Buradasınız
"HADÎSLERİN SIHHATİ" MESELESİNE "OBJEKTİF BİR METODOLOJİ" ÇERÇEVESİNDE BAKIŞ
MESELESİNE
BİR METODOLOJİ" ÇERÇEVESİNDE
Ahmed Yüksel ÖZEMRE
1) Hz Muhammed'in (Kur'ân-ı
Kerîm'de tesbit edilmiş olan vahyin dışında) söylemiş olduğu rivâyet edilen
sözlere, 2) O'nun yazdırmış olduğu mektuplara ve evrâka, 3) kendisinin vasıflarını haber veren
rivâyetlere, 4) O'nun bir olay karşısında izhâr ettiği tutumunu ve tavrını
anlatan rivâyetlere, ya da 5) Peygamber'in hâl-i hayâtında vuku bulmuş bir olaya
şâhid olanların rivâyetlerine ve hattâ bâzen, 6) Mâlik bin Enes'in (712-795)
Muvattâ isimli hadîs
külliyâtında yer almış olduğu gibi, Sahâbe ve Tabiîn'in şahsî görüş ve
fetvâlarına dair rivâyetlere dahî hadîs denilmektedir1.
Eğer Peygamber, sözlerinde, doğrudan doğruya Allāh'ın (Kur'ân'da bulunmayan)
kelâmını dile getirmekteyse buna da hadîs-i kudsî
denilmektedir.
Pekçok hadîs külliyâtı bulunmaktadır.
Bunların en tanınmış ve de mûteber addedilenleri ise Buhârî'nin2
(810-870), Müslim'in3
(819-875), Ebû Dâvûd'un4
(817-889), Tirmizî'nin (824-892), Neseî'nin (830-915) ve İbni Mâce'nin (824-886)
hadîs külliyâtlarıdır. Bu altı hadîsçinin külliyâtlarının tümüne Kütüb-i
Sitte (Altı Kitap) denilmektedir. Kütüb-i Sitte, bir kısmı mükerrer,
yaklaşık 31.000 kadar rivâyet ihtivâ etmektedir5.
Bunları ve diğer hadîs kitaplarını6:
A) önyargısız ve B) ciddî bir biçimde inceleyen biraz idrâk ve temyîz sâhibi bir
müslüman: 1) Kur'ân'a, 2) Cenâb-ı Peygamber'in bizzât Kur'ân'ın övdüğü yüce
ahlâkına, 3) Cenâb-ı Hakk'ın mîzân üzere vaz edip hıfzetmekte olduğu Tabîat
kānûnlarına, 4) müşâhedeye - mantığa - sağduyuya muhâlif, ya da 5) biribiriyle
çelişik pekçok rivâyeti [yâni Kur'ân'ın menşe' ve mâhiyet i'tibâriyle lâ
rayba fîh (II/2) olmasına karşılık, bu hadîs külliyâtlarının çok şüpheli ve
şâibeli rivâyetleri de] barındırması karşısında, ister istemez, hadîs adı
altında toplanmış bulunan bu rivâyetlerin sıhhati meselesiyle dramatik bir
biçimde karşı karşıya kalmaktadır.
Özellikle Emevî ve Abbâsî
dönemlerinde pekçok hadîs uydurulmuş olmasından sonra yapılmış olan ayıklama
ameliyelerine rağmen nasıl olup da bir kısmı çok mûteber addedilen
hadîs kitaplarında hâlâ bu kabil rivâyetlerin kalmış olması anlaşılabilir bir
keyfiyet değildir.
Bu durumda, mûteber addedilen bu
kitaplardaki ve diğerlerindeki rivâyetler her ne olursa olsun: 1) gene de
her türlü şüpheden-hâtâdan uzak, ve 2) aslā sorgulanamaz (lâyüs'el)
sahîh hadîs olarak mı kabûl edilecektir?7
Yoksa, bunların daha objektif kıstaslar çerçevesi içinde
yeniden incelenip dikkatli bir elemeye tâbi' tutulmaları mı gerekecektir? Bu
bakımdan hadîslerin sıhhati meselesi, eninde sonunda, sahîh rivâyeti sahîh
olmayandan ayırabilen objektif bir metodoloji meselesi olarak
karşımıza çıkmaktadır.
bildiğim kadarıyla, aslā objektif bir metodoloji meselesi olarak
idrâk ve temyîz edilmiş değildir. Bütün bu hadîslerin sahîh olduğunu iddia
edenler, bunların sıhhatine delîl olarak, bunları sahîh olarak kabûl eden başka
müellifleri göstermekle meseleyi hallettiklerini vehmetmektedirler. Bunun
aksine, rivâyetlerdeki bu tutarsızlıkları müşâhede ve tesbit etmiş bulunanların
bir kısmı ise, işin kolayına kaçmakta ve, ya hadîslerin tümünü reddetmek ya da
hadîslerin dinî hayata yön verme fonksiyonunu minimuma indirmek gibi olumsuz bir
tutum takınmaktadırlar. Bu tavırların her ikisi de ilmî ve de objektif bir
metodolojiyle ilgisi olmayan sübjektif vehimlerden başka bir şey
değildir.
İnen Vahy İle Hz Peygamber'in
ümmetine
Vahy-dışı Hitâbı Arasındaki
Mâhiyet Farkı
Kur'ân vahyin mâhiyetini, aşağıdaki
âyette de görüldüğü vechile, iki kısma ayırmaktadır:
bir kısmı muhkem
(hüküm ifâde eden, mânâsı açık vete'vil-yorum gerektirmeyen) âyetlerdir.Bunlar Kitâb'ın anasıdır
(temelidir). Diğer kısmıysa müteşâbih (bir olguyu bir başka
olguya benzetim yoluyla ifâde eden, ve dolayısıyla da gerçeği açık bir biçimde ifâde etmeyen)
âyetlerdir. Kalplerinde (doğrulukdan) inhirâf bulunanlar fitne çıkarmak
ve (kendi çıkarlarına uygun bir biçimde) te'vil etmek için O'ndaki
müteşâbih âyetlere uyar. Oysa onların te'vîlini ancak Allāh ve ilimde râsih
olanlar bilir. Onlar: "Biz O'na inandık, hepsi de Rabb'imizin katındandır"
derler. Bunu ise ancak ûlü-l elbâb (akıllarını dirâyet ve isâbetle
kullanabilenler) akledip düşünebilir. (III/7)
muhkem ve müteşâbih olmak üzere iki türlüdür; 2) muhkem âyetler
Kur'ân'ın temelidir; 3) müteşâbih âyetler te'vîle muhtaçtır; 4) ancak, müteşâbih
âyetlerin te'vîlini yalnızca Allāh ve ilimde rüsûh sâhibi olanlar bilir (yâni
muhkem âyetlerin herkesin fehâmetine açık olmasının tersine müteşâbih âyetler
herkesin fehâmet ve idrâkine açık değildir8;
5) bu âyetler muhkem âyetler gibi hem inanmayı ve hem de bunlarla amel etmeyi gerektiren âyetler değil,
yalnızca inanmayı gerektiren âyetlerdir; 6) kalplerinde doğrulukdan inhiraf
bulunanlar fitne çıkarmak ve/veyâ, ilimde rüsûh sâhibi olmamalarına rağmen ille
de te'vil etmek gâyesiyle, müteşâbih âyetlere başvururlar.
Buna karşılık Hz. Peygamber'in ümmete
hitâbında Cenâb-ı Hakk, O'na, mesajını açık ve net bir şekilde
duyurmasını (XXIV/54); Rabb'in yoluna hikmetle ve güzel öğütle
çağırmasını, ne insanlarla en inandırıcı
yöntemlerle tartışmasını (XVI/125) emretmiştir. Ayrıca Cenâb-ı Hakk: "Nitekim size, mesajlarımı
iletmesi, sizi arındırması, vahiy ve hikmeti bildirmesi ve bilmediklerinizi
öğretmesi için içinizden bir resûl
gönderdik" (II/151) demektedir.
