Buradasınız

TAKVÂ HAKKINDA MEKTUP

Üsküdar, 25

Ağustos 2002



Sevgili evlâdlarım Hasan bey ve

Şûle hanım,


Fakîre, Cenâb-ı Peygamber

Efendimiz’in: “Bir gün adâletle muâmelede bulunmak altmış yıllık ibâdetten

üstündür”

1

hadîsinden ne anlaşılması gerektiğini sormuştunuz. Bu mektubumda bu konuya

kısaca temâs etmek istiyorum:


Bu hadîs, en azından,

adâlet ile muamelede bulunmak” fiilinin Cenâb-ı Hakk’ın

emrettiği, ve hiçbir müslümânın kaçınamıyacağı, diğer mûtad ibâdetlerden çok

üstün bir ibâdet olduğunu bildirmesi bakımından önemlidir.


Cenâb-ı Peygamber’in indinde “adâletle muamele bulunmak” fiilinin

meselâ namaz gibi, oruç gibi, hac gibi vb... mûtad ibâdetlerden üstün

tutulmasının sebebi acaba nedir?


Aslında dinin temeli olan bu

ibâdetler insanların çoğu tarafından, yapılan ibâdetin menâsik’inin2

neye delâlet ettiği bilinmeden, otomatiğe bağlanarak taklîden icrâ

edilmektedir. Hiç kuşkusuz Cenâb-ı Hakk bu ibâdetleri sırf “Allāh’ın emridir”

diyerek itaatkâr bir biçimde ifâ edenlerin bu fiillerinden muhakkak ki

râzîdir.


Ama, meselâ akşam namazının niçin

üç rek’at olduğunun da namaza niçin besmeleyle değil de iftitâh tekbîriyle ve

ayakta başlanılmakta olduğunun da kezâ kıyâm, rükû, secde

ve kuûd’un neden bu sırayı tâkib etmekte olduğunun da Hz Peygamber’in

niçin bu şekilde namaz kılmış olduğunun da sebebleri açıklanmış değildir.

Peygamber Efendimiz’in Sünneti böyle olduğu için3

herkes de bunların derin mânâsını düşünmeden (zâten düşünse bile fehmedebilmesi,

idrâk edebilmesi ve temyiz edebilmesi için elinde kendisini tatmîn edebilecek

kıstaslar bulunmadığından) namazını bu minvâl üzere taklîden ve otomatik bir

biçimde kılar. Zâten Cenâb-ı Hakk da

kullarından bundan daha fazlasını taleb etmiş değildir.


Buna karşılık, “adâletle

muamelede bulunmak” ne otomatik bir ibâdet ve ne de

otomatik bir davranış şeklidir. Herkesin üstesinden gelebilmesinin mümkün

olmadığı bu özel ibâdetin menâsiki de mûtad ibâdetlerinkinden çok farklıdır. Bu

ibâdetin: hak, hakkāniyet ve adâlet kavramlarının, Allāh’ın rızâsına lâyık

olacak şekilde 1) fehm, 2) idrâk, ve 3)

temyiz edilmesini, ve bunların da ötesinde 4) hakkāniyetle ilgili

hükmün cesâretle ilân edilip, 5)

adâletin bilfiil tesisi için harekete geçmek azmini

gerekli kılan kendisine has bir menâsiki vardır. Bunu

gerçekleştirmek ise düpedüz bir cihâd4 ve Kur’ân’ın: “âdil olun!” (V/8) ve “Muhakkak ki Allāh hakkāniyete

uygun davrananları sever” (LX/8) emr-i ilâhîlerine uyulmasını gerektiren

farklı bir durumdur. Herhâlde bunun için olsa gerekir ki “adâletli

olmak” Cenâb-ı Peygamber Efendimiz’in 6. göbekten torunu olan İmâm

Cafer-i Sâdık’ın tesis etmiş olduğu Câferî Mezhebi’nde, İslâm’ın, Kelime-i

Tevhîd’den sonraki ve namazdan önceki ikinci şartı olarak kabûl

edilmektedir.


