Buradasınız

HIRİSTİYANLIK İSLÂM İLE BAĞDAŞAMAZ

 

 

HIRİSTİYANLIK İSLÂM İLE BAĞDAŞAMAZ

Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre

Bugünkü Hıristiyanlık hepsi de Hz İsâ (a.s.)'a dayanan fakat ge­rek âmentüleri gerekse uygulamaları açısından biribirlerinden ayrılan ve kimisi tavır, kimisi yol, kimisi mezheb, kimisi ise bağımsız din gö­rünümlü i'tikād sistemlerinin bir terkîbidir. Bunlar arasında Katolik1, Ortodoks, Süryânî, Kıptî, Protestan Kiliseleri bu mozaiğin en büyük parçalarını teşkil ederler. Bunlardan Katoliklik ve Protestanlık, büyük mâlî güce dayanan saldırgan bir misyonerlik fikriyle müteharrik olmaları bakımından da ilgi çekicidirler.

Merkeziyetçiliği, Papa'nın otoritesinin tartışma kabûl etmez olan ve dini şekillendiren üstünlüğü, âlemşümul (evrensel) olma iddiası yâni misyonerlik yanı, dinî ve lâdinî organizasyon imkânları, büyük ve gizli para kaynakları ve kendine mahsûs bağımsız toprağı olan devlet statüsü ile Katoliklik, Hıristiyanlık içinde müstesnâ bir yere sâhib bulunmakta­dır.
 

 

Katolik dini, idâre tarzı bakımından, tıpkı başkanlık sistemiyle yürütülen bir demokrasi gibidir. Kilisenin başkanı olan Papa ise göre­vini yürütürken 1) Rûhulkuds'ün ilhâmı altında, ve bu yüzden de 2) lâyuhtî ve 3) lâyüs'el olduğu zannındadır2; yâni, buna göre, kendinden ne bir hatâ sudur eder(!) ve ne de kendisine görevini ifâ tarzıyla ilgili târizkâr bir soru yöneltilebilir.

Bu demokrasinin en üst meclisi ise ruhbânın üst kademelerini teş­kil eden kardinallerden ve piskoposlardan oluşan ve Papa'nın çağrısı üzerine toplanan Konsil'dir. Burada Katolik dinini ve îmânını ilgilendi­ren kararlar demokratik bir biçimde yâni oylamayla alınır. Papa'nın başkanlığında toplanan Konsil'de, kardinaller ve piskoposlar îmân um­deleri ve Kilise'nin idâresi ile yürüteceği politikalar hakkında aldıkları kararlarda hatâsız olduklarına çünkü Konsil'de iken kendilerini yönete­nin Rûhülkuds olduğuna inanırlar. Hıristiyanlığın başlangıcından bu­güne kadar, Katolik âlemi açısından, 21 ökümenik Konsil3 toplanmıştır. Papaların hatâsız olmaları keyfiyeti ise 1870 yılında toplanan I. Vatikan Konsili'nde katılanların oylarıyla, yâni "parmak hesabıyla" hükme bağlana­rak bir îmân umdesi mertebesine yükseltilmiştir.

Yeni bir îmân umdesi ilân etmek için Papa cenaplarının ille de, ortalama her yüzyılda bir kere toplanabilen, Konsil'in kararını bekleme­si gerekmez. Kendisi dahî, Rûhülkuds kendisine ilhâm ettiği zaman, yeni bir îmân umdesi ilân edebilir. Nitekim Papa XII. Pius (1876-1958) Hz Meryem'in etiyle kemiğiyle göğe çekilmiş olduğunu Katolik dini­nin yeni bir îmân umdesi olarak 1950 yılında "Anno Santo"4 münâsebetiyle ilân etmiş ve buna inanmayanların dinden çıkıp doğrudan doğruya Cehennem'e gideceklerini bildirmiştir. Bu çerçevede Katolik Dini'ne Papalık Dini demek isâbetli olur. çünkü semâvî olduğunu iddia eden bu din önce Pavlus'un ve sonra da Papaların beşerî irâdeleriyle şekille­nip bugünkü hâlini kazanmış bulunmaktadır.