Resûllullāh'ın bütün bunlardan, ve
hele hele öğreticilik (muallimlik) ve mürebbi'lik görevlerinden, ictinâb etmesi
aslā mümkün değildir. Kur'ân'ın övdüğü yüce ahlâkı dolayısıyla Cenâb-ı
Peygamber'in peygamberliğinin gereği olan öğüt vermede eksik ve kusurlu
davranması da muhâldir. O mutlakā efrâdını câmi' ve ağyârını mâni', açık ve de
seçik kelâm etmelidir. Yâni Hz Peygamber'in sözleri, beşerî açıdan, te'vîl
gerektirecek kadar esrarlı ve muğlāk olamaz. Aksi hâlde bu, Resûlullāh için
büyük bir nâkısa olurdu. Zâten İslâm fıkhına göre ancak zâhire göre hüküm
verilir. Bir kimse Hz Peygamber'e atfedilen bir rivâyetteki nâkısaları te'vîl
etmeğe tevessül edip de bu sözlerin ardında bulacağını umduğu mânâyı bizzât
kendisi üretmeye kalkışacak olursa bu yalnızca, onun, elindeki metnin zâhirini
tahrîf etmesi ve kendi nefsinin sübjektif semeresini Hz Peygamber'e izâfe etmesi
demektir.
Şu hâlde, bir kimse kalkar da
Resûlullāh'dan yapılan rivâyetlerin bâzılarının hem sahîh ve hem de tıpkı
müteşâbih âyetlerde olduğu gibi te'vîl edilmesi gerekliliğini savunursa bu,
Resûlullāh'ın (XXIV/54) âyetinin emrine uymamış olduğu hakkında zımnî ve
vahîm bir ithâm olurdu. Yok eğer söz konusu rivâyet konusunda en ufak bir şekil,
mânâ, delâlet ve mâhiyet şüphesi varsa, zâten sırf bu yüzden, o rivâyetin
sahîh hadîs olarak kabûlü muhâldir.
Kur'ân'a
Göre
Hz Peygamber'in
Nitelikleri
Hakkında: "O hâlde Sen Allāh'a
tevekkül et! Muhakkak ki Sen apaçık hakka uymaktasın" (XXVII/79)9;
"Muhakkak ki Sen en yüce ahlâka uymaktasın" (LXVIII/ 4)10;
"Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" (XXI/107); "Kim
Resûl'e itaat ederse Allāh'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, Biz Sen'i
onların başına koruyucu olarak göndermedik" (IV/80)11;
"Allāh'a ve Resûl'üne îmân edin..." (XLVIII/9, LVII/7);
"Allāh'a ve Resûl'e itaat edin ki merhamet edilmişlerden
olasınız!" (III/132); "... Resûl size neyi verdiyse onu alın, neyi
yasakladıysa ondan çekinin" (LIX/7); "Ey îmân edenler! Allāh'a ve Resûl'e
ihânet etmeyin..." (VIII/27); "Eğer O [Resûl] Bize bâzı sözler isnâd
etmeğe kalkışsaydı Biz O'nun kuvvetini-kudretini alır, can damarını keserdik de
buna sizden kimse engel olamazdı" (LXIX/44-47)12
âyetleri bulunan Cenâb-ı Peygamber'e, bu âyetler kapsamında, tâbi' olmak
bakımından mü'minler büyük bir sorumluluk altında
bulunmaktadırlar.
Unutulmamalıdır ki Kur'ân'daki
âyetlerden bir tânesini reddetmek dahî kişiyi İslâm'ın dışında bırakır. Kur'ân
ise tümüyle her türlü şüphenin ötesindedir (II/2); ve Kur'ân'ın her türlü
şüphenin ötesinde olduğu da her müslüman tarafından dâima zinde tutulan kesin
bir idrâk ile idrâk edilmelidir.
Yukarıdaki âyetlerin içeriği, her
müslümanı, Cenâb-ı Peygamber'in yaptığını yapmak ve yapmakdan çekinmiş
olduğundan da çekinmek yolunda Peygamber'in ahlâkını örnek almayı (XXX/21) bir
hayat tarzı olarak idrâk etmekle mükellefkılmaktadır. Bu bakımdan günümüze kadar intikāl etmiş olan hadîslerin: 1)
sıhhatinden emîn olabilmekde
, 2)sıhhatli olanlarına
uymak da, Hz Peygamber'i örnek almak isteyen "idrâk ve iz'ansâhibi
her müslümaniçin
",olağanüstü bir öneme sâhiptir.
Yukarıda zikredilmiş olan âyetler,
müslümanlar için, Resûlullāh'ın da her türlü şüphenin ötesinde tutulması
gerektiğinin tartışılmaz dayanaklarıdır. Buna karşılık vahyin, indiği zaman
tesbit edilmiş (yâni hemen sahâbe tarafından ezberlenmiş ve vahiy kâtipleri
tarafından da yazıya geçirilmiş) olması hasebiyle zaman içinde değişikliğe
uğratılmasının (tahrîf edilmesinin) önüne geçilmiş olmasına karşılık
Resûlullāh'ın: 1) günlük yaşantısı, 2) çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu
sözleri, ve 3) çeşitli olaylar karşısında takınmış olduğu tutum ve tavırları
hakkındaki bilgilerimiz yalnızca O'nun vefâtından seneler sonra yazıya
dökülmüş olan rivâyetlere dayanmaktadır.
Bu durumda müslümanlar, kendisine
hakkıyla tâbi' olabilmek için, Resûlullāh hakkında edilen rivâyetlerin
sıhhatinden nasıl emîn olabileceklerdir?
Hadîslerin
Sıhhati'nin
Olmazsa Olmaz İlk
Şartı
Hadîslerin sıhhatinden emîn olmak, râvîler zincirinin güvenilirliği ya da râvîlerin biribirleriyle
ilişkilerinin sıhhati
gibi bugün için tahkik edilmesimümkün olmayan sübjektif temellere değil, bunlardan tümüyle bağımsız
objektif bir temeledayandırılmalıdır.
İlk hadîs toplayıcıları rivâyetlerin sıhhatinden emîn
olmanın kıstası
olarak râvîler zincirinin13 güvenilir kimselerden oluşmuşolmasını prensip ittihâz etmişlerdir. Oysa içtimaî hayatta bâzı hatâları
görülmüş olsa bile bir kişinin Hz Peygamber'den bir hadîs rivâyet ettiğinde de
muhakkak hatâlı olacağını peşînen kabûl etmek gerçeği yansıtmayabileceği gibi bu
tutum ahlâken (XLIX/12) âyetine14
de aykırıdır. Öte yandan
güvenilir olduklarınainanılan
râvîlerin hepsinin de hâfızalarının zâfiyet göstermemiş ve dillerinin sürçmemiş
olduğunu kim garanti edebilir15?
Ortadan kaldırılması mümkün olmayan bu şüpheler dolayısıyla, râvîler zincirinin
kendi-başına-rivâyetin-sıhhatinin-garantisi olarakaddedilmesi epistemolojik açıdan tatminkâr ve objektif bir kıstas değildir.
çünkü hem Emevîler ve hem de Abbâsîler döneminde, uydurulmuş bir hadîsin altına
güvenilir olduğuna
inanılmış bir râvîler zinciri ekleyereksayısız uydurma hadîsin imâl edilmiş olduğu bilinen bir
olgudur.
Bugün hadîs ile meşgûl olan pekçok
kimsedeki yaygın kanaat isnâd konusunun günümüz için de geçerli, ve her hadîs
rivâyetini doğru olarak kabûl etmenin saflık olduğudur. Bu zevât asl olanın: her
hadîsi araştırmak, doğruluğunu veyâ yanlışlığını ortaya koymak olduğunda
hemfikirdirler. Ancak isnâd sisteminin bugün hadîsler için geçerli olmadığı,
onun yerine kaynakların geçerli olduğunu savunmakta ve "Kimden duydun?" değil de
"Hangi kaynaktan aldın?" sorusuna verilen cevâbın, hadîsin sıhhatini garanti
eden, yeterli bir cevap olacağını kabûl etmektedirler16.