Cenâb-ı Peygamber Efendimiz’in: “Bir

gün adâletle muâmelede bulunmak altmış yıllık ibâdetten üstündür”5

buyruğu ile “... I’dilû! Hüve akrabu li-t takvâ ...” (V/8), yâni: “...

âdil olun! Bu, takvâya yakındır” âyetini aynı anda göz önünde tutacak olursak

Kur’ân’daki takvâ kelimesinin medlûlünün:




Lûgatların işâret etmekte

oldukları: 1) çekinmek, 2) fazlasıyla korunmak, 3) nefsi âhiret’te ona zarar

verebilecek şeylerden korumak, ve fayda verebilecek şeylere yönlendirmek

anlamlarından çok farklı olduğu, ve


Takvâ sâhibi

olma

’nın, bir

günlük uygulaması bile 60 yıllık ibâdetten üstün olan adâlet’ten

de üstün olduğu âşikârdır.


Dolayısıyla takvânın “mûtad

ibâdetleri dikkatle ve eksiksiz yapmak”dan çok daha farklı bir şey olduğu da

bedihîdir.


Herhâlde bu farklılığı belirtmek

için olsa gerek Hz Muhammed bir hadîsinde: “Her takvâ sâhibi Muhammed’in

Ehl-i Beyti’indendir”6

demektedir. Bir başka hadîsde ise: “Her şeyin bir mâdeni vardır. Takvânın

mâdeni ise âriflerin kalbidir”7

demekle ancak Cenâb-ı Hakk’a ârif olanların takvâ sâhibi olduklarını tefhîm

etmektedir.


Cenâb-ı Hakk’ın sizleri takvâ

sâhibi ve bu cihetle de feyyâz kılmasını niyâzıyla hasretle gözlerinizden

öperim, sevgili evlâdlarım.


Ahmed Yüksel

Özemre







[1]Abdülbâkıy Gölpınarlı(’nın

Suyûtî’nin çoğunu Al Câmi’- al Sagıyr fî Ahâdis-al Başîr-al

Nazîr ve birkaç tânesini de:

Abdurraûf-al Munâvî’nin Kunûz-al Hakāyık fî Hadîsi Hayr-al Halâyık

ve Kâdıy Abu-l Fadl İyâd ibn-i İyâd-al Mâlikiyy-al Andedûsî’nin Şifâ başlıklı hadîs külliyâtından 1000 hadîs

seçerek yayınladığı): Hz Muhammed ve Hadisleri, s. 50, no.298,

Arkın Kitabevi, İstanbul 1957.

[2]Menâsik: fiilî ibâdetleri icrâ

ederken izlenecek olan sıra, usûl, yol-yordam.

[3]Bir hadîsde: “Namazı benim

kıldığım şekilde kılınız!” denilmektedir.

[4]Bk. Ahmed Yüksel Özemre:

İslâmda Aklın önemi ve Sınırı 2. baskı. s. 133-140,

İslâm’da Genel Anlamıyla Cihâd, Kırkambar Yayınları, İstanbul

1998.

[5]Abdülbâkıy Gölpınarlı(’nın

Suyûtî’nin çoğunu Al Câmi’- al Sagıyr fî Ahâdis-al Başîr-al

Nazîr ve birkaç tânesini de:

Abdurraûf-al Munâvî’nin Kunûz-al Hakāyık fî Hadîsi Hayr-al Halâyık

ve Kâdıy Abu-l Fadl İyâd ibn-i İyâd-al Mâlikiyy-al Andedûsî’nin Şifâ başlıklı hadîs külliyâtından 1000 hadîs

seçerek yayınladığı): Hz Muhammed ve Hadisleri, s. 50, no.298,

Arkın Kitabevi, İstanbul 1957.

[6]İsmail Mutlu, İsmail Mutlu, Şaban Döğen, Abdülaziz, Câmiü’s-Sağîr

Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, c. 1, s. 28, no. 10, Yeni Asya Neşriyât, İstanbul

1996.

[7]A.g.e., c. 3, s.

203, no. 3237.

Tasarım & Geliştirme | kerataif