Buradasınız

HZ. PEYGAMBER (s.a)'in RİSÂLETİNİN EVRENSELLİĞİ


HZ. PEYGAMBER (s.a)'in

RİSÂLETİNİN EVRENSELLİĞİ1


Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre





Peygamberlerin Yükümlülükleri



1) Beşerden Allāh (c.c.)'ya kadar

uzanan, diğeri ise

2) Beşerden bütün mahlûkata yayılan




iki vecheye sâhibtir. Tebliğin düşey boyutu kulun Rabb'ine karşı

sorumlulukları ile Rabb'in kuluna karşı ihsân ve vaadlerini; tebliğin yatay

boyutu da kulun diğer mahlûkata karşı sorumlu­luklarını kapsar. Peygamber hangi

kavme, hangi ümmete gönderilmişse tebliğ o kavmin, o ümmetin bütün fertlerine

şâmildir; yâni peygamberin tebliği açık

ve umûmîdir ve bu tebliği

bildirmek de Risâlet'in temel şar­tıdır.


Söz konusu tebliğ çerçevesi

içinde

dinin kemâli
de: 1) Allāh (c.c.)'nun ve 2)

mahlûkatının hukūkunu idrâk etmek ve bu hukūka riâyet etmekten ibârettir. Bu i'tibâr

la dine
Rabbânî

Hukūk

gözüyle de

ba­kılabilir

.


Bununla beraber peygamberler

hakkında zamanımıza kadar ula­şan rivâyetler ve târihin zabtettiği vak'alar her

peygamberin, umûma şâmil tebliğinin yanında, küçük fakat yetenekli bir mümin

zümresini

ayrı bir eğitim ve öğretime

tâbi'

tuttuğuna da işâret etmektedir. Bu özel öğretim, bu yetenekli seçilmişleri Allāh

(c.c.)'nun âsarı, ef'ali, sıfatları ve isimleri ile bunların tecellîleri

hakkında derin bir idrâk ile donatılmış olmalarını sağlayan bir ilim ve hâl

sâhibi kılmağa yönelik olmaktadır.



Söz konusu ilim ve hâl kimi

zaman

Gnosis,

kimi zaman

Kabala,

kimi zaman da

İrfân, Hikmet, Ledün

İlmi

(İlm-i Ledün) ya da sâdece

İlim

diye

anılagelmiştir.



Peygamberler bu küçük ve yetenekli mümin zümrelerine

aktar­dıkları bu özel eğitim, öğretim ve ilim hakkında her ne kadar takıyye

uygulamışlarsa da gene de bunun kenarından köşesinden bâzı bilgilerin avâma

sızmasına çoğu kere mânî olunamamıştır. Ehlinin eline geçme­yen bu bilgiler ise

avâm arasında dâimâ bir nifâk unsuru olmuştur. Bundan dolayı, havanda su dövme

kabîlinden bir takım spekülâsyonlar ve felsefî yakıştırmalar yapılagelmiş ve

hattâ i'tikādî fırkaların bir kısmı da sırf bu yüzden ortaya

çıkmıştır.



Dinlerdeki uygulamaların bir bölümünün zamanla sâfiyetlerinden ve

aslından uzaklaşmasının, peygamberlerin getirdikleri şerîatın dışında bir takım

âdet ve uygulamaların revaç bulmasının sebeblerinden biri de bu takıyyeye

riâyetsizlik yüzünden İlim ile Hikmet kırıntılarının hep aklı, idrâki, fehâmeti,

temyizi ve temkini zayıf kimselerin eline geçmesi ve bunların nefs-i

emmârelerinde hubb-i riyâseti (yâni baş olma, üstün gözükme sevdasını) tahrîk

etmeleri yüzündendir.



İşte bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber (s.a.): "Ehil

olmayana ilim öğretmek ilmi yitirmektir" demiştir. Kezâ Kur'ân'da: "Allāh'ın

sizi başına diktiği mallarınızı aklı zayıf olanların ellerine vermeyin" (IV/5)

buyurulmaktadır. Kişinin malı için sorumluluğu hakkındaki ilâhî hü­küm böyle

olunca, İlim söz konusu olduğunda, âlimin sorumluluğunun da en azından bu kabil

bir sorumluluk olacağı aşikârdır.