Hıristiyanlığın Temellerinden: İncîl
Hıristiyanlığın temellerinden biri Hz İsâ'nın tebliği ve getirdiği "Hayırlı Haber"dir. Bu hayırlı haber Grekçe'de eu-aggelion'dur; bu keli­me Almanca'ya "Evangelium" (evangelium diye okunur), İtalyanca'ya "Vangelo" (vancelo d.o.), Fransızca'ya "Évangile" (evanjil d.o.), ve Arapça'ya da "İncîl" olarak geçmiştir.

Hz İsâ'ya vahyedilmiş olan otantik İncîl, Hz Muhammed'in uy­gulamasında olduğu gibi, ânında yazıya geçirilmiş olmadığından elimizde ancak Hz İsâ'nın vefâtından epeyi zaman sonra çeşitli müelliflerin kaleminden çıkmış, rivâyetlere daya­nan ve bu yüzden de çelişkili olan İncîl'ler vardır. Aslında yüzlerce İncîl yazılmıştır. Kilise bunların yalnız dördünü: Matta, Markus, Luka ve Yuhannâ İncîllerini mûteber addetmekte, diğerlerini ise uydurma ol­dukları iddiasıyla küllîyen reddetmekte ve bunları (grekçe apokrufos: "bâtınî, gizli" kelimesinden mülhem) Apokrif İncîller diye horlamakta­dır. Elimizdeki incîl nüshalarının en eskisi ise M.S. 280 lerde istinsâh edildiği anlaşılan Hz İsâ'nın ve havârîlerinin konuştukları Arâmîce değil Grekçe bir nüshadır5. Zâten Hz İsâ'nın kullandığı Arâmî dilinde yazılmış hiçbir İncîl günümüze ulaşmış değildir. Bir de 1945 yılında Mısır'da keşfedilmiş ve M.S. 340 dolaylarında istinsâh edilmiş olduğu tesbit edilmiş olan Kıptîce "Azîz Toma'ya Göre İncîl" vardır. Fakat bu İncîl de apokrif bir İncîl'dir6.

Hıristiyanlık bu Hayırlı Haber'in menşeinin Ahd-i Atîk'de, M.ö. VIII. yüzyılda yaşamış olan İsrail Peygamberi Eş'iyâ'nın kitabında bu­lunduğu inancındadır. Buna göre Hayırlı Haber'i getiren "aslî vatanla­rından uzak kalanların kurtuluşunu ve Hakk'ın Melekût'unun tecellî etmesinin yakın olduğunu" müjdelemektedir7. Hz İsâ ise, Markus İncîli'ne göre8: "Rabb'in Hayırlı Haberi'ni tebliğ ediyor ve: Zaman kemâle erdi ve Rabb'in Melekûtu yakınlaştı. Artık tövbe edin ve bu Hayırlı Haber'e inanın" diyordu.

Hz İsâ'nın tebliğ ettiği bir başka Hayırlı Haber de Azîz Yuhannâ'ya Göre İncîl'de bulunmaktadır9: "Rabb'bime dua edeceğim ki sizlerle ebediyyen beraber olması için size bir başka Parakleitos10 göndersin...", "Parakleitos geldiğinde beni te'yid edecektir", "O zuhur et­tiği zaman hepinizi Hakîkat'a ulaştıracaktır; zîrâ o kendiliğinden lâf et­meyecek ama bütün işittiklerini tebliğ edecek ve gelecekte olacak olan­ları da bildirecektir".

