Buradasınız
NÜKLEER SİLÂH BELÂSI
NÜKLEER
SİLÂH BELÂSI
Prof.Dr.
Ahmed Yüksel Özemre
(Türkiye
Atom Enerjisi Kurumu Eski Başkanı)
Nükleer
Silâhların
Üretimindeki
Motivasyonlar
1939 yılında
Leo Szilard (1898-1964) ve Eugen Wigner (1903-1995) Almanya'da Lise Meitner'in
(1878-1968) uranyum atomunun nötronların etkisi altında bölündüğünü
(fisyon
olayı'nı)
keşfetmiş olduğunu ve bu keşfin bir zincirleme
reaksiyon süreci
gerçekleştirilebildiği takdirde müthiş bir bomba üretimine de yol açacağını
Einstein'a (1879-1955) bildirdiler. Einstein her ne kadar bu konuda şüpheci
davrandıysa da gene de bu durumu ve bu bombanın Naziler'in eline geçmesinin
sakıncalarını bildirmek üzere A.B.D. başkanı Franklin Delano Roosvelt'e şu uyarı
mektubunu yazmak konusunda iknâ oldu:
Albert
Einstein
Old Grove
Road
Peconic, Long
Island
2 Ağustos
1939
F.D.
Roosvelt
Birleşik
Devletler Başkanı
Beyaz
Ev
Washington,
D.C.
Efendim,
E. Fermi ve L. Szilard'ın bana manüskri
hâlinde ulaştırılmış olan bâzı yeni araştırmaları uranyum elementinin, beni,
hemen yakın bir gelecekte yeni ve önemli bir enerji kaynağına
dönüştürülebileceğini ümid etmeğe sevk etmektedir. Ortaya çıkan bu durumun bâzı
vecheleri Hükûmet'i uyanık olmaya ve hattâ gerekirse derhâl hareket geçmeye
dâvet etmektedir.
Son dört ayda Fransa'da Joliot ve
Amerika'da da Fermi ve Szilard'ın araştırmaları sâyesinde büyük bir uranyum
kütlesinde bir zincirleme nükleer reaksiyon tesis etmek ve bunun aracılığıyla
büyük enerji mikdarlarının ve radyum benzeri elementlerin üretilebilmesi mümkün
görünmektedir. Bunun çok yakın bir gelecekte başarılabileceği hemen hemen
kesindir.
Bu yeni olayın bomba üretimine de
kılavuzluk edeceği ve -her ne kadar daha az kesin ise de- bu tipte olağanüstü
güçlü bombaların inşâ edilebileceği de düşünülebilir. Bu tipten tek bir bomba
gemiyle taşınıp da bir limanda patlatılacak olursa bu limanın tümünü ve
çevredeki alanın bir bölümünü pekālâ tahrîb edebilecektir. Bununla beraber bu
kabil bombaların havadan nakil için fazlaca ağır olmaları da
mümkündür.
Birleşik Devletler, yalnızca, az
mikdarda zayıf tönörlü uranyum cevherine sâhiptir. Kanada'da ve eski
çekoslovakya'da bir mikdar yüksek tönörlü uranyum bulunmasına karşılık en önemli
uranyum kaynağı Belçika Kongosu'ndadır.
Bu durum mucâvehesinde Hükûmet'in
Amerika'da zincirleme reaksiyonlar üzerinde çalışmakta olan fizikçiler grubu ile
sürekli bir temas içinde olmasının arzu edilebilir olmasını düşünebilirsiniz.
Sizin için bunu tahakkuk ettirmenin mümkün bir yolu da güvendiğiniz ve belki de
resmî olmayacak bir biçimde hizmet edecek olan bir zâta bu görevi tevdi
etmenizdir. Bu görev şunları ihtivâ edebilir:
ile temas kurup onları gelişmelerden sürekli haberdar etmek ve öncelikle uranyum
cevherinin tedârikini sağlamak üzere Hükûmet'in harekete geçmesine yönelik
tavsiyelerde bulunmak,
b) Bu dâvâya
katkıda bulunmak isteyen özel kişilerle temas edip gerektiğinde tahsîsatlar
temin ederek ve kezâ belki gerekli techizata sâhip bulunan endüstriyel
lâboboratuvarların işbirliğini sağlayarak bugünlerde üniversite
lâboratuvarlarının bütçe sınırları içinde yürütülmekte olan deneysel
araştırmaları hızlandırmak.
zabtettiği çekoslovak mâdenlerindeki uranyumun satışını niçin durdurmuş olduğunu
anlıyorum. Alman Dışişler Bakanlığı Müsteşarı von Weizsäcker'in oğlunun şu anda
Amerika'nın uranyum üzerindeki çalışmalarının tekrarlanmakta olduğu Berlin'deki
Kaiser-Wilhelm Enstitüsü'ne bağlı biri olması Almanya'nın erkenden böyle bir
harekete geçmiş olmasının anlaşılmasına belki yardım
edebilir.