Peygamberlerin umûmî tebliğleri yanında mahdûd bir zümreye tâlim

ettikleri ve herkese açıklanması doğru ve isâbetli olmayan İlim ve Hikmet

hakkında Abdullah ibn Abbas'dan nakledilen bir olay vardır. Abdullâh ibn Abbas

sahâbeden bir gruba: "Eğer size

Allāh yedi göğü ve Arz'dan da onun benzerlerini yaratmıştır. Emr onların

arasında iner durur (LXV/12) âyetinin te'vîlini söylemiş

olsaydım beni taşa tutardı­nız (veyâ başka bir rivâyete göre de: benim kâfir

olduğuma hükmeder­diniz)" demiştir.



Cenâb-ı Peygamber (s.a.)'in, kendisi için: "Allāh'ım onu dinde

fakih kıl ve ona te'vili öğret" diye dua etmiş olduğu bir kimsenin Şerîat'ın

çerçevesine sığmayan bir İlim ve Hikmet ile, söz konusu âyetin te'vilini

yapmasının Şerîat ehli nazarında onu tekfir edilmeğe dahî götürebile­cek bir

nifâk doğurabileceğine işâret eden bu beyân, peygamberlerin umûmî tebliğlerinin

dışında kalan ve çeşitli isimlerle anılan bu öğreti­nin mâhiyetinin ve ihtivâ

ettiği esrârın Şerîat'tan ne kadar farklı olduğu­na da şehâdet

etmektedir.



Bu
İlim ve Hikmet

herkese şâmil

olmayıp bir

İlm-i Hafî'dir.

Nite­kim

Kur'ân'da

:

  • "...ve Biz O'na tarafımızdan

    bir ilim öğrettik" (XVIII/65),



  • "(Allāh ) Hikmeti dilediğine

    verir; ve kime Hikmet verir­se şüphe yok ki ona çok hayr verilmiş demektir; ve

    bunu ancak akıllarını isâbetle ve dirâyetle kullanabilenler (

    ulü-l elbâb) idrâk eder"

    (II/269),



  • "Allāh , sizden îmân edenleri

    yükseltir, ve kendilerine İlim verilenleri ise kat kat derecelerle yükseltir

    (LVIII/11)



denilmektedir. Bir başka hadîs rivâyetinde de Cenâb-ı Peygamber

(s.a.):


  • "İlimlerden, gizli tutulan bâzıları vardır ki onları ancak ve

    ancak

    ârif-i

    Billâh

    olanlar bilir.

    Onlar bu İlim'den söz ettiklerinde de ancak boş yere gururlanan gāfiller onların

    cehâletine hükmederler. Allāhu Teâlâ'nın Kendi'nden bir İlim verdiği âlimleri

    sakın hor hakîr görmeyin. And ol­sun ki yüceliğin ve ululuğun sâhibi olan

    Allāh onlara b

    u İlmi verirken onları ne

    hor ve ne de hakîr gördü"


buyurmaktadır.


Risâletin

Hudûtları

Gelip geçmiş bütün peygamberler

göz önüne alındığında, risâletin biri

umûmî

diğeri ise

şahsî

olmak üzere iki

cins hudûdu olduğu görü­lür. Kur'ân Yûnus sûresinin 47. âyetinde: "Her ümmet

için bir peygam­ber vardır" derken hem Hz. Muhammed (s.a.)'den önce her ümmete

bir peygamber gönderilmiş, hem her peygamberin bir ümmete gönderilmiş olduğuna

işâret etmekte ve hem de (IV/164. âyetinin de beyân ettiği vechile) kıssaları

Kur'ân'da beyân edilmemiş peygamberlerin de gönde­rilmiş olduğunu te'yid

etmektedir

.

Hz. Muhammed (s.a.)'den önceki

peygamberlerin her birinin bir üm

mete gönderilmiş olması keyfiyeti bunların

risâletlerinin

umûmî

hu

­dûdu
nu

teşkil

eder.