Hıristiyanlık'da
Allāh'a îmân
Hıristiyan Teolojisi'nin temelindeki Allāh kavramı 15 maddede özetlenebilir11:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  1. Allāh Bir ve Tek (Vâhid ve Ahad) olan, mutlak kemâle sâhib, Ezel'den Ebed'e Zâtı ile kāim olan Varlık'dır.
  2. Allāh mânevî bir Zât'dır.
  3. Allāh her şeyi bilen, her şeye kādir olan ve daha birçok ulu sıfata sâhib bulunan Azîz'dir.
  4. Allāh bu âlemi yokdan var etmiştir.
  5. Allāh'ın bu âlemi yaratmada bir gāyesi vardır. Allāh bu âlemi muhâfaza ve idâre etmektedir; onu yok etme ve yeniden hayat verme gücü ancak onundur.
  6. Ahlâkı yaratan Allāh'dır.
  7. Ahlâk kurallarını insanlara açıklayan, gönüllerine yerleştiren Allāh'dır.
  8. Allāh iyilerin ecirlerini bu Dünyâ'da ve âhiret'de vererek ve kötüleri de cezâlandırarak ahlâk kuralla­rına uyulmasına nezâret eder.
  9. Allāh Kendisi'ne ilticâ edenleri, bilhassa mûcizeleri aracılığıyla, üzüntü ve tehlikelerden korur.
  10. Allāh, Târih boyunca, mubârek insanlar aracılığıyla tebliğini ilân ettirerek Kendi'ni izhâr etmiştir.
  11. Allāh Rahmet'iyle insanın günâhını, hatâsını bağış­lar ve onu ızdırâbdan kurtarır.
  12. Allāh: Baba, Oğul ve Rûhülkuds diye üç ayrı zâttan oluşan Bir'dir. Allāh bâkire Meryem'den doğan Mesih İsâ'nın zâtında Kendi'ni insan kılmıştır. (Teslis Akîdesi).
  13. Bu bakımdan Bâkire Meryem Allāh'ın annesidir (Theotokos).
  14. Allāh âdem'in ilk günâhı dolayısıyla doğuşdan i'tibâren günâhkâr olan bütün insanların kurtuluşu için Oğlu Mesîh İsâ'yı göndermiş ve inananların günahlarının bedeli olarak O'nu çarmıhda kurban etmiştir.
  15. Allāh'ın Oğlu İsâ ve onun halîfeleri olan Papalar, Allāh adına, günahları affetmeye yetkilidirler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İslâm'ın tenzihî Allāh kavramı, Kur'ân'da CXII. sûre olan İhlâs sûresi ile bildirildiği şekliyle, Hıristiyanlığın Teslis Akîdesi ile de, Allāh'ın ete kemiğe bürünüp İsâ sûretinde bir Dünyâ hayatı geçirmesi ile de, Allāh'dan başka bir kimsenin günahları affetmesiyle de aslā ve aslā bağdaşamaz. Teslis de, İsâ'ya Allāh demek de, Hz Meryem'in gerçek anlamda Allāh'ın Annesi (Theotokos) addedilmesi de İslâm na­zarında düpedüz şirkdir.

Günâhın Menşei
ve Beşerin Selâmeti
Papalık Dini'ne göre: Hz âdem ve Hz Havvâ'nın Cennet'ten çı­karılmalarına sebeb olan "Allāh'ın emrine uymamış olmaları" keyfiyeti ilk günâhı teşkil etmiştir. Bu ilk günâhın seyyiesini bütün insanlar çe­ker; herkes Dünyâ'ya bizâtihi günâhkâr olarak gelir; vaftiz olamadan yâni vaftizin insana sağladığı hıristiyan cemaatine katılma kudsîyetini(!) kazanmadan ölen kimse (isterse bir haftalık bir bebek olsun) doğrudan doğruya Cehennem'e gider; insan kılığına bürünmüş olan Allāh'ın Oğlu Mesih İsâ Allāh'ın hükm-i ezelîsine göre Allāh ile beşeriyetin arasını bulmak üzere Dünyâ'ya gelmiş ve ölümü de Dünyâ'daki günâhların kefâreti olmuş, beşere ilâhî selâmet yolu ancak bu sûretle açılmıştır. Bu bakımdan Kilise'nin dışında hiç bir selâmet imkânı yoktur.