Saygılarımla
Albert
Einstein
Bu mektup
üzerine bir süre sonra harekete geçen amerikan hükûmeti General Leslie R.
Grooves'ın (1896-1970) sorumluluğunda Manhattan Projesi adını verdiği proje
kapsamında Los Alamos'da atom bombasını gerçekleştirmek üzere kurduğu
lâboratuvarda öncelikle Robert Oppenheimer (1904-1967), Enrico
Fermi1 (1901-1954),
Eugen Wigner2, Hans
Bethe3 (1906-2005),
Richard Feynman4 (1918-1988)
ve daha birçok değerli bilim adamının katkısıyla üretilen ilk atom bombası ilk
defa Alamogordo çölü'nde 16 Temmuz 1945 patlatıldı.
görevlendirilen bilim adamları öncelikle: 1) fisyon hakkındaki teorilerin bir
te'yidini gerçekleştirmek, 2) projenin sağladığı ekip çalışmasının maddî ve
mânevî imkânlarından yararlanmak için daha çok
ilim aşkıyla ve şevkleçalışmışlardı. Ancak, h
azırladıkları atom bombasının Hiroşima ve Nagazaki'yeatılmasından sonra bunun yol açtığı: 1)
jenosidi, ve 2)tahribâtı gördükten sonra bunların çoğu ağır vicdan azâbı çekmiştir. Atom
bombasının Pasifik Savaşı'nın erken bitmesine yol açmış olması ise bâzılarının
bu vicdan azâbını azaltan sun'î bir teselli unsûru olmuşsa da bunun insanlık
için bir belâdan başka bir şey olmadığı kanaati hayatlarının sonuna kadar
kendilerini hep rahatsız etmiş ve bir bölümünün de nükleer silâh karşıtı
pasifist hareketlere katılmalarına sebeb olmuştur..
Nükleer Silâhların
Yayılması
ve Bunu önleyici
Tedbirler
A.B.D.nden 4
yıl sonra Rusya Ağustos 1949'da, İngiltere 26 Şubat 1952'de, Fransa 13 Şubat
1960'da, çin Halk Cumhûriyeti 16 Ekim 1964'de ve Hindistan ile Pâkistan da 1998
yılında ilk atom bombalarını patlatmışlardır.
Amerika'dan atom bombasının imâlâtına yönelik sırları çalan casuslarına
borçluydu. İngiliz atom bombasının gerçekleşmesi biraz da ingilizlerin
sıkıştıkları yerde amerikalıların yardım edip bilgi aktarması sâyesinde mümkün
oldu. Çin, Hindistan ve Pâkistan ise başarılarını sabırlı ve kurnaz teknolojik
casusluklarına borçludurlar.
Bu arada
Fransa ve İngiltere İsrail'e hem kaynak ve hem de teknoloji transferi yaparak
atom bombasını gerçekleştirmesine yardımcı oldular. İsrail'in Fransa'nın
yardımıyla gerçekleştirmiş olduğu ilk bombasını Fransa'nın Pasifik'deki deneme
sahası olan Muroroa Atolü'nde patlattığı iddia edilmektedir. Bunun ötesinde bir
de İsrail ile Güney Afrika Cumhûriyeti'nin nükleer konulardaki yakın işbirliği
ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu işbirliği sâyesinde, Güney Afrika
Cumhûriyeti'nin de bir atom bombası patlattığına dair dedikodular varsa da bunu
kesin kanıtlarla te'yid etmek mümkün olmamıştır. Bu arada Kuzey Kore'nin de
elinde 1-2 adet atom bombası bulunduğu kaydedilmektedir. Böylece nükleer silâh
üreticisi olan ülkelerin sayısı da muhtemelen
dokuza yükselmişolmaktadır.
Ellerinde atom bombası bulunmayan ama
teknolojik düzeyleri kısa zamanda atom bombası üretmeğe elverişli ülkeler ise,
alfabetik sırayla: Almanya, Arjantin, Belçika, Brezilya, Güney Kore, Hollanda,
İspanya, İsveç, İsviçre, Kanada ve Japonya'dır. Bunlara potansiyel namzet olarak
Finlandiya ve İtalya'yı da eklemek gerekir.
Atom silâhına sâhip olan A.B.D., Rusya,
İngiltere, Fransa ve çin'in hazırladıkları "Nükleer Silâhların Yayılmasını
önleme Antlaşması" (NPT) Birleşmiş Milletler örgütü'nde 1 Temmuz 1968'de imzâya
açılmış ve bugüne kadar 190 civârında ülke tarafından imzâlanmıştır. Ayrıca bu
örgüt, kendisine bağlı olan "Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı"nı (IAEA'yı) bu
antlaşmayı imzâlamış olan ülkeleri bunun hükümlerine uyup uymadıklarını
denetlemek yetkisiyle donatmış ve IAEA da bu amaca yönelik geniş ve etkili bir
denetim sistemi tesis etmiştir. Bu denetim sistemi içinde pekçok türk bilim
adamı IAEA'nın Nükleer Tesisler
Müfettişi olarak hemen her ülkedeki araştırma ve güç reaktörlerini peryodik
olarak denetlemişlerdir.
