Buradasınız
SLOGAN VE VECÎZE TUZAKLARI
VE VECÎZE TUZAKLARI
Ahmed Yüksel Özemre
açısından kısa bir cümledir. Kişinin iştirâk içgüdüsünü tahrîk eder; onu rasyonel ve kritik aklın sınırları dışına
çıkmaya dâvet eder. Tekrarıyla oluşan şartlı refleks ve böylece hazırlanan şuur-altının
elverişliliği
aracılığıyla da belirli bir amaca yönelik bir düşünceyiveyâ davranışı tetiklemeyi hedefler.
Slogan, genellikle,
meselâ: "Türk; öğün, çalış, güven!"de
olduğu gibi bir emri, ya da "Cumhûriyet erdemdir"de olduğu gibi bir
hükmü ifâde eder. Emrin isâbetli,
hükmün de adâletli ve eşyânın tabîatına uygun olması, slogandan beklenen menfaat
açısından, her zaman matlûb değildir.
Slogan toplumun sağduyusunu
aşındıran, kollektif kişiliğinde bölünmeye yol açan psikotik
(psikoza sevk eden) bir âfete de dönüşebilir. Nitekim, Allāh'a şirk
koşmamayı dinin temeli sayan müslüman bir toplumda, içinde beş vakit namazını
kılanların da bulunduğu bazı kesimler, sloganın doğurduğu şuur uyuşmasıyla,
pekâlâ: "En büyük falan-feşmekân! Ondan büyük yok!" diye nâralar
atabilmekte ve apaçık şirk içinde olduklarını idrâk dahi
edemeyebilmektedirler.
aslında, şartlı refleks aracılığıyla hep aynı
sloganın beynin normal tefrik ve temyiz fonksiyonlarını uyuşturarak, kritik
düşünceyi ve analiz yeteneğini pasifleştirmesi stratejisine
dayanmaktadır.
Hüküm ifâde eden ve çoğunlukla da
temelinde, "Bir Türk Dünyâ'ya
bedeldir"de ya da "Cumhûriyet
erdemdir"de olduğu gibi, özdeşleştirme bulunan sloganlar dâima muğlâktır. Bir zorunluluk
ifâde eden: "Lâiklikden vaz
geçilemez!" sloganı da böyledir. âmennâ ve saddaknâ! Lâiklikden vaz
geçilmemesi gerekir ama 11 defa sözü edildiği Anayasa'da bile tanımı verilmemiş,
farklı ve bâzen de çelişkili muhtevâları barındırabilen lâiklik kavramının acabâ
hangi tanımı vaz geçilemezdir? Bu
belli değildir.
Bu kabil sloganların tutarsızlıkları ve izâfî karakterleri, kritik bir
analizin eleğinden geçirildiklerinde, derhâl sırıtır. Meselâ, "Cumhûriyet erdemdir"
sloganı:
özdeş olduğunu da,
erdem ile özdeşleştirilip
özdeşleştirilemeyeceğini de,
olmadığı sorularını da
ötürü de, anlam bakımından, sağduyuya ve mantığa ters düşen bir muğlâklıkla
mâlûl bulunmaktadır.
Bâzı sloganlar da düpedüz suç kapsamına
giren saçmalıklarla mâlûldürler. Bunlara bir misâl Sedat Simavi ve oğullarının Hürriyet
gazetesinin başlığı altında senelerce kullanılmış oldukları "Türkiye Türklerindir" sloganıdır. Bu
slogan: 1) Türkiye Anayasa'sının garantisi altında Türkiye'de yaşamakta olan
farklı kökenli Türkiye vatandaşlarını görmezlikten gelerek ayrımcılığa yol açan,
2) bu vatandaşları zımnen istenmeyen kişiler olarak gösteren; 3) Türkiye
dışındaki (Pomaklar, Gagavuzlar, Tatarlar, âzerîler, Türkmenler, Tâcikler,
özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Moğollar, Yâkutlar, Finliler, Macarlar ve ilh…
gibi) türk kökenlilerin de Türkiye üzerinde mülkiyet hakkı olduğunu telmih eden
bir saçmalık numûnesidir.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin duvarında asılı olan "Hâkimiyet (ya da egemenlik) kayıtsız şartsız milletindir" sloganının
da Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi hâlinde hiç bir anlamı kalmayacağı
âşikârdır. Herhâlde bundan sonra TBBM'ne: "Egemenlik Brüksel'in izin verdiği kadar
milletindir" şeklinde bir slogan asmak gerekecektir.
Saplanıp kaldıkları ideolojilerin en
son hakîkat olduğuna halkı inandırmak için yırtınan her türden safsatacının (demagog'un) da, saçmalıklarını tahkîm ve
te'yid ettirmek amacıyla, diskürsif bir mantık yerine dâima slogan edebiyatına
başvurduğuna dikkat etmek lâzımdır. Bu, onların aczini gösterdiği kadar halkı
kolay tava getirilebilen ve aklı işlemeyen bir kitle olarak nasıl hor görmekte
olduklarına da işâret etmektedir. Slogan üretmek nefsi okşayan, üreticisini
halka karşı dâima yüksek bir makāmda olduğuna inandıran bir
eylemdir.
Karizmatik oldukları
söylenen bazı liderler ise bir yandan hakîm (bilge) görünmek için vecîze üretip
yaymaya çalışırlarken, diğer taraftan da, halkın, kendi stratejilerine destek
olacak sloganların bağımlısı olmasına gayret ederler. Kendilerini bu yoldan
"umut" diye pazarlamaya muvaffak olmuş nice liderin bir süre sonra "yalnızca
düş-kırıklığı verebilen" zavallı kişiler oldukları ortaya
çıkmıştır.
1968 ve onu izleyen
yıllardaki öğrenci ayaklanmasında ise öğrencilerin çoğu sâdece yirmi kadar
sloganla dünyânın bütün meselelerine çözüm getirebildiklerini zanneden bir
beyin tembelliği ve temyiz sefâleti içindeydi. Kişiliklerinin, slogan
furyasıyla, nasıl bir korozyona uğradığının farkında bile
değillerdi.
Sloganların
darbeleri güçlü, etkileri ânî, fakat ömürleri nisbeten kısa olmaktadır. Buna
karşılık vecîzelerin darbeleri mûtedil, etkileri gecikmeli, ama egemenlikleri
uzun sürelidir; çoğu kere de örf ve âdetin, rasyonel ve kritik düşüncenin
dışında kalabilen bir inanç veyâ hiç değilse, bir referans statüsü
kazanabildikleri bile gözlenmektedir.
Slogana karşılık,
vecîzenin bir gerçeği o zamana kadar ortaya konulmamış bir açıklık, bir yeni
bakış açısı ve ifâde ustalığıyla çok kısa bir şekilde beyân etmesi beklenir. Bu,
aslında, müstesna bir eğitimin tahkîm ettiği özel bir yetenek gerektiren,
gerçekten de bilgece bir iştir. Ama kendilerini her an vecîze üretmeye mecbur
sananlar, ortaya koydukları vecîzelerin çoğunda bir gerçeği beyândan çok,
şahsî bir hükmü ön plâna çıkarır, sözlerine de yalnızca vecîze görüntüsü
verirler.
Dünyâ görüşümüzü
çarpıtmaya müsait tuzaklardan korunmak için, slogan ve vecîzeleri mutlakā kritik
ve rasyonel bir muhâkemenin filtresine tâbi' tutmamız gerektiğini lise çağından
i'tibâren gençliğimize aşılamalıyız.
* *