Burada da objektif bir metodoloji
yerine sübjektif bir
otoriteye rücû'un17ağır basmakta olduğu gözlenmektedir.
âyetlerden ötürü kesin olan bir şey varsa o da Cenâb-ı Peygamber'in âyetlerin
nüzûlünden sonra bunlara (yâni Kur'ân'a) muhâlif hiçbir sözünün ya da
hareketinin olamayacağıdır. Bu i'tibârla, şu ya da bu şekilde Kur'ân'a muhâlif
olduğu ortaya konan bir rivâyet hakkında verilebilecek tek hüküm bu rivâyetin
sahîh bir hadîs sayılamıyacağıdır.
(1) Şu hâlde, râvîlerinin kim
olduklarına bakılmaksızın, bir rivâyetin sahîh sünnetten sayılabilmesi için
"birinci objektif
18 kıstas" onun Kur'ân'a muhâlif bir muhtevâsıolmamasıdır.
Yâni Sünnet'in
sahîh olmasının olmazsa olmaz ilk şartı, rivâyetinin Kur'ân'a muhâlifolmamasıdır. Zâten bu konuda Cenâb-ı Peygamber de:
ölçülerine vurunuz. Şâyet uygun düşerse o bendendir ve onu ben
söylemişimdir
"19çekmiş bulunmaktadır.
Tirmizî'de bulunan şu hadîsi göz önüne alalım
20:
namazı ile, orucu ve zekâtı ile gelir. Öte yandan, şuna buna hakāret etmiş,
iftirâ atmış, birinin malını yemiş, öbürünün kanını akıtmış ve falanı dövmüş
olarak gelir. Yaptığı iyilik ve sevapları işte böylece ona buna dağıtılacaktır.
Borcu ödenmeden sevapları biterse, bu defa
onların günahlarını kendisiyüklenecek ve sonra da cehenneme atılacaktır
."
açısından, Hz Resûl'ün söylemesi imkân dışı olan uydurma bir rivâyettir; çünkü
"kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceği" hakkındaki Kur'ân'ın (VI/ 164,
XVII/15, XXXV/18, XXXIX/7 ve LIII/38) âyetlerine
muhâliftir.
Hakkında âyet Nâzil Olmazdan
önceki
Nebevî Uygulamaların Sahîh Sünnet'den
Sayılmayacağı
Hakkında
Bununla beraber, burada bir ihtimâlin
daha vârid olduğuna dikkati çekmek gerekmektedir. O da Cenâb-ı Peygamber'in bu
sözlerinin mezkûr âyetlerden daha hiç biri nâzil olmadan söylemiş olması
ihtimâlidir. Peygamber aslā bir âyeti nakzedemez ve neshedemez ama âyet pekālâ
Peygamber'in (beşerî vasfıyla söylemiş olduğu) sözlerini hem nakzedebilir ve hem
de neshedebilir. Hz Peygamber ileride yanlış anlama ve
uygulamalara yol açmasın diye ve yüksek bir idrâk ve hikmetle, ağzından Kur'ân
hâricinde çıkmış olan sözlerin kayda geçirilmesine herhâlde sırf bu yüzden izin
vermemiştir.
Buna benzer bir durum da zinâ suçu
işleyenlere recm (yâni taşlayarak öldürme) cezâsının uygulanmış olduğuna dair
rivâyetler için de vâriddir. Kur'ân'da: "
Kadınlarınızdan fuhuş yapanlarakarşı aranızdan dört şâhit getirin. Eğer şâhitlik ederlerse, o kadınları ölüm
alıp götürünceye yâhut Allāh onlara bir yol açıncaya kadar evlerde
hapsedin
"(IV/15), "
İçinizden fuhuş yapan her ikitarafa cezâ verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara cezâ verip eziyet
etmekten vazgeçin; çünkü Allāh tevbeleri kabûl eden ve çok
esirgeyendir
"(IV/16) ve "
Zinâ eden kadın ve zinâ edenerkekten her birine yüz sopa vurunuz
; Allāh'a ve âhiret gününeinanıyorsanız, Allāh'ın dininde (hükümleri uygularken) onlara acıyacağınız
tutmasın. Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezâya şâhit
olsun
" (XXIV/2)denilmektedir.
Buna rağmen bâzı hadîslerde
Cenâb-ı Peygamber'in zinâ suçu sâbit olan birkaç kişiyi recmettirmiş olduğu
rivâyet edilmektedir21.
Hz Peygamber'in Kur'ân'ın (XXIV/2) âyetindeki açık hükmü çiğneyerek zinâya
uygulanan cezâyı nefsânî olarak arttırması Kur'ân'ın O'nun yüce ahlâkı
hakkındaki tavsifi ve Peygamber'e yüklemiş olduğu mükellefiyetler (IV/105,
V/48-49, XIV/11, XVIII/27) ile bağdaşmadığından: 1) ya bu hadîsler uydurma
hadîslerdir, 2) ya da bu recm uygulaması henüz (IV/15, IV/16 ve XXIV/2) âyetleri
nüzûl etmeden vuku bulmuş olan, o zamanki yaygın örfe uygun bir
uygulamadır.
Ne gariptir ki Türkiye Diyânet
Vakfı'nca bir heyete hazırlattırılarak yayınlanmış olan Kur'ân-ı Kerîm ve
Açıklamalı Meâli'nin Ankara 1993 târihli 2. baskısının 79. sayfasında
(IV/16) âyetine eklenmiş olan açıklayıcı not aynen
şöyledir:
fiil ile ilgilidir. Müfessirlerin çoğuna göre her ikisi de zinâ denilen fuhşa
ait olup, birincisi evlilerin zinâsı, ikincisi ise bekârların zinâsı hakkında
ilk devirlerde tatbik edilen cezâyı
açıklamaktadır. Daha sonra gelen âyet (Nûr 24/2) ve hadîsler ile
Hz. Peygamberin tatbikātına görebu âyetler neshedilmiş
, bekârların zinâsı için bellisayıda sopa, evlilerin zinâsı için ise "recm" cezâsı
getirilmiştir...
"
sûresinin 2. âyetine eklenmiş olan açıklayıcı not da aynen
şöyledir:
cezâlandırma şekline "had" denir. âyette emredilen bu uygulama yalnız bekâr olup
da zinâ eden içindir.
Eğer evli bir erkek ve kadın zinâetmişlerse buna "recm" cezâsı verilir
.
müellifler Hz Peygamber'in Kur'ân'ın bir hükmünü ortadan kaldırabileceğini
(neshedebileceğini) ve onun yerine kendisinin uygungördüğü (dolayısıyla İlâhî/Kur'ân'î değil de
nefsânî) bir uygulamayı vaz edebileceğinisöylemektedirler. Kanaatimce bu, Hz Peygamber'in yazımızın başına dercetmiş
olduğumuz Kur'ân âyetleriyle müsellem olan yüce ahlâkını tekzîb eden ve O'nu
Kur'ân'ın (yâni Allāh kelâmının) üstünde bir mevkie yerleştiren olağanüstü vahim
bir hatâ, bir vehim ve bir idrâk eksikliğidir.