Risâletin
şahsî hudûdu ise Hz. Muhammed (s.a.) için

iyice belir­lenmiştir. Bu, (V/92, XVI/35, ve 82, XXIV/54 ve XXIX/18 âyetlerinde

de açıkça işâret olunduğu vechile) "...ancak apaçık tebliğdir" çünkü "Dinde

zorlama yoktur" (II/256) ve Allāh (c.c)

Hz. Peygamber (s.a.)'e hitâben:


  • "Peygambere itaat eden

    gerçekten de Allāh'a itaat etmiş­tir; yüz çevirene gelince, zâten Biz Seni

    onları korumak için göndermedik ki" (IV/80),


  • "...Biz Seni onlara vekîl

    olarak göndermedik" (XVII/54),


  • "...Sen onlara vekîl değilsin"

    (XXXIX/41 ve kezâ

    XLII/6),


  • "Sen

    onlara bekçi, gözetici (de)

    değilsin"(LXXXVIII/22),


  • "...Sen şüphe yok ki, ölüye

    sesini duyuramazsın ve arka­larını çevirip giderlerken çağırsan da sağırlara

    sesini işittiremezsin; ve sapıklığından döndürüp de, köre doğru yo­lu

    gösteremezsin Sen; ancak âyetlerimize îmân edenlere sesini duyurursun ve

    gerçekten de müslümanlar onlardır" (XXVII/80-81, kezâ

    Bk.

    XXX/52-53),


  • "And

    olsun ki Biz her ümmete: Allāh'a kulluk edin ve Tâgut'dan uzaklaşın diye bir

    peygamber gönderdik; içle­rinde Allāh'ın doğru yola sevkettiği de var, sapıklığı

    hak edeni de. Arzda gezinin de görün; (Hakk'ı) yalanlayanla­rın sonu ne olmuş.

    Sen onları hidâyete erdirmek için ne kadar gayret edersen et, şüphe yok ki,

    Allāh dalâlette inad edene hidâyet vermez ve ona yardım edecek tek bir kişi dahî

    yoktur" (XVI/36-37).



demektedir.





Bütün bu âyetler Hz. Peygamber (s.a.)'in risâletinin şahsî

hudûdu­nun sâdece vahyin tebliğinden ibâret olduğuna ve Kendisinin de, bu

kapsamda, tebliğe muhatâb olanlara ne vasî, ne gözetici ilh... olabilece­ğine

işâret etmektedirler.



Risâletin umûmî hudûdunun

zorlanmasına Hıristiyanlık'da rastlı­yoruz. Hz. İsâ (a.s.) Yahudi kavmine

gönderilen ve kendisinden önceki peygamberlerin tesis ettikleri şerîatı ihyâ ve

tahkîme memur bir resûl idi. Kendisinden sonra Havârileri de O'nun tebliğine ve

sünnetine uy­gun hareket ediyorlar ve ayrıca kendilerinden bir bölümüne verilmiş

olan İlim ve Hikmet husûsunda takıyyeye de riâyet ediyorlardı. Ancak bu cemaate

sonradan katılan Aziz Pavlus (Saul)'un bu İlim ve Hikmet'in kırıntılarından

haberdar olması ve mücâdeleci, atak ve cezbeli şahsiyeti onu Hz. İsâ (a.s.)

adına, ama O'nun tebliğinden ve sünnetin­den saparak, bütün Dünyâ'yı

hıristiyanlaştırmak iddiasıyla, umdelerinin tohumlarını kendisinin ektiği

beşer îcâdı yepyeni bîr dinin

misyoneri kıldı.

Hz. İsâ (a.s.)'ın şerîatına aykırı bir bid'at olarak bu dindeki ilk icrâat,

yahudilerin dışındaki kimseleri de yeni dine celbedebilmek üzere, dine yeni

katılanların sünnet ameliyesinden muaf tutulmalarıydı. Böy­lece Aziz Pavlus'un

dürtüsüyle Hıristiyanlığın günümüze kadar sürege­len bu yeni şekli

ilâhî değil fakat beşerî irâdeyle, "de facto" evrensel olmak

iddiasında idi.