Hâlbuki İslâm'a göre beşer Dünyâ'ya 1) günâhsız, ve 2) İslâm fıt­ratı üzere doğmuş olarak gelir; onu sonradan anası ve babası Yahûdî, Mecûsî veyâ Hıristiyan yaparlar12. Ayrıca, Kur'ân'da:
 

 

 

  • ".. Hiçbir günâhkâr başkasının günâh yükünü yüklene­mez" (VI/164, XVII/15, XXXV/18, XXXIX/7, XLIII/38);

 

  • "De ki: Bizim işlediğimiz suçtan siz sorumlu değilsi­niz; biz de sizin işlediğinizden sorumlu değiliz" (XXXIV/25)

 

denilmektedir. Bu bakımdan, İslâm'da, kimse kimsenin günâhını yüklenemez ve günâhlarına da kefâret teşkil edemez. İslâm'a göre Cennet de Cehennem de belirli dinî grupların inhisârında değildir, nitekim Kur'ân'da:
 

 

 

 

  • "Şüphe yok ki inananlar ile Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden Allāh'a ve âhiret gününe inanan­lar ve iyi işler yapanlar için Rabb'larının katında ecirler vardır; onlar için artık korku yoktur ve onlar mahzûn da olmayacaklardır" (II/62)
denilmektedir. Bu âyet beşerin ilâhî selâmete nâil olmasını: 1) Allāh'a îmân, 2) âhiret gününe îmân, ve 3) İyi (yâni Allāh'ın ve peygamberlerinin direktifleri doğrultusunda) işler yapılması şartlarına bağlamakta­dır.

öte yandan, gene İslâm'a göre, Hz âdem beşeriyetin ilk peygam­beridir. Cennet'de Allāh'ın emrine uymaması şeklinde tecellî eden dal­gınlığı Allāh'ın hikmetine ve "İlâhi Kader ve Kazâ"ya uygun olarak vuku bulmuştur. Bu, beşerin Yeryüzü'nde çoğalmasının ve iyi ile de kötünün tefrik sebebini teşkil etmiştir. Bunda tefekkür etmesini bilenler için nice ibretler vardır (XXX/20-21). Hz âdem ise kusurunu idrâk ederek töv­be etmiş; Hz Allāh da Kendi'ne lâyık gördüğü Tevvâb ve Rahîm isim­lerinin hörmetine âdem'in tövbesini kabûl ederek günâhını affetmiştir (II/37). Zîrâ Allāh ihlâs ile yapılan bütün tövbeleri kabûl eder (Bk. meselâ: IX/104 ve 112), ve tövbe edenleri de sever (II/222).

 

 

 

 

Hz İsâ'nın Vefâtı

ve âhiret'deki Rolü

 

Kilise'nin resmî İncîl'leri Hz İsâ'nın çarmıha gerilerek öldürüldü­ğünü, ölümünün üçüncü günü yeniden dirilmiş olduğunu, ve kısa bir müddet daha yaşadıktan sonra da etiyle kemiğiyle göğe çekilmiş oldu­ğunu, Cezâ Günü'nde de Allāh'ın kendisine vermiş olduğu yetki ile bütün insanları muhâkeme edip cezâ ve mükâfatlarını vereceğini bildirmektedirler13.

Hâlbuki İslâm'a göre Hz İsâ çarmıhta ölmemiştir. Bu husûsta Kur'ân'da:
 

 

 

  • "Onlar O'nu (yâni Hz İsâ'yı) katletmediler de salbetmediler de; ama bu onlara öyle göründü. O'nun hakkın­da ihtilâfa düşenler bundan dolayı kararsızlık içinde­dirler. Bu husûsta onların zanna uymaktan başka bir bilgileri yoktur ve O'nu kesin olarak öldürmemişlerdir" (IV/157)

ve kezâ
 

 

 

  • "Her nefis ölümü tadar ve sonra Biz'e rücû' eder" (XXIX/57)

buyurulmaktadır. Ayrıca bir Hadîs-i Kudsî'de de:

 

 

 

 

 

 

  • "... İnsanların Dünyâ'ya aslā dönmeyecekleri hükmü şüphesiz önceden tarafımdan verilmiştir..."14
denildiğine göre Hz İsâ'nın vefâtı çarmıh üzerinde olmamış, ve kendisi de katledilmemiştir; yâni Hz İsâ, ölümü tabiî vefâtıyla tatmıştır; tekrar Dünyâ'ya dönmesi ise, sözü edilen Hadîs-i Kudsî dolayısıyla, yalnızca bir hıristiyan masalıdır. Ayrıca gene Kur'ân, Cezâ Günü için:
 

 

 

  • " O gün mülk Allāh'ındır. İnsanlar arasında hüküm verir..." (XXII/56)

 

  • "Ve sana Cezâ Günü"nün ne olduğunu ne idrâk ettirir? Sonra gene sana Cezâ Günü'nün ne olduğunu ne idrâk ettirir? O gün hiç bir nefis bir başka nefse bir şey vere­mez. O gün emir Allāh'ındır" (LXXXII/17-19)

 

 

 

 

 

beyânlarıyla Cezâ Günü'nde insanları muhâkeme edecek olanın Hz İsâ değil, bizzat Hz Allāh (c.c.) olacağını ilân etmektedir.

Günâhların Affı
Yuhannâ İncîli'nde Hz İsâ'nın ağzından Havâriler'e: "... Günâhla­rını affedeceğiniz kimselerin günâhları af olunacaktır. Günâhlarını af­fetmeyeceğiniz kimselerin günâhları ise af olunmayacaktır" (20/23) de­nilmektedir. Buna dayanarak Papalık Dini'nde ruhbân sınıfının Baba, Oğul ve Rûhülkuds adına mü'minlerin günâhları hakkındaki îtirafları­nı dinleme ve bu günâhları ya hemen ya da papazın tâyin edeceği belirli bir riyâzatın ifâsından sonra affetme, veyâhut da hiç affetmeme yetkisi vardır. Protestanlarda ise îtiraf ve günâhları af yetkisi yoktur.

İslâm'da ise günâhları îtiraf etmek yerine günâhlardan tövbe et­mek vardır; ve tövbe de îtirafdan çok farklıdır. Ayrıca günâhlar ancak Allāh tarafından bağışlanabilir ve tövbeler de ancak Allāh tarafından kabûl edilir. Nitekim Kur'ân'da:
 

 

 

  • "... Ve günâhları Allāh'dan başka kim bağışlayabilir ki..." (III/135)

 

  • "... Andolsun ki Allāh tövbeleri kabûl eden ve merha­meti sınırsız olandır" (II/37)

 

 

  • "O'nun (yâni Allāh'ın) huzurunda O'nun izni olmadan kim şefaat edebilir ki?"(II/255)

denilmekle günâhları bağışlama yetkisinin yalnızca Allāh'ın tasarrufun­da bulunduğu, ve tövbeleri Allāh'ın kabûl ettiği anlaşılmaktadır.

 

 

 

 

 

Allāh İle Beşer

 

 

Arasındaki Aracılar

 

Papalık Dinine göre beşer ile Ulûhiyyet arasında: 1) Hz İsâ, 2) ruhbân sınıfı ile 3) ikonalar aracılık eder. Bu husûsta Papalık dini ile Ortodoksluk aynı inanca sâhibtir. Fakat Luther-ci ve Calvin-ci Protes­tanlık ikonalara müsâmaha etmemektedir.