Bundan çok daha vahim bir hatâ da
recm cezâsıyla ilgili olarak Hz Ayşe'ye izâfe edilen bir başka uydurma
rivâyettir:
demiştir:
Andolsun ki recm etme âyeti ve
yetişkin kişiyi on defa emzirme
(sebebi ile nikâhlanmanınharamlığı)
âyeti indi ve andolsun ki buâyetler tahtımın altındaki bir yaprakta
(yazılı) idi. Resûlullāh (sallallāhü aleyhi ve sellem) vefât edip biz O'nun ölümü ilemeşgûl olunca, evde beslenen bir koyun
(veyâ bir keçi) girip o yaprağıyedi
"22
İbn Mâce'nin
Sünen'inde bulunmaktadır. Ayrıca,Kütüb-i Sitte'nin hepsinde de yer almış olan olan bir başka rivâyette de şöyle
denilmektedir:
(radiyallāhü anhümâ) dan rivâyet edildiğine göre:
(halîfe iken Medîne-i Münev-vere'deki Mescîd-i Nebevî'de bir Cumâ hutbesinde)
şöyledemiştir:
(Ey Müslümanlar) Şüphesiz ben şundan korkarım:
Halkın üzerinden uzun bir zaman geçer de
nihâyet bir adam: Ben Allāh'ın kitabında (zinâ eden evliyi) recmetme (hükmünü) bulmuyorum, der ve bu yüzden halkAllāh'ın farîzalarından birini terketmekle dalâlete giderler. Bilmiş olun ki
(zinâeden)
kişi muhsan (evlenmiş) olup beyyine (dört erkek şâhid), veyâ gebelik, ya da itirâfolduğu zaman şüphesiz recmetmek haktır. Şüphesiz ben recm âyetini okudum. âyet
şudur: "Şeyh ve şeyhâ
(yâni muhsan erkek vekadın)
zinâ ettikleri zaman onlarımuhakkak recmediniz".Resûlullāh
(sallallāhü aleyhi vesellem)
recmetti ve O'ndan sonra da bizrecmettik
23.
oldukları şuradan bellidir ki
bunlar "Kur'ân'ı muhakkak ki Biz indirdikve muhakkak ki O'nun koruyucusu da Biz'iz
" (XV/9) âyetinin kesin hükmünemuhâlif iddialar içermektedirler. Zîrâ bu âyet Cenâb-ı Hakk'ın kelâmı ile, idrâk
ve iz'an sâhiplerine: 1) Kur'ân'ın bizzât Kendisi'nin koruması altında olduğunu,
ve bundan dolayı da ebediyyen 1) herhangi bir eksikliğe uğramaksızın, 2)
herhangi bir ek ile tahrîf edilmeksizin Hz Cebrâil'in Hz Muhammed'e tebliğ
ettiği şekliyle muhâfaza edileceğini vaad ve ilân etmektedir.
Sözde-recim-âyeti'nin bugünkü Mushaf'da bulunmadığının iddiası ise Cenâb-ı
Hakk'a yalan ve vaadini tutmamak isnâdları değil midir?
Bu durumda, söz konusu iki
rivâyetin hem Hz. Ayşe'nin ve hem de Hz. Ömer'in imajlarını tahrif etmeğe
yönelik bir propagandanın eseri olması da muhtemeldir.
Anakronik24
Unsurlar İhtivâ
Eden Rivâyetler
Uydurmadır
Hadîs olarak telâkki edilen bâzı
rivâyetler anakronik unsurlar ihtivâ etmektedir. Meselâ Tirmizî'de bulunan ve
İbn Abbâs'dan neşet ettiği söylenen:
çünkü Cenâb-ı Peygamber'in zamanında Mürcie ve Kaderiyye fırkaları da bunların
doktrinleri de teşekkül etmiş değildi. Mürcie
"amele önem vermeyen ve îmânıyeterli gören
"bir fırka ve Kaderiyye de VIII. yüzyılın ortalarında yâni Cenâb-ı Peygamber'in
vefâtından yüz yıl kadar sonra ortaya çıkmış olan Mu'tezile fırkasının
"
herkesin kendi kaderini kendisininyaratacağı
"husûsundaki doktrinidir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Peygamber'e izâfe edilen bu sözler
bizzât onun ağzından çıkmış sözler değil, vefâtından belki bir ya da iki yüzyıl
sonra O'na izâfe edilmiş olan uydurma sözlerdir.
Kezâ Müslim'de Kitâbü-l Fazâilü-s
Sahâbe bahsinde bulunan ve Ebû Sufyân'ın şu rivâyeti de muhteşem bir anakronizma
örneğine dayanan uydurma bir rivâyettir:
Resûlü! Bana üç iyilikte bulun! Kızım ümmü Habîbe'yle evlen! Oğlum Muâviye'yi
kâtib yap! Ve müslümanlarla savaştığım gibi kâfirlerle savaşmam için bana emir
ver!"
Hâlbuki Ebû Süfyân'ın kızı ümmü
Habîbe H. 6/M. 628 yılında Habeşistan'da
mültecî olarak bulunuyorken Hz Peygamber ile evlenmiştir. Nikâh Hz Peygamber'in
gıyâbında kıyılmış, vasîliğini Hâlid bin Saîd yapmış ve Peygamber'i de
Habeşistan Necâşî'si temsil etmiştir. Ebû Sufyân ise, bu hâdiseden iki yıl sonra
H. 8/M. 630 yılında ve Mekke'nin fethi akabinde müslüman
olmuştur.
(2) Bu bakımdan hadîs niyetine
yapılmış olan bir rivâyetin sıhhati konusunda bir başka objektif kıstas da
rivâyetin anakronik unsurlar ihtivâ etmemesidir.
Cenâb-ı Peygamber'in Kur'ân
Tarafından
övülmüş Ahlâkına Muhâlif
Rivâyetler
Hadîs olarak telâkki edilen bâzı
rivâyetlerde Cenâb-ı Peygamber'in bizzât Kur'ân tarafından övülmüş olan ahlâkına
muhâlif unsurların bulunması da o rivâyetin sahîh olmadığının objektif
delîlidir.
Dâvûd'da yer almıştır. Kā'b bin Mâlik'den geldiği söylenen bu rivâyet Hz
Peygamber'in, kendisi aleyhinde şiirleri ile tezyîf edici ve inatçı bir
propaganda yapan Mekke'li Kā'b bin el- Eşref'i bir adam gönderterek öldürtmüş
olduğu hakkındaki iftirâdır26.
âlemlere rahmet olarak gönderildiği (XXI/107) âyetiyle tesbit edilmiş olan bir
Peygamber'in bu kabil bir suikast ile bir şâiri öldürtmüş olması muhâldir27.
Kur'ân'ın övdüğü yüce ahlâkı
dolayısıyla Cenâb-ı Peygamber'in peygamberliğinin gereği olan öğüt vermede eksik
ve kusurlu davranması da muhâldir. O mutlakā efrâdını câmi' ve ağyârını mâni',
açık ve de seçik kelâm etmelidir. Bu ahvâle aykırı rivâyetlerin O'na izâfe
edilmemesi gerekir. Bunun aksinin vârid olması Hz Peygamber'e
bühtândır.
Bu kapsamda belirli bir kesimde
sahîh hadîs diye pek revaç bulmuş olan
"ümmetimin ihtilâfırahmettir
" sözüde aslā Hz Peygamber'e izâfe edilemez. Bu uydurma bir rivâyettir. Zîrâ (X/40,
XI/85, XXVIII/77, XLVII/22-23, vb...) âyetlerinde de takbîh edilmiş olduğu
vechile bozgunculuk yâni fesad çıkarma da en azından iki cenah arasında bir
ihtilâf doğurur. Tıpkı 4. halîfe Hz Alî'ye başkaldıran Muâviye'nin ve kezâ Hz
Ayşe ile Talha ve Zübeyr'in sebeb oldukları fesadlarda olduğu gibi. Bu fesadlar
binlerce müslümanın kanının akmasına sebeb olmuştur. Bunun neresi rahmettir?
Burada haksız olan taraflar âhiret'te bu ihtilâfların hesabını muhakkak
vereceklerdir. Tevhîd dini olan İslâm'da rahmet olan müslümanların ihtilâfı
değil, ancak ve ancak vahdetidir.