Hz. Muhammed'in

Risâletinin


Evrenselliğinin

Vecheleri




1. Hz. Muhammed (s.a.)'den önce

gelen ve Kur'ân'da zikredilen Peygamberlerden yalnız Hz. Süleyman (a.s.)'a

cinlerden ve şeytanlardan bir tâifenin musahhar kılınmış olduğu pekçok âyetle

te'yid edilmiş­tir (

Bk. XXVII/17 ve 39, XXXIV/12-13, XXXVIII/36 ve

38).



Buna karşılık Ahkaf sûresinin XLVI/29-34. âyetleri: bir bölük

ci­nin Kur'ân dinlesinler diye Hz. Muhammed (s.a.)'e yollanmış, bu kıraati huşû

içinde dinleyerek hidâyete ermiş olduklarını ve kavimlerine de müjdeleyici ve

korkutucu olarak dönerek onları İslâm'a dâvet etmiş ol­duklarını beyân

etmektedir.



Ayrıca Alkame (r.a.)'den

rivâyet edilen bir hadîs: Hz. Muhammed (s.a.)'e cinlerin bir dâvetçisinin

geldiğini; Peygamberin dâvete îcâbet ederek cinlere Kur'ân okuduğunu; cinlerin

Kendisinden ne tür yemek yemelerini sorduğunu; O'nun da üzenlerine (kesilirken)

Allāh'ın ismi okunmuş olan her (hayvan) kemiğin(in) cinlerin yiyeceği, ve her

deve tezeğinin de cinlerin hayvanlarının yemi olduğunu söylediğini; bundan sonra

da Resûlullah (s.a.)'in kemik ve tezekle tahâretlenmeyi müslümanlara yasaklamış

olduğunu göstermektedir

(Müslim:
Kitâbü-s

Salât

,

c.I, s. 332). Ebû

Hureyre (Buhârî

: Kitâbu-l Menâkib-il Ensâr,

c.IV, s. 240-241)

ve

Abdullah bin Mes'ud'dan da (Ebû Dâvûd:
Kitâbü-t

Tahâre,

c.I, s.9) bunu

te'yid eden hadîsler

rivâyet olunmuştur (Bk. Talât Koçyiğit:

Tercüman

Hadîs-i Şe

rif Külliyâtı
,

c.I, s. 175-179;

1989).



Bu âyetler ve hadîsler Resûlullah (s.a.)'in yalnız

insanlara değil cin tâifesine de peygamberlik etmiş ve vahyi onlara da tebliğ

etmiş ol­duğunu göstermeleri bakımından ilgi

çekicidirler.

Diğer peygamberlerin hepsinin ya da bir kısmının risâletlerinin

cinleri de hedef almış olabileceği varsayılsa bile risâletin bu vechesine âyetle

ve hadîsle bu kadar açık bir biçimde yalnızca Hz. Muhammed (s.a.)'in risâletinde

işâret olunmuştur.



2.
Hz. Muhammed (s.a.)'e kadar

her ümmete bir peygamber gön­derilmiş iken (X/47, XVI/36) Cenâb-ı Peygamber

(s.a.), Câbir bin Abdullah'dan rivâyet edilen bir hadîsde: "... Benden önceki

her Peygam­ber, özellikle kendi kavmine gönderilmişti; Ben ise

bütün insanlara gönderildim" demektedir. Bu

keyfiyet: "De ki:

Ey insanlar! Şüphe yok ki, ben sizin hepinize

Allāh'ın Resûlüyüm..." (VII/158) ve "... (Yâ Muhammed) şüphesiz ki Sen

korkutucusun ve her kavme hâdîsin" (XIII/ 7) âyetleriyle de te'yid ve tahkîm

edilmiştir.



Bunlar, Hz. Muhammed (s.a.)'in

risâletinin Kendi'sinden önceki bütün peygamberler için olduğu gibi tek bir

kavme, tek bir ümmete de­ğil de

hakkan ("de jure") bütün insanlara

şâmil olduğunun delîlleridir.



