Buradasınız

VİCDANEN RAHATIM SUÇLU RADYASYON DEĞİL, NİTRATTIR - [SEYHAN SEVİNÇ]

VATAN Gazetesi muhâbirlerinden Seyhan Sevinç'in 1 Temmuz 2005'de Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre ile yapmış olduğu röportaj gazetenin 3 Temmuz 2005 târihli nüshasına aşağıdaki şekilde yansımış bulunmaktadır. Bu röportajın esas kaydı ise gazete haberinin altına mukayese için ilâve edilmiştir. Görüldüğü gibi gazetede: 1) hem rakamlar yanlış yazılmış ve 2) hem de kanserli sayısının neden artmakta olduğunu açıklayan pasaj tamâmen es geçilmiştir.

Vicdanen rahatım suçlu radyasyon değil, nitrattır.

Tarih:03.07.2005

Ben bir ilim adamıyım. Elimde maalesef, evhamı azmış cahil kişileri teskin edecek etkili bir çare yok. Asıl tehlike içme sularına karışan nitrat.

Dönemin TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) Başkanı Ahmet Yüksel Özemre ise kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmiyor. İşte bir bilim adamının, burnumuzun dibinde patlak veren, 'İsveç'i bile etkileyen' faciayı anlatan sözleri...

* 1986 yılı ürünü 115 bin ton kadar kuru çayın kilosunda sıfır bekörel ilâ 90 bin bekörel arasında zayıf bir radyasyon tespit edildi. Avrupa Birliği'nin sulu gıda maddelerinde litre başına en fazla 370 bekörel kadar bir radyasyon bulunmasına cevaz veren katı normuna uymak için bir dizi deney yapıldı. Sonuçta, Türk çayında 370 bekörel'den az bir radyasyon bulunabilmesi için kuru çayın kilosunda en fazla 18 bin 500 bekörel'lik cüzî radyasyonun yeterli olduğu tespit edildi.

* Çay-Kur'la ortak çalışmamız sonucu piyasaya kilo başına 12 bin 500 bekörel'den az radyasyon ihtiva eden çaylar verildi. Birkaç ay sonra bu sınırın, kuru çayın kilosu başına, üç bin bekörel'e kadar indirilmesi mümkün oldu. Bu oranlar kansere yol açmaz. Bu çaylardan içen birinin, Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi'ne göre, kanser açısından "anlamlı bir risk" taşıması için bir yılda her gün 136 litre (çay da değil) saf dem içmesi gerekirdi.

Evet çayları harmanladık

* Çay-Kur'un elinde 1985 ürünü 50 bin ton kadar radyasyonsuz kuru çay vardı. Bu kuru çay ile 1986 ürünü kuru çayın radyasyonsuz ve az radyasyonlu bölümleri karıştırılarak piyasaya sürülen tehlikesiz çay elde edildi. Bu operasyondan geriye kalan 58 bin 78 ton çay ise toprağa gömülmek suretiyle imha edildi.

* Ben bir ilim adamıyım. Elimde maalesef, evhamı azmış cahil kişileri teskin edecek etkili bir çare yok. Nitekim kitaplarım var.

* Hakkımda yüzlerce suç duyurusu yapıldı, dava açıldı. Beraat ettim, TBMM raporu da beni akladı. Vicdanım rahat, pişman değilim.

* Edirne ve civarı 3 Mayıs 1986'da bir radyasyon dalgasına mâruz kalmıştır, neden Edirne değil de hep Doğu Karadeniz'de kanserlilerin artmış olduğu iddiası pompalanmaktadır?

* Doğu Karadeniz'de yamaçlara ekilen çay ve fındık için bilgisizce ve bol bol kullanılmakta olan nitrat içeren gübreler. Bunlar kaynak içme sularına karışır. Oysa bugün, litre başına 10 miligramdan yüksek oranlarda nitratla kirlenen içme suları kansere yol açmaktadır.

RÖPORTAJIN YAPILMIŞ OLDUĞU ŞEKİLDEKİ KAYDI

Çernobil fâciasından sonra yaptığınız ölçümlerde çayda ne kadar radyasyon tespit edildi? Bu, insan sağlığını tehdit eder, kansere yol açar bir düzeyde miydi? Kansere yol açması için, içilen çayların ne kadar radyasyon içermesi gerekiyordu?

