Milletvekilinin, çernobil Fâciası'nın bütün boyutlarıyla araştırılarak benzer
olayların tekrarlanmaması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin bir önergeyi TBMM Başkanlığı makāmına 3 Haziran
2004 târihinde takdîm etmiş oldukları resmen açıklanmış
bulunmaktadır.
yılında:
Hacaloğlu ve 12 arkadaşının, çernobil Fâciası'nın Türkiye'deki etkilerini araştırmak ve halkı
aydınlatmak;
B. SHP Grubu adına Grup
Başkanvekilleri İçel Milletvekili Aydın Güven Gürkan ve İstanbul Milletvekili
Ercan Karakaş'ın çernobil Fâciası'yla ilgili gerçeklerin ve sorumluların ortaya
çıkarılması ve alınması gerekli tedbirleri tesbit
etmek;
C. Ordu Milletvekili Refaiddin Şâhin
ve 24 arkadaşının çernobil Fâciası'nın Türkiye'deki etkilerini
araştırmak;
D. Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan
ve 12 arkadaşının çernobil Fâciası'nın verdiği zararların tesbiti ve giderilmesi için
alınacak önlemleri belirlemek
İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasına
ilişkin önergelerinin kabûl edilmiş; bu amaçla teşekkül eden ve Mustafa Parlak,
Mustafa ünaldı, Algan Hacaloğlu, Halil İbrâhim özsoy, Evren Bulut, Ergun
özdemir, Ertekin Durutürk, Bülent Akarcalı, Hacı Filiz, Fethiye özver, Fahri
Gündüz, Ahmet Sezal özbek'den oluşan Meclis Araştırma Komisyonu'nun dokuzbuçuk
ay sürmüş olan inceleme ve sorgulamaları sonunda kaleme aldığı ve Resmî
Gazete'de 8 punto hurûfatla basılmış 103 sayfalık S. Sayısı: 455 olan raporu7
da TBMM tarafından kabûl edilmiş ve Medya'da sorgusuz infâza tâbi' tutulmuş olan
bütün sanıkların da8 böylece beraat etmiş oldukları, maalesef,
kimsenin hatırına gelmiş değildir.
ve akabinde Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı idim. Türkiye bu kazânın
etkilerini, konusuna bihakkın vâkıf hârikulâde bir ekibin: 1) ilmi, 2) dirâyeti
ve 3) özverisi sâyesinde minimum zarar düzeyinde
atlatmıştır.
bütün ilmî sorumluluğu ise tamâmen bana râcîdir
.O
zamanki Hükûmet de bana itimâd etmiş; işime katiyyen müdâhalede
bulunmamıştır. Zâten rahmetli Turgut özal bendenizin tesir altına
alınamayacak bir kimse olduğumu herkesden daha iyi
bilmekteydi.
milletvekillerinin ve bâzı Komisyon üyelerinin dahî bendenizi çernobil kazâsının
Türkiye üzerindeki etkileri konusunda, fütursuzca, başlıca sanık olarak ilân
etmelerine, Medya'nın aylarca süren sorgusuz infâzına ve Başbakan Süleyman
Demirel'in, Başbakan Yardımcısı Prof.Dr. Erdal İnönü'nün ve Sağlık Bakanı
Yıldırım Aktuna'nın hakkımda Cumhûriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda
bulunmuş9
olmalarına rağmen bu TBMM Araştırma Komisyonu'na hesap vermek üzere dâvet dahî
edilmemiş olmam beni şaşırtmıştır.
Bunun üzerine ilişikte takdîm ettiğim
ârizamı TBMM Başkanına, Komisyon Başkanına ve Komisyon üyelerine göndermek
mecbûriyetinde kalmıştım.
ümid ederim ki bu 2. TBMM
Araştırma Komisyonu hiç değilse artık bu sefer bendenizi hesap vermeğe dâvet
etmemezlik etmez!
5. 1993 yılında Nehir Yayınları'nda
yayınlanmış olan 280 sayfalık Türkiye'nin çernobil çilesi ve Şubat
2004'de de Bilge Yayınları'nda yayınlanmış olan 340 sayfalık çernobil Komplosu başlıklı
kitaplarımda çernobil kazâsının bütün perde önünü ve arkasını pekçok
ayrıntısıyla takdîm etmiş bulunuyorum.
Bu son kitabımdan bir adet lûtufkâr
ilginize ekte takdîm olunmaktadır.