3.
Gene Kur'ân'da:



  • "Müşriklerin hoşuna (gitse de)

    gitmese de Resûlünü hidâyetle ve Hakk dini ile, bu dinin bütün dinlerin üstünde

    olduğunu göstermek üzere göndermiş olan O'dur" (LXI/9), ve

    kezâ



  • "Bugün dininizi kemâle

    erdirdim, size verdiğim nîmeti tamamladım; size Kendi rızâmla din olarak İslâm'ı

    ver­dim" (V/3

    )



denilmektedir.




Bu âyetler de Hz. Muhammed

(s.a.)'in risâletinin (hem vasıf, hem de tebliğin şumûlü bakımından) bütün

resûllerin risâletlerinin fevkinde,

kemâl üzere

olduğunu tefhim

etmektedir.




4. Gene Kur'ân'da: "Furkān'ı,

âlemleri korkutmak üzere kuluna indirenin şânı ne yücedir" (XXV/1) ve "And olsun

ki Biz Seni ancak

âlemlere rahmet olarak gönderdik"

(XXI/107) denilmekle Hz. Mu­hammed (s.a.)'in risâletinin, gelip geçmiş bütün

dinlerin üstünde kemâl mertebesini haiz olan İslâm'ı yalnız insanlara ve cinlere

tebliğ etmekle sınırlı olmadığını; aksine: 1) Resûlullah (s.a.)'e

indirilen vahyin mec­muu olan Furkān'ın

bütün âlemlere şâmil, 2)

Hz. Muhammed (s.a.)'in de yalnızca Arabistan'a değil, yalnızca tüm Dünyâ'ya

değil, yalnızca in­se ve cinne değil, yalnızca (halkedilmiş ve sayılarının bir

rivâyete göre 18.000 diğer bir rivâyete göre de 360.000 olduğu ifâde edilen

farklı âlemlerden yalnızca biri olan) Evren'e değil fakat

bütün âlemlere yâni Hakk'ın yaratmış olduğu her şeye

Resûlullāh olarak ba's ve irsâl edil­miş olduğu idrâklere

sunulmaktadır.



Bu delîller Hz. Muhammed (s.a.)'in risâletinin Evren'in de,

evrenselliğin de çok ötesinde bir mânâ ve hüviyyete sâhib olduğunu tef­him

etmektedirler.



5.
Nitekim, bu

delîllere ek olarak, Hz. Muhammed (s.a.)'e hitâbeden bir Hadîs-i Kudsî'de de

Cenâb-ı Hakk (c.c.): "Sen olmasaydın, Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım"

buyurmaktadır.



Bu beyân: 1) Hz. Muhammed

(s.a.)'in varlığı ile âlemlerin felek­lerinin yaratılması

arasında bir sebep-sonuç

ilişkisi bulunduğunu, ve 2)

hilkatin Hakk indindeki

Aslî Sebebi'nin ise Hz. Muhammed (s.a.)'in Zâtı'ndan başka bir şey

olmadığını

tefhim etmektedir2.




Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla bilen yalnız Allāh

(c.c.)'dur.








* * *







[1]19-22 Eylül 1991'de İstanbul'da yapılan

"Ebedî Risâlet Sempozyumu"nda tebliğ olarak takdîm edilmiş ve "Kubbealtı Akademi

Mecmuası"nın Ekim 1994 sayı­sında yayınlanmıştır.


[2]
Hilkatin aslî sebebi Hz. Muhammed (s.a.)

olduğuna göre Kur'ân dahî bu sebeble nazil ol­muştur. Kur'ân'ı Hz. Muhammed'den,

Hz. Muhammed'i de Kur'ân'dan soyutlamak müm­kün değildir. Bu bakımdan son

yıllarda ortaya atılan "Kur'ân'a Göre İslâm" kavramı­nın, en azından, iltibâsa

yol açtığı; ve bunun mefhûm-ı muhâlifinden, "Acabâ bir de Peygamber'e göre mi

bir İslâm var?" sorusunu peşinden sürükleyebildiği göz önünde tutularak bu kabil

şüphe ve nifâk doğurabilecek kavramlardan mutlakā kaçınmak gerektiği idrâki

zinde tutulmalıdır!

Tasarım & Geliştirme | kerataif