Çernobil kazâsından sonra 1986 yılı ürünü 115.000 ton kadar kuru çayın kilosunda sıfır Bekörel ilâ doksanbin Bekörel arasında zayıf bir radyasyon tesbit edildi. Avrupa Birliği'nin hâmile kadınlar ve bir yaşından küçük çocuklar için sulu gıdâ maddelerinde litre başına en fazla üçyüzyetmiş Bekörel kadar bir radyasyon bulunmasına cevaz veren katı normuna uymak için Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nde bir dizi deney yapıldı. Sonuçta, türk usûlüne göre demlenmiş olan çayın deminde 370 Bekörel'den daha az bir radyasyon bulunabilmesi için kuru çayın kilosunda en fazla onikibinbeşyüz Bekörel'lik cüzî bir radyasyonun bulunmasının yeterli olduğu tesbit edildi. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ile Çay-Kur Genel Müdürlüğü'nün ortak çalışmalarıyla piyasaya kilo başına 12.500 Bekörel'den az radyasyon ihtivâ eden çaylar verildi. Birkaç ay sonra bu sınırın, kuru çayın kilosu başına, üçbin Bekörel'e kadar indirilmesi mümkün oldu. Bu oranların hiçbiri ne insan sağlığını tehdit eder ve ne de kansere yol açar. Bu çaylardan içen birinin, Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi'ne göre, kanser açısından "anlamlı bir risk" taşıması için bir yılda her gün 136 litre (çay da değil) saf dem içmesi gerekirdi.

Piyasaya sürülen çaydaki bu radyasyon düzeyini nasıl sağladınız?

Çay-Kur'un elinde 1985 ürünü 50.000 ton kadar radyasyonsuz kuru çay vardı. Bu kuru çay ile 1986 ürünü kuru çayın radyasyonsuz ve az radyasyonlu bölümleri karıştırılarak piyasaya sürülen tehlikesiz çay elde edildi. Bu operasyondan geriye kalan 58.078 ton çay ise, Radyasyondan Korunma İlmi'nin (ahlâkî) ALARA İlkesi uyarınca TAEK'in o zamanki hükûmete de tavsiyesi üzerine, piyasaya sürülmeyerek belirli bir zaman sonra toprağa gömülmek sûretiyle imhâ edildi.

-Türk halkına radyasyonlu çay içirerek ve, "Korkulacak boyutta bir tehdit yok" diyerek halkın sağlığını tehlikeye sokmakla suçlandınız? Bu suçlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendinizi suçlu buluyor musunuz? Vicdanınız rahat mı?

Ben bir ilim adamıyım. Elimde, maalesef, evhâmı azmış câhil kişileri teskin edecek etkili bir çâre yok. Ben ilmî gerçekleri açıklar, tebliğ ederim. Nitekim radyasyon ve Çernobil kazâsının Türkiye üzerindeki etkilerini toplam bindörtyüz sayfa tutan: 1) Türkiye'nin Çernobil Çilesi, 2) 50 Soruda Türkiye'nin Nükleer Enerji Sorunu, 3) Ah, Şu Atomdan Neler Çektim! ve 4) Çernobil Komplosu başlıklı kitaplarımda tüm ayrıntılarıyla açıkladım. Bu açıklamalarımı alan alır. Evhâmı ağır basanları ille de tatmîn etmek gibi bir mecbûriyetim de zâten yok. Bu konularla ilgili pekçok suçlamaya mârûz kalmış olduğum ise bir gerçektir. Hakkımda yüzlerce suç duyurusu yapıldı, dâvâ açıldı. Bu suç duyurularının en meşhurları zamanın Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna tarafından 1993 yılında Ankara'da Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan suç duyurularıdır. Bunların hepsinden de beraat ettim. Bunlar da yetmedi; aynı yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bu konuyla ilgili olarak kurulan 12 kişilik bir Araştırma Komisyonu 9,5 ayda 103 sayfalık ayrıntılı bir rapor hazırladı. TBMM'inde kabûl edilen bu rapor da beni akladı. TAEK ve ben Çernobil kazâsı akabinde 2690 sayılı kanûnun bizlere yüklemiş olduğu görevleri ilmî çerçeve içinde vicdânî huzur ve kanat-i kâmile ile icrâ etmiş bulunmaktayız. Bu bakımdan kendimi suçlu bulmadığım gibi hayatımda da, hamd olsun, "Ah keşke şunu şöyle yapmış olsaydım da bu böyle olmasaydı" diye pişman olduğum hiçbir durum olmamıştır.

