Buradasınız

HOCA'YA VEDÂ [HİCRÂN GÖZE]

Hoca'ya Vedâ
Hicran GÖZE ([email protected])

Ahmed Yüksel Hoca’yı da kaybettik. Fâni hayatın kaçınılmaz sonu olan ölüm bu güzel insanı da aramızdan aldı götürdü. O çok sevdiği Allah’ına ve Peygamberine kavuşurken, bizlerin dünyasından bir renk daha eksildi. Geriye dönüp baktığımızda dünya sanki iyice boşalmış gibidir. Bir Sâmiha Ayverdi, bir Ekrem Hakkı Ayverdi, bir Fethi Gemuhluoğlu ve daha niceleri yerlerini boş bırakıp gitmediler mi? Hocanın da yerinin kolay kolay dolmasına imkân var mı?

Kendisini harab eden menhus hastalıkla pençeleşirken ne kadar sakindi. Çok uzun süren son ameliyatında etrafındakiler üzgün ve tedirginken bile ne kadar neşeliydi. Son günlerine yakın kendi hastalığını değil de eşimin hastalığını merak ediyor, nerede ameliyat olup olmayacağını ısrarla takip ediyordu. Kendi derdi aklına gelmeyen kâmil insanların çok mükemmel bir örneğiydi.

Çoğu zaman telefonda dertleşirdik. Onun şen şakrak sesi ve insanın üzüntüsünü alıp götürüveren konuşmalarıyla ferahlardım. Çok sıkıntılı bir günümdü. Telefon çalmıştı. Açtığımda şaşırmıştım. Hoca gene o şen şakrak sesiyle “Müjdemi isterim” diyordu. Bu çok karamsar günümde bir müjdeli haber ne olabilirdi? Hoca “Kadıköylü Yıllarım” kitabımın “Türkiye Yazarlar Birliği” tarafından hâtıra dalında ödüle lâyık görüldüğünü sevinç içinde haber veriyordu. Kızım bu haberi Hoca’dan sonra vermiş birinciliği Hoca’ya kaptırmıştı. Kitabımı daha basılmadan okumuş ve çok beğendiğini söylemişti.

Mehmed Âkif’i yazacağımı söylediğimde ne kadar sevinmişti. Boyumdan büyük işe kalkıyorum dediğim zaman ise beni nasıl cesaretlendirmişti. Hoca’ya göre insan bu cesareti göstermeliydi. Kitap bitti. Ama Hoca onu okuyamayacak. Ve benim nazarımda kitabın yorumu ne kadar eksik kalacak… İçim hüzün dolu, gözlerim yaşlı, kendisine çok yakışan güzel sakalıyla çevrili nurlu yüzü gözümün önünde. İyileşecekti de o müjdenin karşılığı olarak her zamanki gibi ona çok sevdiği peynirlerle dolu bir peynir tabağı ikram edecektim. Sevgili eşi Gülsen Hanımla da hep bu güzel hayalin gerçekleşeceğini umduk. Yalnızca simit çay ve peynir tabağı… Artık Hoca yok. Bizim dünyamız da onun gidişiyle biraz daha loşlaştı ve renksizleşti.

Çok mütevazı evinin çalışma odasındaki kimseye el değdirmediği kitapları ve çok sevdiği bilgisayarı da bizler gibi öksüz kaldı. Sevgili Gülsen Hanımla son konuşmamızda, Hoca’nın bilgisayarını bile istemediğini söylemişti. İçimde bir şey kopar gibi olmuş, Hoca ölüyor diye düşünmüştüm. Onun bu isteksizliği, dünyadaki en sevdiği eşyalarından biri olan bilgisayarına bu bigâneliği fâniliğini her an hissettiği dünyadan kopuşuydu. Gerçek âlemin kendisini buyur etmek için aralanan kapısından girmek üzere olduğunu bilmesindendi. Muhakkak çok iyi karşılandı. Kendisi gibi gerçek Müslümanlığı yaşayan büyük fikir ve mânâ adamlarına artık terk ettiği dünyada lâyık görülen büyük çilenin ve anlayışsızlığın, girdiği o kapının arkasında olmadığını bilenlerden olarak herhâlde artık huzura kavuşmuştur.

Bir dost, gitgide azalıyoruz diyen bir arkadaşına gerçek âlemde çoğalıyoruz demiş. Hoca da o gerçek âlemdeki güzel kalabalığın arasına katılanlardan oldu. Hoca’nın Hakka yürüyüşünün akasından, nasıl oldu anlamadım şu iki mısra dilime takılıverdi:

“Tekrar mülâki oluruz bezm-i ezelde

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler”

Hoca’ya gönül dolusu fâtihalar ve selâmlar

Kaynak: Sanat Alemi Internet Dergisi

Link: http://www.sanatalemi.net/KoseYazilari.asp?nereye=yazioku&ID=12154

Haber Tarihi: 27 Haziran 2008, Cuma

Tasarım & Geliştirme | kerataif