(3) Şu hâlde hadîs niyetine yapılan
bir rivâyetin sahîh olmasının bir başka
objektif şartı da rivâyetin Cenâb-ı Peygamber'in bizzât Kur'ân tarafından
övülmüş olan yüce ahlâkına muhâlif unsurlar ihtivâ
etmemesidir.
Fizikî Olarak Allāh'ın Kevnî
Düzenine
Muhâlif Unsurlar İhtivâ Eden
Rivâyetler
Buhârî, Müslim ve Tirmizî'de İbn
Mes'ûd'dan rivâyet edilmiş olan28:
ve sellem ile Mina'da bulunurken ânîden ay ikiye bölündü. Bir parçası dağın
arkasına, diğer parçası da önüne düştü. Allāh Resûlü sallallāhu aleyhi ve sellem
bize:
"Şâhitolun, bakın!"
buyurdu"hadîsi de uydurma bir hadîstir.
İkiye parçalandıktan sonra bir parçası Mina dağının arkasına diğer parçası da
önüne düşmüş olan nesne aslā Ay olamaz. Ay, Dünyâ'nın çekim kuvvetine bağlı
olarak yaklaşık 384.000 km uzaklıkta dolanan, çapı da Dünyâ'nınkinin dörtte
birinden biraz büyük, yâni yaklaşık 3.470 km olan bir gök cismidir. Ay şu ya da
bu şekilde ikiye bölünse ve bu her iki parça da
(bütün mekanik kānûnlarınınaksine
) Dünyâ'yayönelse, hızları ne kadar büyük olursa olsun, bu parçaların yeryüzüne düşmesi
göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zaman süresi içinde değil, en azından
birkaç gün içinde olur. Ayrıca bu kadar büyük parçaların toprağa çarpmaları da
yeryüzündeki bütün hayâtın sonu olurdu.
İbretle okunması gereken ve Usmâ (ya da
Umeys) kızı Esmâ'dan iki ayrı şekilde
rivâyet edilen uydurma bir hadîs29
de şöyledir:
sellem öğle namazını Sehbâ'da kıldırıp Ali'yi bir işe gönderdi. Dönünce
Peygamber sallallāhu aleyhi ve sellemin ikindi namazını kıldığını gördü. Sonra
Peygamber sallallāhu aleyhi ve sellem başını Ali'nin kucağına koyup uyudu. Güneş
batıncaya kadar onu kımıldatmadı. Ondan sonra Allāh Resûlü sallallāhu aleyhi ve
sellem şöyle dua etti:
Allāh'ım! Kulun Ali kendiniPeygamberi için hapsetti. Ne olur Güneş'i onun için geri çevir!".
Esmâ dedi ki: "Dağların ve yerin üzerindegörününceyedek Güneş onun için tekrar doğdu. Bunun üzerine Ali kalktı, abdest
alıp ikindi namazını edâ etti. Ondan sonra Güneş tekrar battı. Bu olay Sehbâ'da
cereyân etmiştir
".İkinci versiyon – Dedi ki: "Peygamber sallallāhu aleyhi ve
selleme vahiy indiği zaman, nerdeyse bayılacak gibi olurdu. Bir gün O'nun başı
Ali'nin kucağındayken kendisine vahiy indi. Daha sonra Allāh Resûlü sallallāhu
aleyhi ve sellem ona:
İkindiyi kıldın mı? Diye sordu. Hayır dedi. Bunun üzerine Allāh Resûlüsallallāhu aleyhi ve sellem Allāh'a dua etti de Güneş'i geri çevirdi ve Ali
namazını kıldı
". Esmâ dedi ki: "Güneş battıktan sonra tekrardoğduğunu ve Ali ikindiyi kılıncayadek (gökyüzünde) durduğunu
gördüm
".
tanıklık etmesi gerekirken olayın yalnızca Usmâ (ya da Umeys) kızı Esmâ
tarafından görülmüş olması bunun ya
rüyâda ya yakazada vuku bulmuşsübjektif bir olay
olduğuna ya da bu hanımın ismikullanılarak uydurulmuş bir rivâyet olduğuna işâret
etmektedir.
vaz etti
" (LV/7)ve kezâ "
eğer Hakk onların keyiflerineuysaydı, gökler yer ve bunların içinde bulunan kimseler bozulur
giderdi...
"(XXIII/71) denilmektedir.
İlk âyet Cenâb-ı Hakk'ın bütün
fizikî Kâinat için bir ölçü, bir denge vaz etmiş olduğunu ifâde etmektedir ki
bu,
Sünnetullāh da denilen, Tabîat kānûnlarıdır.Bu kānûnlar sâyesindedir ki bizler gök cisimlerinin hareketlerini
hesaplayabilmekte ve bundan ezân vakitleri gibi pratik sonuçlar çıkarmakta; ya
da uzaya atılan Uzay Mekiği'nin yörüngesini tâyin ederek uzayda ne zaman nerede
bulunması gerektiğini ve Dünyâ'ya ne zaman ve hangi yörüngeyi izleyerek dönmesi
gerektiğini tesbit edebilmekteyiz. Bu (fizik, mekanik, kimya, vb... gibi) Tabîat
kānûnlarında Cenâb-ı Hakk'ın vaz etmiş olduğu mîzân'ın dışında hiçbir
değişiklik, hiçbir
bozulma yoktur. Olsa olsa beşerin bunlarılûtf-i ilâhiyle keşfetmesinde zaman içinde ve (II/255) âyetine göre30
tecellî eden ilmî ilerleme sâyesinde hassasiyeti arttırıcı iyileştirmeler
vardır.
İkinci âyette ise, idrâk ve iz'ân
sâhibi kimselere, göklerin yerin ve bunların içinde bulunan kimselerin bozulup
gitmemesi için, inanmayanların keyiflerine uyulmıyacağı ve
bildirilmektedir.
Bununla irtibatlı olarak Ebû
Avâne'nin
Müsned'inde yer alan31bir hadîs de idrâk ve iz'an sâhiplerine Hakk'ın bizzât vaz etmiş olduğu mîzânın
korunduğu ve korunacağı te'yid etmektedir. Hz. Peygamber, oğlunun vefâtına
tesâdüf eden bir Güneş tutulmasının halk tarafından Güneş'in de Peygamberin
yasına iştirâk etmekte olduğu şeklinde yorumlanması üzerine hutbede: "
Ay ve Güneş Allāh'ın âyetlerindenbir âyettir ve Allāh ne Muhammed'in oğlunun ölümü, ne de bir fânînin doğumu için
âyetini değiştirir
" demiştir.(4) Şu hâlde hadîs niyetine
yapılan bir rivâyetin sahîh olmasının
bir başka objektif şartı da rivâyetin Allāh'ın fizikî olarak mîzân üzere
koruduğu kevnî düzene muhâlif unsurlar ihtivâ
etmemesidir.
Müşâhedeye, İlme ve
Sağduyuya
Muhâlif Unsurlar İçeren
Rivâyetler
çeşitli hadîs külliyâtlarında
karşılaşılan bâzı hadîslerde müşâhedeye, ilme ve de özellikle sağduyuya muhâlif
rivâyetlere rastlanılmaktadır. Bununla ilgili birkaç misâl aşağıda takdîm
edilmektedir.
Cenâb-ı Peygamber hiçbir sehâbiye Farsça bir âyet ezberletmiş ya da yazdırmış
değildir.
ve gözlemlere aykırıdır. Eğer bu doğru olsaydı yazın sıcak havada denize
girenlerin hepsinin cüzzâm illetine yakalanmış olması
gerekirdi.
namazını soğutun (tehir edin biraz). çünkü sıcağın şiddeti Cehennem'in
hararetindendir.
"35
ise en azından acâyiptir. Burada öğle sıcağının Cehennem'in hararetinden neşet
ettiği gibi bir özdeşleştirme yapılmaktadır ki bunun ilim ve sağduyu ile ilgisi
yoktur. (VII/40) âyetinde suçluların cezâ yeri olarak nitelendirilen Cehennem'in
ateşinin Dünyâ'ya kadar erişip de mü'minleri dahî rahatsız ettiğini telmih eden
bu ifâde, söz konusu rivâyetin en azından ikinci cümlesinin uydurulmuş olmasının
delîlidir.