Türkiye
NPT'yi, imzâya açılmasından 12 sene sonra, Mart 1980'de imzâlamıştır. Bu
antlaşmayı imzâlayan ülkeler, ve bu arada Türkiye, böylelikle: 1) hem nükleer
silâh üretmemeyi, ve 2) hem de başka ülkelerin nükleer silâh üretimine yardım
etmemeyi taahhüt etmiş bulunmaktadırlar.
Yabancı gazeteler, arada bir, Türkiye'nin de
nükleer silâh üretecek kapasitede olduğunu yazarlarsa da bu haberler yalnızca
bir dezinformasyondan ibârettir. Genellikle de uluslararası arenada dikkatleri
sanki Türkiye'yi imzâlamış olduğu Nükleer Silâhların Yayılmasını önleme
Antlaşması'nı çiğneyecek bir potansiyelmiş olarak empoze etmeğe ve Türkiye
üzerinde bir baskı oluşturmaya yöneliktir. Bu tür haberler Yunanistan ve A.B.D.
tarafından üretilmektedir.
Türkiye uluslararası hukuk açısından da,maddî olarak da nükleer silâh üretemez.
Atom
bombasının kısıtlı ölçüde bir caydırıcılığa yol açtığı âşikârdır. Ama artık bu
bombanın gitgide artan sayıda ülkenin elinde olması bu caydırıcılığı
sınırlandırmaktadır. Bugün bir ülkenin bir başka ülkeye atom bombasıyla
saldırması demek Dünyâ egemenliği için her deliliği göze almış olması demektir
ki bunun, nükleer silâhlara sâhip diğer ülkelerin aynı silâhlarla ânında
kendisine cevap vermeleriyle sonuçlanabilmesi kuvvetle muhtemeldir. Dünyâ'da,
A.B.D. dâhil, hiçbir ülke şu ya da bu sebebden dolayı nükleer silâhları bilfiil
kullanarak Dünyâ kamuoyunda ağır bir
jenosit suçuylasuçlanmayı göze alabilecek durumda değildir. Bu, nükleer silâhların
kullanılmaması konusunda izâfî bir dengenin ve irâdenin teessüs etmesini temin
etmiş ve uluslararası alanda da karşılıklı olarak nükleer silâh taşıyıcısı
füzelerin sayısında indirime gidilmesini sağlayan "Stratejik Silâhların
Sınırlandırılması Müzâkereleri"ne (SALT: Strategic Arms Limitation Talks) yol
açmıştır. Bu da, şimdilik, olumlu bir gelişme olarak kaydedilmelidir.
Nükleer silâhlar askerî hedefleri
seçebilen silâhlar değil, düpedüz
kör kütle imhâsilâhlarıdır. Hiroşima ve Nagazaki'de olduğu gibi kadın, erkek, çocuk, flora ve
fauna, su, binâ demeden her şeyi, yâni kısacası patladığı yerdeki tüm tabîat
varlıklarını ve medeniyeti mahv eder. Bunlar kesinlikle bir müdafaa silâhı
değildir. Hiroşima ve Nagazaki trajedileri ve bunların A.B.D.nin sırtına
yüklemiş olduğu
japonlara uygulanmışjenosit
günâhı,A.B.D. dâhil her ülke için, nükleer silâhların kullanımını büyük ölçüde
engelleyici bir faktördür. Ve, hayrettir! A.B.D.nin Japonya'ya atmış olduğu iki
atom bombasının
peşinen düşünülmüş(taammüden) jenoside yol açmış
olduğunuşimdiye kadar kimse dile getirmiş değildir.
Atom bombası girift bir süreçtir ama
bugün bunun artık pek bir sırrı kalmamıştır. Mesele bâzı teknolojik teferruatta
düğümlenmektedir. Ama bir ülkenin, sıfırdan başlayarak, nükleer silâh üretimine
soyunması büyük bir hatâdır. Bu işe en az 200 milyar dolar
gibi bir meblâğın yatırılması gerekir. Ayrıca bu işe karar verildiği andan
itibâren, bugünkü haber alma ve görüntüleme teknolojilerinin erişmiş olduğu
ileri düzey dolayısıyla, bunu gizlemek de mümkün olamayacağından pekçok güçlü
ülkenin baskılarına, yaptırımlarına ve ambargosuna da karşı koyabilecek ekonomik
ve siyâsî bir potansiyele de sırtını dayamak zorunluluğu söz
konusudur.
Hâlbuki 200
milyar dolar tutarındaki bir meblâğ konvansiyonel silâh üretimine yatırılacak
olsa, kimsenin dikkatini bile çekmeden, Dünyâ'nın bu alandaki ilk 5-10
üreticisinden biri olunur. Bu bakımdan nükleer silâh üretimine girişmek aslā
akıl kârı bir iş değildir.
* *
*