Doğu Karadeniz'de çok sayıda kanserli vaka var. Bunun Çernobil'le bir ilişkisinin olmadığını hangi gerekçelere dayanarak söylüyorsunuz?

Dünya Sağlık Örgütü'nün geçmiş yıllardaki raporlarına göre kanserlilerin dünya nüfusuna oranı yüzde 22'dir. Çernobil kazâsından önce Türkiye'de yalapşap tutulmakta olan farklı kanser istatistiklerine göre bu oran bizim için yüzde 5 ilâ 12 arasındaydı. Türkiye kansere karşı global olarak çok sıkı ve de bilinçli bir takım profilâktik yâni önleyici tedbirler mi uyguluyor ki bu oran dünya ortalamasının en az yarısı kadar aşağıya çekilmiş olsun? Çernobil kazâsından sonra Sağlık Bakanlığı kanser istatistiklerinin yalnızca ciddî bir biçimde tutulmasını sağlamakla kalmamış, sistematik olmasa bile kanser taramaları da yapılmıştır ve de yapılmaktadır. Bunların sonucu olarak o zamana kadar kayıtlara geçmemiş olan kanser hastaları kayıtlara geçirilmiş, kayıtlı toplam kanserli sayısı da bundan ötürü artmıştır ve artmaya da devam etmektedir. Bu sayı, en azından, Türkiye'deki kanserlilerin oranı Dünyâ'daki kanserlilerin oranına erişinceye kadar da artmaya devâm edecektir.

Sağduyu ve akıl sâhiplerinin kendilerine şu iki soruyu sormaları gerekir: 1) Edirne ve civârı 3 Mayıs 1986'da bir radyasyon dalgasına mâruz kalmış, Doğu Karadeniz ise bundan on gün kadar sonra Edirne'dekinden daha düşük düzeyde bir radyasyon dalgasına uğramıştır. Bu durumda, Edirne'de kanserlilerin arttığı yönünde niçin hiçbir iddia yoktur da kamuoyuna hep Doğu Karadeniz'de kanserlilerin artmış olduğu iddiası pompalanmaktadır? 2) Çernobil kazâsı sırasında Türkiye'nin nüfûsu 51,5 milyondu, şimdi 70 milyondur. Sebebi ne olursa olsun, aradaki 18,5 milyon gibi bir nüfus artışına tekabül eden kanserli hasta sayısı artışı niye göz ardı edilmektedir?

Gözden kaçan ve çok kişinin ticârî menfaatine dokunacağı için hiç kimsenin yanaşmak istemediği, hattâ yanaşılmasının engellendiği bir başka konu daha var: Doğu Karadeniz'de yamaçlara ekilen çay ve fındık için bilgisizce ve bol bol kullanılmakta olan nitrat içeren gübreler. Bunlar bölgenin yağışlarıyla toprağın altına geçmekte ve kaynak içme sularına karışmaktadır. Oysa bugün, litre başına 10 miligramdan yüksek oranlarda nitratla kirlenen içme sularının 'mavi çocuk sendromu' denilen bir sendromun yanında hem kansere yol açma hem de hâmile kadınların düşük yapma potansiyelini arttırdığı tıbben tespit edilmiştir. Doğu Karadeniz'in bütün içme sularının kanserojen özellikleri yönünden titizlikle analiz edilmesi bugün kaçınılmayacak bir zarûrettir ama şimdiye kadar kimse bu uyarılarıma kulak asmamıştır.

Şu anda hâlâ Karadeniz ve Trakya'da radyasyon tehlikesi var mı?

Türkiye'de Çernobil kazâsı dolayısıyla zâten gerçek anlamda bir radyasyon tehlikesi asla mevcûd olmuş değildir ki şu anda Türkiye'nin herhangi bir yerinde Çernobil kazâsına bağlanabilecek bir radyasyon tehlikesi olsun. "Radyasyon tehlikesi korkusu", Türk halkına: 1) bundan A) ticârî, ve B) siyâsî rant elde etmek isteyenler, 2) Türkiye'nin stabilitesini bozmak isteyen çevreler, ve 3) câhil kişiler tarafından empoze edilmeye çalışılmıştır.

* * *

Tasarım & Geliştirme | kerataif