6. Eğer Makāmınız'ca uygun görülecek
olursa, yeni kurulan Araştırma Komisyonu'nun işlevinden tamâmen bağımsız olarak,
sayın Milletvekilleri'ne: 1) bu konu, ve özellikle de 2) bu konunun hangi çıkar mahfelleri tarafından
ve niçin pişirilip pişirilip önümüze
konulduğunun, kitabımda tüm ayrıntılarıyla açıklayamamış olduğum, gerçek sebebleri hakkında da bir
brifing verebilirim.
7. Sa'yinizin meşkûr olması niyâzımla
hörmetlerimi arz ederim, Efendim.
Prof.Dr. Ahmet Yüksel ÖZEMRE
Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu
Eski Başkanı (21.01.1985 –
06.04.1987)
yılındaki TBMM Araştırma Komisyonu'na ârizam.
yılındaki TBMM Araştırma Komisyonu'nun nihaî raporunun
fotokopisi.
2004 târihli çernobil Komplosu başlıklı
kitabım.
yanaşmak istemediği bir başka konu daha var ki o da Doğu Karadeniz'de yamaçlara
ekilen çay ve fındık için kullanılmakta olan, Dünyâ'da çok tartışmalı olmasına
rağmen Türkiye'deki gübrelerin yaklaşık % 56'sını teşkil eden nitratlı gübrelerdir. Bunlar
bölgenin yağışlarıyla toprağın altına geçmekte ve kaynak içme sularına
karışmaktadır. Oysa bugün, litre başına 10 miligramdan yüksek oranlarda nitratla
kirlenen içme sularının "mavi çocuk sendromu" denilen bir sendromun yanında hem
kansere yol açma hem de hâmile kadınların düşük yapma potansiyelini arttırdığı
tıbben tespit edilmiştir. Doğu Karadeniz'in bütün içme sularının bu yönden
titizlikle analiz edilmesi bugün kaçınılmayacak bir zarûret
olmuştur.
da nitratlı gübre tâcirlerinin kârlarına kesat gelmesin diye mi dikkatler,
haksız yere, hep çernobil kazâsının üzerinde yoğunlaştırılmak isteniyor. Bunun
da açıklığa kavuşturulması gerekir.
Son aylarda çernobil'in Doğu
Karadeniz insanını kanser yapmış olduğu paranoyası gene Medya'ya yoğun bir
biçimde pompalanmaya başlandı.
Bazı dış mahfellerin ve onların
yurttaki temsilcilerinin Doğu Karadeniz üzerinde uzun vâdeli bazı emellerinin
olduğu bugün artık iyice açığa çıkmış bulunmaktadır. Bu emellerini
gerçekleştirmek, yöre halkını dertlerine eğilmeyen(!) devletten soğutmak, Pontus
kökenli bazı etnik topluluklara "Türk Yurttaşlığı"ndan ayrı bir kimlik bilinci
kazandırmak için Doğu Karadeniz'de sürekli bir huzursuzluk ihdâs edilmek
istenmektedir. Bilmem hiç dikkat ettiniz mi? Son zamanlarda bazı Doğu Karadeniz
kökenli sanatçılar Yunan ezgileriyle örtüşen besteler yapmağa başladılar. Acabâ
bu da mı bir tesâdüftür?
azaltacak diye, Türk çayı İngiltere ve Hollanda'nın korkulu rüyâsıdır. Bu iki
ülke türk çayını rezil etmek ve radyasyonlu diye lânse etmek için senelerce
amansız bir mücâdele vermişler ve ne yazıktır ki bu konuda kendilerine destek
olan bazı bürokrat ve teknokratları10
da, Medya'nın yabancı çay ticâreti de yapan belirli bir bölümünü de
kullanmışlardır.
da uluslararası alanda, kendisiyle işbirliği içindeki şirketlere yatırımları
için kolaylık sağlarken "ellerindeki
bütün imkânları kullanarak petrol pazarına rakib olan nükleer enerjiyi
halklarına öcü olarak göstermeyi" de şart koşmaktadır. Acabâ bunun
Türkiye'ye de uygulanmasına boyun eğmiş olanlar var mıdır? Hükûmetin bunu
araştırması da elbette isâbetli
olurdu.
fobisi uyandırmak gerek siyâsî, gerekse ekonomik sebeplerden ötürü yurt içinde
ve dışındaki bâzı mahfellerin işine gelmektedir. Bu mahfelleri ve yardakçılarını
teşhis ve temyiz etmek, mel'anetlerini idrâk etmek ve maskelerini düşürmek de
büyük bir hizmet olacaktır.