Buhârî'nin Türkçe tercümesindeki
şu rivâyetin
36ise, olağanüstü garâbetine rağmen, Buhârî'nin külliyâtında nasıl olup da yer
almıştır, anlaşılır iş değildir:
anhden:
sallalahu aleyhi vesellem (efendimiz) buyurdu ki her kim Cuma günü cenabet guslü
ile istiğsal ettikten sonra (ilk saatte Cuma namazına) giderse bir deve, ikinci
saatte giderse bir sığır, üçüncü saatte giderse (sağlam) boynuzlu bir koç,
dördüncü saatte giderse bir tavuk, beşinci saatte giderse bir yumurta
37kurban etmiş gibi (sevaba nail) olur...
"38
yakınlaşmayı (
kurbiy-yet'i) sağlayan şey" anlamında ise dedinî uygulama bakımından: "Rabb'ın rızâsını kazanmak gâyesiyle belirli şartlara
riâyet ederek belirli bâzı hayvan türlerini usûlünce boğazlamak, ya da bu türlü
boğazlanan hayvan" anlamındadır. Kütüb-i Sitte'de Hz Peygamber'in kendisi için
hep koyun, zevceleri için de bâzen sığır kurban ettiğini bildiren onlarca hadîs
bulunmaktadır. Ayrıca tavuğun ve hattâ yumurtanın dahi(!?) kurban ilebileceğini
bildiren bir başka rivâyet de bulunmamaktadır. Ayrıca yumurtanın
usûlüne uygun bir biçimde nasılboğazlanacağı da bir başka önemli mesele olup bu hususta da herhangi bir
rivâyete ya da fetvâya(!?) rastlamamış olduğumu ifâde etmem
gerekir.
Bundan başka, meselâ İstanbul'da, 21
Aralık 2001 Cuma günü Güneş'in doğuşu 07.19 ve öğle ezânı vakti de 12.09 dur.
Buna göre o gün, bir deve kurban etmiş olmanın sevâbını kazanmak isteyen bir
kimsenin boy abdesti aldıktan sonra Cuma namazına 07.09 da gitmesi ve câmide 5
saat beklemesi gerekecektir. Yok eğer yalnızca bir yumurta kurban etmiş olmanın
sevâbıyla yetinmek isterse câmiye Cuma ezânından bir saat önce gitmiş olması
yeterli olacaktır.
husûsunda özellikle Suyûtî tarafından takdîm edilen rivâyetler de, bugünkü ilmî
sonuçların Dünyâ'mızın yaşını 4,5 milyar yıl olarak tesbit etmiş olması
dolayısıyla, i'tibâr edilmemesi gereken uydurma
rivâyetlerdir.
(5) Şu hâlde hadîs niyetine
yapılan bir rivâyetin sahîh olmasının
bir başka objektif şartı da müşâhedeye, ilme, sağduyuya muhâlif unsurlar ihtivâ
etmemesidir.
Mesele çözmek Yerine çözülmez
Meseleler
Vaz Eden
Rivâyetler
Bâzı rivâyetler bir meseleyi çözecek
yerde çözülmesi mümküm olmayan meseleler vaz etmekle mâlûl gözükmektedirler.
Meselâ:
yakın durun! çünkü kişi cuma'da (imamdan) uzak durursa (böylece) Cennet ehlinden
olduğu hâlde Cennet'ten uzaklaşmış olur
"39imâma yakın durmanın tanımının ne olduğu anlaşılmadığından şüphe uyandırıcı bir
rivâyettir. İmâma yakınlık onun hemen arkasında durmak mıdır, ilk iki safın
kapsamı içinde mi telâkki olunmalıdır ya da câmide ne kadar saf varsa bunların
yarısı mıdır? İmâma yakın olacağız diye Cuma' namazına iki saat önce tehâcüm
eden mü'minlerden kaçı yakın sayılacaktır? Bu rivâyet mesele çözmemekte, aksine
çözümsüz meseleler vaz etmektedir.
olduğu zaman Şam'ın ortasında toplanın. Zîrâ o gün yerin altı yerin üstünden
iyidir
"40sıkıntıyı ortadan kaldıracak yerde çözümü olmayan meseleler ve sıkıntılar vaz
etmektedir. Batıdan ve doğudan fitne çıktığı zaman bütün müslümanlar Şam'a nasıl
vâsıl olacaklardır? Fitne kuzeyden ya da güneyden zuhur ettiğinde müslümanların
herhangi br tedbir almalarına gerek yok
mudur? Söz konusu fitne bugün çıkmış olsa Şam şehri ya da Sûriye mıntıkası41
birbuçuk milyar müslümanı nasıl istiâb edecektir? Müslümanlar Şam'da toplandılar
diye fitneden nasıl korunmuş olacaklardır? Bunlar burada ne zamanadek
kalacaklardır? Bu kadar insanın Şam'da toplanması sayısız ikmâl, barınma ve
geçim meselelerini ve bunlara bağlı olarak sayısız fitneyi de peşinden
sürüklemeyecek midir? Bana kalırsa bu rivâyet Şam'ı hânedanlıklarının başkenti
yapmış olan Emevîler'in bu şehre ve de Sûriye'ye kutsal ve de mubârek bir veche
kazandırmak için uydurmuş oldukları bir şeydir.
Fesâhatı, belâgatı ve merhameti
müsellem olan, işleri kolaylaştırmasıyla meşhûr Hz Peygamber'in mezkûr
rivâyetlerin muhtevâsını ifâde etmiş olması muhâldir. Bunlar: 1) ya sonradan
uydurulmuştur, 2) ya da râvîler Hz Peygamber'in merâmını anlamaksızın kendi
idrâk kapasitelerine göre hatırlarındaki sözleri su-i niyetleri olmaksızın
deforme ederek kâğıda dökmüşlerdir. Her iki hâlde de bu rivâyetlerin
aydınlatıcı, irşâd edici ve mesele halledici fonksiyonları kalmamıştır. Bundan
ötürü bunları sahîh hadîs olarak addetmak ve bunlarla amel etmek mümkün
değildir.
(6) Şu hâlde hadîs niyetine
yapılan bir rivâyetin sahîh olmasının
bir başka objektif şartı da çözümü olmayan meseleler vaz etmiş
olmamasıdır.
Hadîsleri
Hakkında
Hz Peygamber'in
Tavsiyeleri
Hz. Peygamber Celâlüddin Süyûtî'nin Câmi'u-s Sagîr başlıklı hadîs külliyâtında şu hadîsler ilgi
çekicidir:
benden söz nakletme konusunda Allāh'dan korkun. Kim bile bile benim söylemediğim
bir sözü söyledi diye benim adıma yalan konuşursa Cehennem'deki yerini
hazırlasın
"42"Benim bir sözümü duydunuz mu,
benim söylediğimi bildirerek size bir söz söylediler mi, o sözü gönlünüz tasdîk
ederse, o söz kalbinizi yumuşatırsa, o sözü kendinize yakın bulur, benimserseniz
bilin ki o söze sizden daha yakınım ben (, gerçekten de benim sözümdür o söz).
Fakat size bir sözüm söylenince gönlünüz inkâr ederse o sözü, içinizde bir
beğenmezlik, bir nefret duygusu uyandırırsa o söz, kendinizden uzak bulursanız o
sözü, bilin ki o söze sizden de uzağım ben (, benim sözüm değildir o
söz)
"43.
rivâyetin
sıhhatine inanma imkânıtanıdığı âşikârdır. Ancak, bu rivâyetin tek başına bir kıstas alınması ve
yukarıda zikredilmiş olan: "
Benim sözlerimi Allāh'ın kitabınınölçülerine vurunuz! Şâyet uygun düşerse o bendendir ve onu ben
söylemişimdir
"rivâyetinin hükmünü geçersiz kılması mümkün ve de rasyonel
değildir.