Papalık dinine göre ikonalar ibâdetin ayrılmaz bir parçasıdır. M.S. 787 târihinde İznik'de toplanmış olan II. İznik Konsili'nde alınmış olan karara göre:
 

"... İster Rabb'bımız Allāh ve Kurtarıcımız olan Mesih İsâ'nın olsun ister Allāh'ın mukaddes Anası pâk Hanımefendimiz'in (yâni Hazret-i Meryem'in) ol­sun, isterse de mukaddes meleklerin ve azîz ve tekrîme lâyık insanların olsun, hepsinin de azîz ve kıymetli ikonaları kiliselere... evlere, yolların üzerine yerleştirilmelidir. çünkü bu ikonalar aracılığıyla onların tasvîr­lerini gördüğü her sefer, insan bu tasvîrlerin aslını hatırlamak için şevk kazanmakta, onlara karşı daha büyük bir aşk duymakta ve onları her sey­redişinde onları öperek ta'zîz ve tekrîm etmek yönünde tahrîk olunmak­tadır... çünkü ikonaya gösterilen saygı onun aslına yönelir ve ikonayı ta'zîm ve tekrîm eden aslında orada tasvîr olunan zâtı ta'zîm ve tekrîm etmiş olur15"
 

Papalık Dini ile İslâm arasındaki bağdaşmazlığın önemli bir cüz'ü de İslâm'da ruhbân sınıfının bulunmayışıdır. Bu husûsda Kur'ân'da:
 

 

 

 

 

 

  • "Sonra onların izleri üzerine peygamberlerimizi gön­derdik ve onların ardından da Meryemoğlu İsâ'yı yolladık; ve O'na İncîl'i verdik ve O'na uyanların gönüllerini yumuşak ve merhametli kıldık; ve ruhbânlığı onlara farz kılmadık ama onlar ancak Allāh'ın rızâsını kazanmak için bunu kendileri îcad ettiler ama onun hakkına da gereği gibi riâyet edemediler. Onlardan inananların mükâfatlarını verdik ama onların çoğu buyruktan çıkmıştır" (LVII/27)

 

denilmektedir. Papalık Dini mensûblarının ikonalardan medet ummalar karşısında Kur'ân, put saydığı herşeye karşı ta'zîz ve tekrîmde bulunanların ahvâlini de şöyle haber vermektedir:
 

 

 

 

  • "Biliniz ki hâlis din Allāh'a aittir. Onu bırakıp da kendilerine bir takım dostlar edinenler: Biz onları yalnıza bizi Allāh'a yakınlaştırsınlar diye ta'zîz ve tekrîm ediyoruz derler. Muhakkak ki Allāh, ihtilâfa düştükler şey hakkında aralarından hüküm verecektir. Şüphesiz ki Allāh yalancı ve inkârcı kimseye hidâyet et­mez! "(XXXIX/3).

 

İslâm'ın put nev'inden her şeye karşı derin bir nefreti vardır ve bu, Kur'ân'da pekçok âyet aracılığıyla beyân ve te'yid edilmiştir.

Sonuç
1962-1965 arasında toplanmış olan II. Vatikan Konsili, Katolik âlemi günün îcâblarına uydurmayı (yâni güncelleştirme'yi, İtalyanca'sıyla: aggiornamento'yu) hedef almıştı (Papalık Dini, Protestanların zuhuruna sebeb olan hâdiseleri çağrıştıracak diye reform kelimesinden hoşlanmaz). Bu çerçeve içinde Papalık Dini'nin diğer dinlerle ve özel­likle de Yahudilik ve İslâm ile ilişkilerinin daha açık, daha müsâmahakâr ve daha çok diyaloga dayalı olması önerilmişti. O târihlerden bugüne kadar "Dinler Arası Diyalog" Vatikan'ın kuvvetli bir propaganda vâsıtası olmuştur. Şimdiye kadar vuku bulmuş olan bu ka­bil toplantıların çoğunda Vatikan temsilcileri, açıklık ve müsâmaha perdesi arkasında, hep kendi safına çekebileceklerini zannettikleri müslümanları îmân umdeleri konusunda tâvizkâr bir "hoşgörü" hâlet-i rûhiyesine sokmağa gayret etmişlerdir. Hâlbuki Papalık Dini ile İslâm arasında tâviz ve müsâmaha kabûl etmeyen pekçok zıddiyet vardır ki bu yüzden ne kadar Dinler Arası Diyalog toplantısı yapılırsa yapılsın, îmân umdeleri açısından, Papalık Dini'ni İslâm'a ve İslâm'ı da Papalık Dini'ne değil ircâ etmek değil yakınlaştırmak bile mümkün değildir!