* *
*
[1]Bu kömürler, Tabîat'ta, daima
içinde radyoaktif bir element olan uranyum filizleri karışmış olarak
bulunmaktadır.
Ermenistan'daki nükleer santraller ve Rusya'dakilerin bir bölümü ile A.BD.,
İngiltere ve Fransa'daki uranyum zenginleştirme ve tükenmiş nükleer yakıtların
içinden plutonyumu ayıklama tesisleri gibi.
hastaya klinikte 40 mikroküri kadar I-131 verilebilmektedir. Böyle bir teşhis
için tiroide yüklenen doz ise 700 mSv'dir. Oysa
Türkiye'de çernobilkazâsı dolayısıyla tiroid'e yüklenmesi muhtemel en yüksek doz 0,75 mSv idi; ve
bu da klinik dozunun ancak 1/933 idi. Dünyâ'da
kimsenin tiroid teşhisi için klinikte verilen 700 mSv gibi bir dozdan öldüğü
tesbit edilmemiştir.
Fransa'da dahî doğrudürüst kanser istatistikleri tutulmuyordu. Avrupa'da en iyi
kanser istatistikleri 1980 yılındanberi Yunanistan'da
tutulmaktaydı.
Fakültesi'nin söz konusu raporunda şöyle denilmektedir: "… Son 10 yılda ülkemizdeki üniversitelerin
tümünde toplam olarak 10.618 çocukluk çağı kanser vakası görülmüştür. Bu
vakaların % 56'sı Hacettepe üniversitesi Pediatrik Hematoloji ve Onkoloji
ünitelerinde izlenmiştir… Pediatrik Hematoloji ünitesi'nde 1987 öncesinde
ortalama 100 akut kösemi vakası görülürken 1987 sonrasında bu rakam ortalama
94'tür… Hacettepe çocuk Hastahânesi Pediatrik Onkoloji ünitesi'nde ise lenfoma
ve diğer kanser türlerine bakıldığında 1987 öncesindeki 5 yıl içinde [yıl
başına] 76 ile 88 lenfoma ve 146 ile 162
arasında değişen sayılarda diğer kanserler görülürken 1987 ve sonrasında bu
rakkamlar lenfoma için 63 ile 98 ve diğer kanser türleri için ise 147 ile 196
arasında olmuştur. Vakalar geldikleri bölgeler itibariyle değerlendirildiğinde
özellikle Karadeniz Bölgesi'nden gelen hastalarda, kamuoyunda ifâde edilenin
aksine, anlamlı bir artış olmadığı gözlenmiştir… Sonuç olarak, ülkemizin
herhangi bir yerinde çernobil kazâsına bağlı kanser vakalarında veya genetik
hastalıklarda anlamlı bir artış beklenmemektedir. Ancak görülen odur ki, gelecek
50 yıl için çocuklarımızı kötü beslenme ve enfeksiyon gibi radyasyondan daha
önemli tehlikeler beklemektedir. Bunun yanında sigara içen annenin veyâ babanın
kendilerine, çocuklarına ve çevrelerine verebilecekleri zarar, çernobil sonucu
oluşan riske göre kıyaslanamayacak kadar yüksektir…."
[6]Hacettepe, Karadeniz Teknik,
Trakya, Gazi ve Ege üniversiteleri Tıb Fakülteleri ile Sağlık Bakanlığı'nın bu
konudaki raporları TBMM'nin çernobil kazâsının Türkiye'deki etkilerini ve
sorumlularını araştırmak üzere 1993 yılında teşkil ettiği Maclis Araştırma
Komisyonu'nun Resmî Gazete'de de yayınlanmış olan 103 sayfalık nihaî raporunun
72-84. sayfalarında yer almış bulunmaktadır.
raporunu hatırlatmak bâbında ve rahat
okunabilmesi için A4 sayfası ebadında büyütüp ciltleterek bu yazının eki olarak
takdîm etmekteyim.
Kenan Evren, Başbakan Turgut özal, Hükûmet üyeleri ve özellikle de Sanayi ve
Ticâret Bakanı ve Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesi Başkanı Câhit Aral, YÖK
Başkanı Prof.Dr. İhsan Doğramacı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Prof.Dr.
Ahmet Yüksel Özemre ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu idi.
[9]Yalnızca bu suç duyurularından
değil, SHP'nin yurt sathında tahrîk ve teşvik etmiş olduğu hep aynı formattaki
400 küsûr suç duyurusundan da beraat etmiş bulunmaktayım.
[10]Bk. Ahmed Yüksel Özemre, çernobil Komplosu, Bilge Yayınları,
İstanbul Nisan 2004.