Bu sübjektif kıstas yukarıda sıralamış
olduğumuz 6 objektif kritere de takılmamış olan bir rivâyetin sıhhati hakkında
ileri sürülebilecek sübjektif kabûl ya da red husûsunda mü'mini mânevî
sorumlulukdan âzâd eden, merhamet ve müsâmaha dolu nebevî bir ruhsattır.
Hadîsçiler arasında sıhhatleri çok tartışılmış olan:
"Sen olmasaydın, Sen olmasaydın bufelekleri yaratmazdım
", "ölmeden önceölünüz!
","
Nefsini bilen Rabb'inibilir
", vb...gibi hadîslerin kabûl ya da reddi husûsunda fikir beyân etmiş kimseleri Cenâb-ı
Peygamber'i rencîde etmiş olmak kuşkusundan kurtaracaktır ama o hadîsin sahîh
olup olmadığı husûsunu gene de mübhem bırakacaktır.
Sonuç
İlk hadîsçiler rivâyetlerin sıhhatini
râvîlerin güvenilir olması
kriterine
bağlamışlardı. Ama aynı kriter, farklı motivasyonlar uğruna, aynı râvî
zincirlerine dayanarak sayısı milyonu aşan hadîslerin uydurulmasına da fırsat
verdi. Daha sonra bâzı hadîs külliyâtları zaman içinde sahîh ve mûteber addedildiler. Bugün ise elimizde
râvîlerin güvenilirliği hakkında objektif araştırma imkânı kalmamış olduğundan
hadisle meşgûl ilâhiyatçılar bir hadîsin sıhhatini kaynağına yâni söz konusu
mûteber addedilen kitaplarda bulunmasına
bağlamakta ve bu kitaplardaki hadîsleri sorgulamaya gerek duymadan sahîh olarak
kabûl etmektedirler.
Ancak, bunların yalnızca sübjektif
(nefsânî) kabûller olduğu âşikârdır. çünkü
yalnızca Kütüb-i Sitte denilen hadîs küllîyâtlarını bile: A) önyargısız ve B)
ciddî bir biçimde inceleyen biraz idrâk ve temyîz sâhibi bir müslüman: 1)
Kur'ân'a, 2) Cenâb-ı Peygamber'in bizzât Kur'ân'ın övdüğü ahlâkına, 3) Cenâb-ı
Hakk'ın mîzân üzere vaz edip hıfzetmekte olduğu Tabîat kānûnlarına, 4)
müşâhedeye-mantığa-sağduyuya muhâlif, ya da 5) biribiriyle çelişik pekçok
rivâyeti barındırması karşısında, ister istemez, bu kitaplarda hadîs adı altında
toplanmış bulunan bu rivâyetlerin sıhhati meselesiyle dramatik bir biçimde karşı
karşıya kalmaktadır.
Bu durum, mûteber olduğu söylenen bu hadîs
küllîyâtlarının sıhhati meselesinin bu gibi sübjektif kriterlere değil de
objektif kriterlere bağlanmasının ve bütün hadîslerin, şekil ve muhtevâ
açılarından, vaz edilecek objektif bir
metodolojiye
göre yeniden incelenip ayıklanmasının gerekli olduğun telkin etmektedir.
Yukarıdaki incelememiz bu kabil objektif bir ayıklama metodolojisinin objektif
kriterleri olarak aşağıdaki kriterlerin uygulanmasının isâbetli olacağını ortaya
koymuş bulunmaktadır:
bir muhtevâsı olmamalıdır.
2. Hadîs metni anakronik unsurlar
ihtivâ etmemelidir.
bizzât Kur'ân tarafından övülmüş olan yüce ahlâkına muhâlif unsurlar ihtivâ
etmemelidir.
4. Hadîs metni Allāh'ın fizikî olarak
mîzân üzere koruduğu kevnî düzene muhâlif unsurlar ihtivâ
etmemelidir.
5. Hadîs metni müşâhedeye, ilme ve
sağduyuya muhâlif unsurlar ihtivâ etmemelidir.
meseleler vaz etmiş olmamalıdır.
tatbîk edilerek Kütüb-i Sitte'de bir ayıklanmaya tevessül edildiğinde, bu
kriterlere takılmamış kaç rivâyetin geriye kalacağını fevkalâde merak etmekteyim. Bu yeni
kriterleri vaz ederken yalnızca
bir araştırma yönü belirlemiş olduğumun dafarkındayım. Hadîslerin sıhhati meselesi,
meselenin objektif bir metodolojimeselesi olduğunu teşhis ve temyîz edebilen diğer başka araştırıcıların
vazedecekleri başka objektif kriterlerin ilâvesiyle mutlakā tahkim
edilmelidir.
*
Enes Muvattâ'yı Abbâsî halîfesi Ebû Câfer el-Mansûr'un arzusu
üzerine ve 40 yılda hazırlamıştır. İlk olarak yaklaşık 100.000 hadîs rivâyeti
ihtivâ etmekte iken, müellifinin sıkı bir eleme çalışması yapması üzerine 40 yıl
sonunda Muvattâ'daki rivâyetler 1720'ye inmiştir.
[2]Buhârî
Sahîh isimli,
tekrarlarıyla birlikte 7.397 (tekrarsız 2.602) rivâyet içeren, eserini 600.000
rivâyet arasından eleme yaparak derlemiştir.
[3]Müslim kitabını
300.000 hadîs arasından ayıklayarak tasnif etmiştir. Müslim'in kitabı 4000 kadar
hadîs ihtivâ etmektedir.
[4]Ebû Dâvûd
kitabını 500.000 hadîs arasından ayıklayarak tasnif etmiştir. Ebû Dâvûd'un
kitabı 4800 kadar hadîs ihtivâ etmektedir.
[5]Hadîs
külliyâtları hiç kuşkusuz bunlardan ibâret değildir. Ahmed bin Hanbel'in
(781-855), bir rivâyete göre 750.000 bir diğer rivâyete göre de bir milyon
rivâyet arasından eleme yaparak 28 yılda tamamladığı söylenen ve 10.000 i
mükerrer 40.000 rivâyet ihtivâ eden Müsned'ini de zikretmek
yerinde olur. (Eğer bu bir milyon rivâyet sahîh olsa idi Cenâb-ı Peygamber'in,
23 hicrî yıllık peygamberlik döneminde ve her gün yalnızca 6 saat uyku uyumuş
olduğu varsayımı altında, ortalama her 9 dakikada bir hadîs söylemiş olması ya
da bir rivâyete konu olacak bir hareket yapmış olması
Mâlik'in, Dârimî'nin, Ahmed bin Hanbel'in, Ebû Ya'lâ el-Mevsilî'nin, Bezzâr'ın,
Tâberânî'nin ve Suyûtî'nin hadîs külliyâtlarını.
[7]Hadîslerin
hadîsçiler nezdinde sahîh addedilmesinin kriterleri genellikle râvîlerinin: 1)
ahlâkî vasıfları, 2) içtimaî durumları, ve 3) biribirleriyle olan ilişkileri
hakkındaki rivâyetlere dayanmaktadır.
[8]Bu, tıpkı,
Yüksek Cebir'deki Hiperkompleks Sistemler'in ya da Teorik Fizik'teki
A.Einstein'ın Rölâtivite Teorisi'nin bir ilkokul öğrencisinin fehm ve idrâkine
açık olan bir keyfiyet olmamasına benzer.
[9]Bu âyet Hz
Muhammed'in ahvâlinin hakka uygun olduğunu ilân
Muhammed'in ahlâkının en yüce ahlâk olduğunu beyân
etmektedir.