Bir kere Papalık Dini semâvî olmak iddiasında olan ama îmân umdeleri Konsiller'de parmak hesabıyla kabûl edilmiş olan beşerî ve demokratik bir dindir. İslâm ise eksiksiz ve kemâl üzere olduğu için herhangi bir değişiklik kabûl etmeyen bir dindir.

Bu husûs özellikle Kur'ân'da:
 

 

 

 

 

 

 

  • "...Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim (dininiz­de eksik gedik bırakmadım), üzerinize nîmetimi ta­mamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğen­dim... "(V/3)

âyetiyle bellidir.

 

 

  1. Hıristiyanlığın "Teslis Akîdesi" de Hz Meryem'e, gerçek an­lamda, (hâşâ!) Allāh'ın Annesi (Theotokos) vasfının yakıştırılması da İslâm'ın İhlâs sûresiyle beyân edilen Allāh anlayışı ile aslā ve aslā bağ­daşmaz.
  2. Papalık Dini'ne göre herkes günâhkâr doğmaktadır; ilâhî selâmet ise ancak vaftiz edilmişlere mahsûstur; Hz İsâ'nın çarmıhta can vermiş olması beşeriyetin Hz âdem'in işlemiş olduğu ilk günâhın kefâreti ol­muştur. İslâm'da ise herkes İslâm fıtratı üzerine ve günâhsız doğar; Allāh'a ve âhiret Günü'ne inanıp iyi işler yapanlar ilâhî selâmete kavuşur; kimse kimsenin günâhını yüklenemez ve kimse kimsenin günâhına kefâret olamaz.
  3. Hıristiyanlığa göre Hz İsâ çarmıh üzerinde ölmüş ve üç gün son­ra dirilmiştir; Rûz-i Cezâ'da (âhiret'de Cezâ Günü'nde) herkesin cezâsını ve mükâfatını O verecektir. Hâlbuki İslâm'a göre Hz İsâ çarmıh üzerinde ölmemiştir, O'nu şehid etmemişlerdir. Tabiî ölümüyle ne zaman öldüğü bilinmemektedir ama etiyle kemiğiyle dirilmiş de değil­dir. çünkü Allāh etiyle kemiğiyle ölmüş birinin bir kere daha Dünyâ'ya dönmeyeceğini vaad etmiştir. Rûz-i Cezâ'nın sâhibi ve hâkimi yalnızca Allāh'dır. O gün emir yalnızca O'na aittir. Peygamberlerin, o da Allāh izin verdiği takdirde (II/255), Allāh'ın huzurunda yalnızca şefaat etme­leri mümkündür.
  4. Papalık Dini'nde Allāh ile insanlar arasında ruhbân sınıfı bulunmaktadır. Bunların mü'minlerin günâhlarını affetmek yetkisi vardır. Hâlbuki İslâm'da ruhbân yoktur; ayrıca kimsenin de kimsenin günâhını affetmek yetkisi yoktur. Günâh­lar ancak ihlâsla tövbe etmekle Allāh'ın da Tevvâb ismi hörmetine bu tövbeleri kabûl etmesiyle, ya da Allāh'ın özel bir lûtfu ile silinebilir.
  5. Papalık Dini'nde ikonaları ta'zîm ve tekrîm etmek ibâdetten bir cüz'dür ve, aynen, bu ikonaların temsil ve tasvîr ettikleri kudsî zevâtı ta'zîm ve tekrîm etmek gibidir. İslâm'da ise bu kabil bir davranış, dayandığı felsefe ve bahâneler ne olursa olsun kerîh bir putperestlik ve şirkden başka bir şey değildir.

 

Bu i'tibârla "Dinler Arası Diyalog" toplantılarına katılanların bu husûslarda fevkalâde bilgili, şuurlu ve uyanık olmaları ve bunlara aykı­rı halleri ise yüksek sesle ilân ederek, sonunda, Kur'ân'ın: "Sizin dini­niz size, benim dinim de bana!" (CIX/6) hükmüne göre hareket etmele­ri başlıbaşına bir cihâd olacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

* * *

 

 

 


[1]Grekçe "katholikos: evrensel" kelimesinden türetilmiştir.
[2]Papanın "lâyuhtî ve lâyüs'el olduğu" ancak büyük mücâdelelerden sonra 1870 yılında I. Vatikan Konsili'nde Papa XIII. Leone'nin pek demokratik bir biçimde(!) Konsil'e pek az bir oy farkıyla kabûl ettirebildiği bir konudur.
[3]ökümenik Konsil: Papa'nın başkanlık ettiği, evek mertebesindeki bütün papazların dâvet edilmiş olduğu konsil. Ökümenik, meskûn Arz anlamındaki Grekçe oikoumene gê'den gelmektedir. Ökümenik ayrıca "bütün kiliseleri cem' eden" anlamında da kullanılmaktadır. Ortodoksluk'da ökümenik Patrik İstanbul Patriği'dir demek İstanbul Patriği'nin bütün ortodoks kiliselerinin (Rus, Bulgar, Sırp, Yunan, vs.. gibi bütün yerel kiliselerinin) en üstünde mevkı'i var demektir.
[4]Anno Santo: Katoliklerin her 50 yılda bir kutladıkları Mukaddes Yıl.
[5]İncîllerin târihi için Bk.VII. Bölüm: İncîllerin Târihi.
[6]Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Toma'ya Göre İncîl ya da Hz İsâ'nın 114 Hadîsi, 2. baskı, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2002.
[7]Ahd-i Atîk, Eş'iyâ Bölümü 40/9 ve 52/7. Bunu hem zahirî ve hem de bâtınî mânâda yorum­lamak mümkündür.
[8]Markus'a Göre İncîl 1/14.
[9]Yuhannâ İncili: 14/16, 15/13.
[10]"Parakleitos" grekçe bir kelimedir. İki ayrı okunuşa göre, etimolojik olarak, "Kendisi için çokça hamd edilmiş" (Arapçası: Ahmed, Muhammed) ya da "Şefaatçi" yâhut "Avukat, yâni Hakk'ı müdafaa eden" demektir. Hıristiyan âlemi, "Parakleitos" kavramının doğrudan doğ­ruya Hz Muhammed'i işâret edebileceği bilinciyle, kelimenin bu anlamlarına hiç i'tibâr et­meyerek bunu sonradan "Konsolatör: Teselli edici" kelimesiyle ikāme etmiş ve bütün beşerî vasıflarından tecrid ederek Rûhülkudüs ile eş tutmuştur.
[11]Mukāyese için Bk. H. Von Glasenapp: Les Cinq Grandes Religions du Monde, Payot, Paris, 1954.
[12]Tirmizî'nin, Müslim'in ve Buhârî'nin hadîs kitaplarında kaydedilmiş olan bir hadîs. Bk. Cemâl Uşşak: Kütüb-i Sitte'den Seçilmiş Hadîsler, 2. basım, Hadîs No. 1056, Yeni Asya Yay., İstanbul/1995).
[13]Bk. Meselâ: Matta'ya Göre İncîl: 24-25, 29-43, 46. Kezâ, Th. Rey-Mermet: Croire Pour Une Redécouverte de la Foi, Droguer & Ardant, Limoges, 198l.
[14]Cemâl Uşşak, A.g.e., Hadîs No. 1005.
[15]Olivier Clément: L'Eglise Orthodoxe, 2. Baskı, s.105-109, PUF, Paris,1965.
 

 

 

Tasarım & Geliştirme | kerataif