[11]Bu âyet Cenâb-ı
Peygamber'in mertebesinin yüceliğinin, O'nun gerçekten de Allāh'ın Arz'daki
halîfesi olduğunun ve O'na itaat etmenin Allāh'a itaat etmekle eş tutulacağının,
Allâh'ın rızâsını kazanmak için O'na itaat etmenin gerekliliğinin
delîlidir.
[12]Bu âyet de
Cenâb-ı Peygamber'in kendi nefsinden Allāh'a hiçbir şey izâfe ve isnâd
edemeyeceğinin delîlidir.
[13]Râvîler
zinciri'ne senet ya da isnâd da denir.
[14]"Ey
inananlar, zandan çok sakının! Zîrâ zannın bir kısmı günâhdır. Biribirinizin
gizli şeylerini araştırmayın! Biriniz diğerinizi arkasından
Sitte'de ve Muvattâ'da bulunan ve Ebû Hüreyre'den menkul
bir rivâyette Cenâb-ı Peygamber'in: "Evde, atta ve kadında uğursuzluk
vardır" dediği ileri sürülmektedir. Hz Peygamber'in zevcesi Hz Ayşe: Ebû
Hüreyre bu hadîsi ezberleyememiş! çünkü Peygamber (s.a.v.): "Allāh Yahudilerin
belâsını versin! Onlar (nasıl oluyor da) evde, kadında ve atta uğursuzluk
olduğunu söyleyebiliyorlar" dediği esnâda Ebû Hüreyre içeriye girmiş, fakat
sözün başına değil sonuna yetişmiştir diyerek Ebû Hüreyre'nin hatâsını
tashîh etmiştir. (Bk.Ebû Hüreyre'ye Yönelik
Eleştiriler, s. 85-86, İnsan Yayınları, İstanbul 2001).
Osman Güner: Bu durum Ebû
Hüreyre'nin hadîs rivâyetinde dikkatsiz ve tedbirsiz olduğuna ve,
hadîsçilerin râvîlere uyguladıkları kriterler açısından, rivâyetlerine
i'tibâr edilemiyeceğine delâlet eder. Bununla beraber, Cenâb-ı Peygamber'in
yanında en çok 3 yıl bulunmuş olan Ebû Hüreyre, bir rivâyete göre 5300 küsûr ve
Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'ne göre ise (Bk.
A.g.e., cild: 10, s. 162, İstanbul 1994) 3800 küsûr rivâyetle hadîs râvîleri
arasında ilk sıradadır. Buna karşılık, Hz Muhammed'in en yakın ve en kadîm dâvâ
arkadaşlarından Ebû Bekir'in rivâyet ettiği hadîslerin sayısı 142,
Ömer'inkilerinki 50, Osman'ınkilerinki 14 ve Alî'ninkilerinki ise 20
Beşir İslâmoğlu: Hadîs Dersleri, Denge Yayınları, s. 67,
rücu' epistemik değeri olmayan, Ortaçağ İslâm ve Hristiyan âlemlerinde
yaygın bir sözde-ispat tarzıdır.
[18]Objektif: yâni
kişilereden bağımsız.
[19]Celâlüddin
Suyûtî: Câmi'ü-s Sagîr Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi", 1. cild, s.
319, No. 659, Yeni Asya Neşriyât, İstanbul 1996.
[20]Bk.
Rûdânî: Cem'ul-Fevâid (Büyük Hadîs Külliyatı), 5. cild, s. 384,
No. 9993, İz Yayıncılık/Yeni Şafak, İstanbul 1997.
[21]Bk.
Rûdânî: Cem'ul-Fevâid (Büyük Hadîs Külliyatı), 3. cild, s. 63-71,
No. 9993, İz Yayıncılık/Yeni Şafak, İstanbul 1997.
[22]Bk. Sünen-i İbn-i Mâce Tercemesi Ve
Şerhi, terceme ve şerh eden: Haydar Hatipoğlu, cild: 5, Kitâbü-n
Nikâh bölümü, s. 415, Kahraman Yayınları, İstanbul
1983.
[23]Bk. Sünen-i İbn-i Mâce Tercemesi Ve
Şerhi, terceme ve şerh eden: Haydar Hatipoğlu, cild: 7, Kitâbü-l
Hudûd bölümü, s.156, Kahraman Yayınları, İstanbul
târihe (kronolojik sıralamaya) aykırı.
[25]Bk.
Rûdânî: Cem'ul-Fevâid (Büyük Hadîs Külliyatı), 4. cild, s. 214,
No. 7673, İz Yayıncılık/Yeni Şafak, İstanbul 1997.
[26]Bk.
Rûdânî: Cem'ul-Fevâid (Büyük Hadîs Külliyatı), 3. cild, s. 215,
No. 6215, İz Yayıncılık/Yeni Şafak, İstanbul 1997.
[27]Bu rivâyetin de
istedikleri kimseleri sorgu sual etmeksizin öldürme yetkisine sâhip olduklarına
delîl olsun diye iktidârı elinde tutanlar tarafından uydurulmuş olması
ihtimâlden uzak değildir.
Rûdânî: Cem'ul-Fevâid (Büyük Hadîs Külliyatı), 5. cild, s. 85, No.
8530, İz Yayıncılık/Yeni Şafak, İstanbul 1997.
[29]Tâberânî:
Mu'cemü-l Kebîr/ Bk. Rûdânî: Cem'ul-Fevâid (Büyük
Hadîs Külliyatı), 5. cild, s. 85, No. 8533-8534, İz Yayıncılık/Yeni
Şafak, İstanbul 1997.
[30]"...İnsanlar
O'nun (yâni Allāh'ın) ilminden ancak O'nun istediği kadarını kuşatabilirler
Mustafa İslâmoğlu: üç Muhammed (İki Tasavvur Bir Gerçek), 2.
Baskı, s.42, dipnotu: 29, Denge Yayınları, 2000.
[32]Bk.
Sâdık Cihan: Uydurma Hadîslerin Doğuşu Ve Sosyo-Politik Olaylarla
İlgisi, s. 22, Etüt Yayınları,
Peygamber'in zevcesi Hz Ayşe'ye hitâb şekli.
[34]A.g.e.
Gümüşhânevî: Râmûz-ul Ehâdîs Tercümesi, s. 47, No. 370, Pamuk
Yayınları, İstanbul.
[36]Zeynüddin Ahmed
Zebidî: Sahihi Buharî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi (çeviren
Ahmed Naim), cild: 3, s. 17, Hadîs no. 480, Diyânet İşleri Reisliği
Neşriyâtından No. 7, İstanbul 1936.
[37]Eğer bu rivâyet
sahîh ise(!), bundan bir müddet önce tavuğun da kurban edilebileceğine fetvâ
vermiş olan Marmara İlâhiyat Fakültesi eski Dekanı Prof.Dr. Zekeriyya Beyaz'a
yapılmış olan eleştiriler isâbetsiz olmuştur. Olsa olsa bu zât bu hadîse binâen
yumurtanın dahî kurban edilebileceği konusunda halkı bilgilendirmemiş olması
açısından eleştirilebilirdi!
[38]A.g.e.
de s. 20 de, Neseî'de bulunan bir diğer rivâyette "tavuk ile yumurta
arasında bir de serçe kurban etmek fazîletini bahş eden bir mertebenin daha
zikredilmiş" olduğu ifâde edilmektedir.
[39]A.g.e.
s. 54, No. 443.
[41]Eskiden Şam
hem Şam şehrine ve hem de Sûriye mıntıkasına delâlet etmekte idi
(Bk. İslâm Ansiklopedisi, Şam bendi, MEB
Suyûtî: Câmi'ü-s Sagîr Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi", 1. cild,
s.65-66, No. 78, Yeni Asya Neşriyât, İstanbul 1996.
[43]Abdülbâkî
Gölpınarlı: H. Muhammed ve Hadisleri, s.1, No. 1, Arkın Kitabevi,
İstanbul 1957. Kezâ Bk. Câmi'ü-s Sagîr'ın Hicrî 1286 Mısır/Bulak
Matbaası basımının 1. cildi, s.44.